19. BÖLÜM

4.8K 251 25
                                    


ELİF'İN AĞZINDAN

Otobüsle eve ilerlerken ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Ben ailemi bulmuş mu oluyordum yani? O sırada aklıma Şara geldi. Ondan sakladığım şeyi öğrenmemesi için elimden geleni yapıyordum. Sabah aniden gelen baş dönmesi Şara'dan sakladığım hastalığımın bir yan etkisiydi sanırım. Eğer öğrenirse çok üzülür ve bir ev karantinasına alırdı beni. O zaman da hastalıktan değil sıkıntıdan ölürdüm.

Şara benim ailemi bulmam için elinden geleni yapıyordu. Peki ben onun için ne yapıyordum? Annesinin adını bile bilmiyordum. Belki annesi gerçek annesi değildir onunda, belki de babası öz değildir. Ama inşallah öyle bir şey olmazdı. Benim arkadaşım böyle bir yıkımı daha kaldırmazdı.

***

Otobüsten indim ve eve geldim. Şara uyuyordu. Bir şeyler öğrenmenin tam vakti diyerek Şara'nın yastığını kaldırdım ve günlüğü aldım. Odama geçtim. Şara çok okumamıştı galiba. Yazan kişinin ismi E.A. olarak belirtilmişti. A, Akıncı olmalıydı. Peki ismi neydi? Sayfanın köşesinde annesinin yazısıyla yazılmış kelimeleri gördüğümde içimi küçük bir şüphe kapladı. Kilitli kutumdan kurdeleli tokalarımı çıkarttım. Hala hediye paketiyle duruyorlardı. Paketin üstünde annem, yani Hizmetçi Esra abla tarafından yazılmış not vardı. "Elif'ime" yazıyordu. Notu günlüğe yaklaştırdım. Bir yazı bu kadar benzeyemezdi. İki yazıda da E harfi üç gibi yazılmıştı. Günlüğün diğer sayfalarını karıştırdım. Her şey aklıma gelen şeyi doğruluyordu. Bir şey hariç. Bu önemli şeyi doğrulamak için günlüğü de alıp evden çıktım.

***

Eve geldiğimde Şara evde yoktu. Uzun süren aramalarımdan da cevap gelmedi. Merak ve korkuyla onu aramak için evden çıktım. Başına bir şey gelmemiş olmasını umuyordum. Gerçekleri, beni kaybetme ihtimal yüksek olduğu için ona söyleyemiyordum, ama bu gerçekleri değiştirmezdi. Onu bulmalıydım.

ŞARA'NIN AĞZINDAN

Dışarıdan ayak sesleri geliyordu. Neredeydim ben? Bilincim yerindeydi ama gözlerimi açamıyordum. Çevremdeki karanlık ağırlık olup göz kapaklarıma çökmüştü sanki. En son markete gitmeye karar vermiştim. Sonra...sonra ben...kaçırılmıştım! Ama neden? Kimseye karışmayan kendi halinde biriydim. Ne istiyorlardı ki benden? Burada ne kadar kalacağım? Elif nerede? Bu yaklaşan ayak sesleri kimin? Ne kadar çok soru vardı böyle? Ve bir soru daha...Ben bu soruları nasıl cevaplayacaktım?

Ayak sesleri durmuş, biri bulunduğum yere gelmişti. Kalın bir el, gözlerimdeki bezi kaldırdı. çevrem o kadar karanlık değildi. ama adamın yüzünü göremiyordum. Yere konulan bir tepsi sesi geldi kulağıma. Sonra ağzımdaki bez açıldı. Saygısızca, kaba sesiyle, "Merhaba." dedi adam. Sanki yoldan geçerken karşılaşmıştık. Adam beni kaçırmıştı, bir de merhaba diyordu ya!

"Ne istiyorsunuz benden?" dedim. Sesim boğuk çıkmıştı. Ayrıca çok susamıştım.

"Öldürmek istiyoruz ama neden beklediğimizi bilmiyorum. Hey, susadın mı?" Ne kadar da rahattı?

"Ne öldürmesi ya? Ben ne yaptım ki size?"

"Onu bende bilmiyorum. Kaçır dediler, kaçırdım. Ellerini çözüp sana su vereceğim ama bir delilik yapmamanı tavsiye ederim."

Delilik mi? Ah, tabi ki yapacaktım. Ama suyumu içtikten sonra.

Ellerimi yavaşça çözdü adam. yerdeki tepside biraz ekmek, domates ve su vardı. Suyu içtim. Adam sırtı bana dönük şekilde sandalyeye dolanmış ipleri topluyordu. Bardağı tepsiye bıraktıktan sonra yavaşça ayağa kalktım. Geri geri birkaç adım attım. Adam arkası dönük bir şekilde seslendi,

"Buranın çevresi duvar yerine korumalarla kaplı. Denemeni tavsiye etmem." Anlamıştı işte. Cevap vermeye gerek durmadan kapıya koşmaya başladım. Adam arkamdan gelmiyor, bulunduğu halde kahkaha atıyordu. Bu odadan çıktığım an yakalanacağımın farkındaydı. Dışarıda birçok adam olabilirdi ama bu adam zekamı fazla hafife almıştı. büyük odadan çıkmak yerine odanın kapısını yavaşça sonuna kadar açıp kapıyla duvar arasına saklandım. Adamın hala arkası dönüktü ve düğümlenmiş iple uğraşıyordu. Beni göremeyecekti ve sonuna kadar açık olan kapıdan kaçtığımı düşünecekti. Ben de o odadan çıkıp adamlarıyla uğraşmaya başlayınca odanın içindeki alçakta bulunan camdan kaçacaktım. Burası eski bir depo olmalıydı ayrıca fazlasıyla rutubet kokuyordu. Bu pis kokunun arasından burnuma sızan çam kokusu da deponun bir ormanın içinde olduğunu gösteriyordu. Aklım tam zamanında olması gereken yerdeydi belli ki. Tahmin ettiğim gibi oldu. Adam sırıtarak kapıya baktı. Yavaş yavaş odadan çıktı. Dışarıdaki adamlara gitmeleri gereken yerlerle ilgili sinirli komutlar verdiğini duyabiliyordum. Sesi ciddiydi. Belli ki adamlarına görünmeden kaçabildiğimi düşünmüştü. Kapıyı yavaşça kapattım. Ses çıkarmamaya özen göstererek tekli cama ilerledim ve camı açtım. Tahmin ettiğim kadar alçak değildi. Bir deponun üst katında olmalıydık. Buradan aşağı direkt atlarsam bir yerlerimi kırabilirdim. Bir çare bulmak maksadıyla gözlerimi pdada gezdirdim. İp! Adam ipleri burada bırakmıştı! Hemen ipi aldım. Camın yanındaki su borusunun sağlamlığını kontrol ettikten sonra ipin bir ucunu oraya sıkıca bağladım. Dışarıda kimsenin olup olmadığını kontrol ettikten sonra ipi aşağı attım. Tahmin ettiğim gibi ormandaydık. Ormanın dolambaçlı olması kaçmamı kolaylaştırabilirdi. İpe sıkıca tutunup bacaklarımı aşağı sarkıttım. Hesaba katmadığım bir şey vardı, ip ellerimi yakıyordu. Ama buna dayanmalıydım. Kayarak aşağı indim. Ellerim kıpkırmızı olmuş ve derisi soyulmuştu. Üfleyerek acısının biraz da olsa dinmesini sağladıktan sonra ormanın içine doğru hızlı adımlarla ilerledim.

Uzun süre ilerleyip artık peşimden gelen ayak sesleri kesildikten sonra büyük bir kayanın dibine büzüştüm. İyi de, ben evin yolunu nasıl bulacaktım?





Kayıp Günlük (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin