16. Bölüm (2. Kısım)

2.8K 356 95
                                    

Hakan, lavabodan Kasım'a en fazla iki bardak çay içme hakkı tanımaya kararlı olarak çıktı. Kim ne derse desin- Hatice Hanım, Gonca, Mert ya da Kasım'ın ta kendisi- hiç fark etmez; itiraz kabul etmeyecek ve bir an önce evine gidip mümkünse deliksiz sekiz saatlik derin bir uyku için kendini yatağına atıverecekti. 

Zaten Mert'in itiraz edeceğini de sanmıyordu. Çocuk, muhtemelen, az önceki isyanıyla başa çıkmaya çalışmakla meşgul olacaktı. 

Gonca; annesinin teklifi iletildiği an Kasım'la onu evinde görmek istemediğini yeterince belli ettiği için Hakan, ondan gönülsüz bir itiraz dışında başka bir şey duymayacağından adı kadar emindi. 

Kasım'a gelince... O, sadece ufak bir ayrıntıydı ve ne diyeceğinin de zerre kadar önemi yoktu. 

Sıkıntıyla iç çekerek erken kalkmalarına sorun çıkarabilecek tek kişinin Hatice Hanım olduğuna karar verdi. 

Hatice Hanım; daha kapıda onları karşılarken defalarca teşekkür etmiş, sonrasında da minnettarlığını o kadar çok dile getirmişti ki Hakan neredeyse kadının kızına göz koyduğu için kendini suçlu hisseder gibi olmuştu. Elbette Mert'i hastanede gördüğü anda aklından Gonca geçmemişti ve elbette sonrasında da Gonca'yı düşünerek hareketlerini şekillendirmemişti; ama yine de bir suçlu gibi hissetmekten kendini alıkoyamamıştı. Birazdan, daha çay bardakları soğumadan, kalkarak Hatice Hanım'ı hayal kırıklığına uğrattığında; suçluluk hissi katlanarak artacaktı. Bunu biliyordu ve yine de bunu, elin sandalyesinde sızıp kalmaya yeğliyordu.   

Hakan; salonla lavabo arasındaki dört-beş metrelik mesafeyi yarılamıştı ki, "İlahi Hatice Sultan!" diyen Kasım'ın kahkahası her yeri kapladı. Gözlerini devirirken yan tarafta, kapısı açık odada bir hareketlilik sezer gibi oldu ve dönüp baktığında "hareketlilik" olarak algıladığı şeyin içerideki  kanepeye çökmüş gibi oturan Mert'in iki yana açtığı bacaklarının arasından sallandırdığı ellerini kütletme çabasından başka bir şey olmadığını gördü. Delikanlı, ne yazık ki bu konuda pek başarılı değildi; Hakan onun zorla kıvırdığı, büktüğü parmaklarından bir kez olsun "çıt" ya da "küt" gibi bir ses duymamıştı.  

Sıkıntıyla bir an olduğu yerde durdu. Üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokmaktan hoşlanmayan birine göre ciddi bir kararsızlık yaşadı ve en sonunda çocuğu kendi haline bırakmaya karar vererek salona doğru bir adım attı, sonra bir adım daha, üçüncü adımda pes ederek Mert'in olduğu odaya yöneldi. 

Kapıyı tıklattığında, çocuk o kadar hızlı başını kaldırdı ki Hakan bir an için bu hareket yüzünden onun boynunu incitmiş olabileceğinden korktu. 

Mert, paldır küldür ayağa kalkarken bir taraftan da Hakan'dan özür diliyordu:

"Kusura bakma Hakan Abi! Seni bekleyecektim... Ben..."

Hakan, "Nerede?" diye sordu. "Lavabonun önünde mi?" Başını sallayarak güldü. "Birçok yerde beklenmek isterim; ama lavabonun önü onlardan biri değil. Gerçi bunu Savaş'a anlatmam pek mümkün olmuyor."

"Görevini yapıyor." diyen Mert, az önce anneannesinin hazırladığı kocaman iki tabak ve ev yapımı meyve suyuyla dolu tepsiyi götürdüğü adamları düşünerek, "İkiz mi onlar?" diye sordu. "Yani Savaş ve Barış Abi?"

"Hı hım..."

Mert güldü. 

"İsimleri gerçekten çok komik. Savaş ve Barış. Yani ikiz çocukların olacak ve sen..." Başını iki yana salladı. "Anne, babaları anlamak mümkün değil!"

Çocuğun cümlesinin sonunda solan sesi karşısında Hakan üzüldü. Burada ablaları olsaydı, Gülderen ve Nesrin, onu nasıl teselli edeceklerini bilirlerdi. Oysa Hakan'ın Mert'i yeniden güldürmek ve böyle şeylerin olabileceğine onu inandırmak için tek yapabildiği odanın içinde yardım arar gibi gözlerini gezdirmek oldu. 

GÜL MEVSİMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin