17. Bölüm (3. Kısım)

2.8K 361 119
                                    

Masada oturan kadınların üçü de düşünceliydi ancak yüzlerine öylesine bakmak bile düşündüklerinin birbirinden çok farklı olduğunu anlamak için yeterliydi.

Birinin endişeyle kırışan alnı ve gevmekten berelenmiş dudakları; diğerinin sanki ağlamaktan yeterince kızarıp şişmemiş gibi yeniden ağlamaya meylettiğini gösteren gözleri ve üçüncüsünün gündüz gözüyle hayaller kurduğunu belli eden suratı...

Gonca, yaklaşık bir saat önce yolcu ettiği adamın ardından hala kendine gelememişti. 

Güne hızlı bir kahvaltıyla başlamış, ardından tek tatil gününde Mert'le beraber hastaneye gitmiş, dönüşte de bir aile faciasının ortasına düşmüştü. Hem Gülsüm hem de Naci ailenin birer parçası olduğu için de yeterince, belki 'yeterince'den bile fazla endişelenmişti, o kadar ki gece evlerinde sabahlayan adamın varlığını bile unutmuştu.

Dudağının kenarının gülmek ister gibi kıvrıldığının farkına varmadan Hakan Alagöz'ü mutfak kapısının ardında ne ayakta ne de çömelmiş gibi kalakalmış gördüğü anı hatırladı. Adam, önünde cereyan eden drama yüzünden şoka uğradığını belli eden suratıyla ne kadar çaresizdi. Tuhaf bir biçimde, sadece birkaç dakika sonra, o çaresizlik ortadan kaybolmuş; yerini, karşısındakinin hislerini çok iyi okuyabilen, kendinden emin bir yüz ifadesine bırakmıştı. İşte o ifadeyle de tuttuğu sandalyeye oturması için Gonca'yı yönlendirmişti.  

Gonca'nın kaşlarının çatılmasının nedeni, elbette o an değildi; göz göze gelip de birlikte kahkaha atmalarına neden olan gereksiz yakınlıktı. Sadece basit bir espriyi paylaşmak, bu kadar yakın hissettirmemeliydi ama hissettirmişti. 

Zihni Hakan Alagöz'ün alelacele ceketini giymeye çalışırken söylediklerini ona hatırlattığında; gülümsemeye meyleden gözleri yeniden kaygıyla bulutlandı, dişleri de yeniden alt dudağını gevmeye başladı çünkü bu eline bırakılan şeyle ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. 

Adamın kapıda bir kolunu ceketinin kolundan geçirmeye çalışırken, "Yarın çıkış saatinizde sizi alırım, yemekte konuşuruz." dediği andan şu ana kadar kalp çarpıntısı hiç azalmamış, aksine artmıştı ve bu artış, hissettiği panikle doğru orantılıydı. Kendini, "Ye... Yemeklik bir şey yok!" dediği zamanki kadar beceriksiz ve iş bilmez hissetmesi de cabasıydı. 

Aslında ne paniklemesine ne de kekeleyerek adama itiraz etmesine şaşırıyordu çünkü Gonca kendini biliyordu: Malzemesi bu kadardı. Aniden ortaya çıkan şeyleri idare etme konusunda her daim ciddi sıkıntıları vardı. İşiyle ilgili ortaya çıkabilecek beklenmedik olasılıklar belli bir çerçevenin dışına pek çıkmadığı için hastanede bu konuda ciddi bir sorun yaşamazdı ama iş özel hayatına geldiğinde, tıpkı dün Mert'le ilgili durumu yönetememesi gibi, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmayı başarma olasılığı oldukça fazlaydı. 

Bir şeyleri önceden bilmiş olsa elbette çok daha farklı tepkiler verebilirdi. Mesela bir saat kadar önce Hakan Alagöz, "Az sonra size pek de iş yemeğiymiş gibi hissettirmeyeceğini düşündüğüm bir iş yemeği teklif edeceğim Gonca Hanım, hazır olun!" deseydi, gerçekten hazır olabilirdi. 

Düşüncesinin saçmalığı, Gonca'ya bile o kadar komik geldi ki ağzından ufak bir kıkırtı kaçtı.

"Gonca Hanım?... Neye gülüyorsunuz acaba?"

Soğumaya meyletmiş kahvesindeki son yudumu içerek zaman kazanmaya çalışan Gonca, gülümseyerek annesine döndü ve gözünü bile kırpmadan yalan söyledi:

"Esme'yle Mert'in karşılaşmasını hatırladım da ona gülüyordum."

Hatice Hanım merakla, "Bari kız güzel mi?" diye sordu.

GÜL MEVSİMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin