20. Bölüm (5. Kısım)

2.7K 376 179
                                    

Motorun güçlü homurtusu dışında arabada çıt çıkmıyordu ama sessizlik, ne Gonca'yı ne de Hakan'ı rahatsız ediyordu. Oysa her ikisi de heyecanlıydı, tıpkı akşamın ilk saatlerinde oldukları gibi.

Yemeğe giderken tedirginliğin yarattığı gerginlik yüzünden duydukları heyecan; şimdi kaynağını, adını tam olarak koyamadıkları türde bir mutluluktan alıyordu. Adını koyamıyorlardı çünkü her ikisi de yetişkin hayatları boyunca böylesi duyguların esiri olmamışlardı.

Hakan, eski bir alışkanlıkla vitesin üzerinde duran elini direksiyona koyarken hem iş hem de özel hayatında öncekilere hiç benzemeyen bir dönemece girdiğini düşündü.

Bildiğinden çok daha farklı bir iş koluna ait yeni bir şirket almıştı, büyük bir şirket. Çok değil, beş sen önce böyle bir şey yapmak aklının ucundan bile geçmezdi ama beş sene önce babasını çaresiz bir hastalık yüzünden altı ay içinde kaybetmek de aklının ucundan geçmezdi. Yaşlı adamın hastalığı, onu tüketen acılı aylar; Hakan'ı Darüşşifa'yı almayı kadar götüren sürecin başlangıcı olmuştu.

Birkaç gün önce düşünürken kaza yapmasıyla Darüşşifa için Münir Bey'in yeşil ışık yakmasının aynı güne denk geldiğini fark etmişti ve bunu nasıl adlandırması gerektiğini bilememiş, en sonunda dudaklarında tek bir kelime şekillenmişti: kader

Hayatta çoğu şey, sıradan bir an ya da olay olmanın ötesine geçemiyordu. Bazen de tuhaf bir biçimde oldukça sıradan anlar ya da olaylar, çok da ilgisi olmayan sıradan an ve olaylarla bağ kurabiliyordu. Ne kadar güçlü olduğu sonradan fark edilen bu bağlar, o anlarla olayları sıradan olmaktan çıkarıp özel kılıyordu. İşte Hakan; Darüşşifa'yı almamış olsa ona çarpan arabanın sürücüsünü babasını kaybetmiş, annesi de kalp hastası olan palyaço kılıklı bir ergen olarak hatırlayacağını ve belki bir hafta, belki bir ay, belki de bir yıl sonra da onu unutup gideceğini düşünürken bunları da düşünmüştü.

Bir kazayı takip eden yanlış anlama ve aldatmaca her şeyi değiştirmişti.

Hakan; beşinci kattan hastanenin geniş bahçesinde Nisan'la bir şeyler yiyip içen Gonca'yı gizli gizli gözetlerken zihninde kaç defa onu farklı şekillerde aşağılayarak kovmayı düşündüğünü hiç bilmiyordu. İşte bu yüzden birdenbire kendini onun minyon güzelliğine kapılmış bulmak; hiç beklemediği, kolayca kabul edemediği, son derece rahatsız edici bir şey olup çıkmıştı. O kadar rahatsız ediciydi ki birkaç toplantıda dikkati dağılmış, gece televizyonda maç izlerken skorun değiştiğini ancak on dakika sonra fark edebilmişti. Hele rüyaları!... 

Gülmemek için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırırken az önce yemek masasında Gonca'ya rüyalarında onu en temel içgüdülerine kurban ettiğini söylese karşılığında ne duyacağını düşündü, galiba daha çok da Gonca'nın ne yapacağını. 

Hakan, kendini daha fazla tutamayacağını anlayınca sırıtmasını gizlemek için sol aynasına bakıyormuş gibi başını çevirdi. 

Gonca; kesin sinirden kızarırdı, sonra soluk bile almadan ağzına geleni söyler, o sırada çoktan eline almış olduğu masadaki bıçaklardan birini ileri ileri sallayıp muhtemelen Hakan'ı ırz düşmanlığıyla suçlardı.

Ve Hakan...

Hakan orada öylece durur ve minik ejderhasını hayranlıkla seyrederdi. 

Yüzündeki sırıtış yavaşça kaybolurken Gonca'nın kısa zamanda üzerinde böylesi bir güce sahip olmasının, bir anlığına da olsa, tedirginliğini yaşadı. Bir anlığına! Yandaki koltukta sessizce oturan kadına attığı ufak bakış, o tedirginliği unutması için yeterliydi.  

GÜL MEVSİMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin