16. Bölüm (1. Kısım)

2.5K 343 80
                                    

Hakan, "Yemin ediyorum; bu, bugüne değin yediğim en lezzetli su böreğiydi Hatice Sultan!" diyen Kasım'ı bir kez daha takdir etti. Onun insanları görme, tanıma ve kabul etme sürecinin çok kısa olduğunu biliyordu. Aslında bu süreç, Hakan için de pek uzun sayılmazdı. Sadece Kasım'ın aksine Hakan, yeni tanıdığı insanlara karşı her zaman daha temkinli davranmayı seçerdi.

Dudaklarının kenarında ufak bir gülümseme belirdi. Bunu bir "seçim" olarak düşünmek kolayına gidiyordu. O zaman, kontrolün elinde olduğunu hissedebiliyordu. İsterse, davranışını değiştirebileceğini varsaymak; bunun karakterinin değişmez bir parçası olduğunu varsaymaktan çok daha iyiydi.

"Afiyet olsun Kasım Bey. Beğendirebildiysek ne mutlu!"

"Beğenmek, ne kelime! Efsane! Efsane! Ayrıca beni çok üzüyorsun Hatice Sultan!" dedi Kasım küskün bir yüz ifadesiyle. "Bey, ne demek? 'Kasım', sadece 'Kasım'!"

Hatice Hanım'ın suratına yayılan keyifli gülümseyiş, ister istemez bir benzerinin de Hakan'ın suratında belirmesine neden oldu. Aslında an itibariyle davranışlarını ya da konuşmalarını kendi beyninden ziyade başkalarının davranışları ya da konuşmaları belirliyor gibiydi. Onlar gülerse, gülüyor; susarsa, susuyor; konuşursa, dinliyordu. Ya da... dinlemeye çalışıyordu. 

Bir şeyleri düşünüp yorumlamaktan öylesine uzaktı. Yine de, bir parça olsun, kafasının hala çalışan bir bölümü kalmış olmalıydı ki en azından ne durumda olduğunu biliyor, bunun için de Allah'a şükrediyordu: Muhakeme yeteneği, puslu bir karanlığın altında kaybolmaya yüz tutmak üzereydi.  

"Madem öyle istiyorsun, 'Kasım' o zaman." diyen Hatice Hanım'a bir kez daha baktı ve yine gülümsedi; çünkü Hatice Hanım da yine gülümsüyordu. Bir taraftan da kendi yüzündeki ifadenin az sonra yere yapışacak bir sarhoşunkine benzemediğini ümit etmekten başka elinden bir şey gelmemesinin ne kadar zavallıca olduğunu düşünüyordu.

Kapanmaya meyleden gözlerini birkaç kez kırpıştırmaya çalışarak dikkatini Hatice Hanım üzerinde odaklamaya çalıştı, bir şeylere odaklanmazsa birkaç saniye geçmeden oturduğu yerden bir çeşit horlama sesi yükseleceğinden emindi. 

Hatice Hanım'ı daha önce bir kez görmüştü ve o zaman, kadına çok da dikkatli baktığı söylenemezdi; ama yine de zihninde ona dair birkaç hatıra kalmıştı. Hakan'da, tıpkı şimdi olduğu gibi o gün de etine dolgun bedeni; bu sefer ev rahatlığıyla ense kökünden bağlamayı tercih ettiği baş örtüsü ve kolundaki birkaç bilezikle geleneksel bir kadın izlenimi uyandırmıştı ki; Hakan, tıpkı şimdi olduğu gibi, o gün de Münir Bey gibi bir adamı böyle bir izlenimin etkileyeceğine bir an olsun inanmamıştı. Münir Bey'i, son bir saattir ev sahipliğinin kusursuz örneğini sergileyen Hatice Hanım'ın karakteristik özelliklerinin cezbetmiş olduğundan neredeyse emindi. Kadının anaç görüntüsünden uzak sivri dilinden, kızını ve torununu mutlak biçimde yönlendiren güçlü otoritesinden ve evin girişinden şu anda salonda oturdukları masaya kadar yansıyan tertip-düzeninden etkilenmemek mümkün değildi.   

Hakan, suratında aptalca olduğundan emin olduğu gülümsemeyi bir türlü silmeyi başaramayarak Münir Bey'in şu anda, bu masada olmamasının onun adına bir talihsizlik olduğuna karar verdi; çünkü masa, mükemmeldi. Su böreğine fazlasıyla tav olan Kasım; "Çok acıkmışsınızdır!" denilerek hemen oturtuldukları masada böreğin yanında zeytinyağlı sarma, etli pilav ve Gavurdağı salatasını görünce mest olmuş; kendini kaybederek, "Vay ana..." diye başladığı cümlesini, özür dileyen bakışlarını Hatice Hanım'a çevirerek, "Vay canına!" biçiminde düzeltmişti. "Enfes görünüyor!"

Hakan, ilk olarak servis edilen analı kızlı çorbayı yerken, tıpkı Kasım gibi, "Vay anasını!" demek istemişti. Çorbayla arası iyi değildi ve mecbur kalmasa içmezdi; ama utanmasa, bu çorbadan bir kase daha istemekten çekinmeyecekti.  

GÜL MEVSİMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin