"Dünya zor. Değil mi? İmtihan edilmek... O da zor. Ahir zaman, o çok daha zor... Dünya'nın kalan son ömründe doğan bir ümmet olarak ne çok zorluk içinde kalmışız değil mi? Ama her zorluk beraberinde bir kolaylık ve büyük bir ödül getirir. Ne kadar zor ise, ödülü o kadar büyüktür. Gecenin en zor, en karanlık vakti, şafak doğmadan öncedir. Kıştan sonra hep ilkbahar gelir. Zor olmadan kolaylık verilmez. Zira Dünya'da hiçbir şey kolay değildir ama her şey de zor değildir. Hayatta bir şey zor gitmeden kolaylık bulunmaz. Ve dahi Dünya'da her şey zıttı ile bilinir. Yani ki, zor olmasaydı kolayın kıymeti bilinmezdi. Tıpkı kolaylık olmadan zorluğun bir anlamı olmayacağı gibi..."
Günlüğümü kapatıp kitaplığa kaldırdım. Ne güzel diyordu bir yazar. "Can yanmadan yazılmaz. Zira yazmak can yandığında anlamlıdır" Bana bu günlüğü yazdıran da hep canımın yanması idi işte. Ama bir beşer, bir dünyalık, bir heves için değil. Aksine bir hayal, bir sır ve dahi aşk içindir.
Derin bir nefes alıp çalışma odasından çıktım ve mutfağa geçtim. Çay demlenmiştir şimdi güzelce. Ah... Ah ki ne ah... İyi ki çay var. Kırk yıllık hatırı yok belli ama ömürlük muhabbeti vardır çayın. Dolaptan çay bardağı ve tabaklık alıp tezgaha koydum. Çayımı ince belli bardağa doldurup çaydanlığı ocağa koydum tekrar. Bayılıyordum şu ince belli bardaklara. Çay sadece bu bardağa en çok yakışıyordu. Öyle bir hava veriyordu ki, çay sevmeseniz bile içeseniz gelir.
Bugün izin günümdü ve hava da çok güzeldi. Vakit ikindi sonrası idi, en sevdiğim vakit. Sakinlik ve sekinet havası idi zira ikindi sonrası. Çayımı ve okuma kitabımı alıp balkona çıktım ve masaya oturdum. Önce biraz gökyüzünü izledim, biraz da şu güzel manzarayı. Yatsı namazını kıldıktan, Kur'an okuyup gerekli sünnetleri yaptıktan hemen sonra uyuduğum için 6 saatlik bir uyku yetiyor ve kolaylıkla teheccüde kalkabiliyordum elhamdülillah ki. Zira Efendimiz (SAV)'in neden yatsı namazından hemen sonra erkenden uyuduğunu ve bu sayede her gece nasıl teheccüde kalkabildiğini insan bu sayede anlayabiliyordu. O'nu örnek almak muhteşem bir şeydi. Sallallahu aleyhi ve vesselem...
Teheccüd, tövbe ve kaza namazlarını kıldıktan sonra oturup yine her ay yaptığım gibi hatim için Kur'an okuyup tefsir çalışmaları yapıyordum. Sabah ezanı okununca da namaz kılıp güneş doğana kadar hem tesbihat yapıyor, hem de ilmi çalışmalarda bulunuyordum. Fıkıh ilmi, hadis ilmi, siyer ilmi, sahabe ilmi, tasavvuf ilmi ve daha bir sürü ilim ismi... Tabi belli plan-program ile bu ilimleri çalışıyordum. Zira plan-program yapmayınca bu ilimler ağır gelirdi ki ağırdı da. Hepsinden her gün azar azar ama istikrarlı bir şekilde çalışıyordum. İlim öğrenmek hem farz idi müslümana, hem de ayrıca benim hayatımdaki anlamlardan bir mana idi...
Saat 7-8'e gelince egzersiz ve yürüyüş yapıp sonra duş alıyor, en son da keyifli bir kahvaltı ile de kapanış yapıyordum. Ev için tüm eksiklerimi tamamlamıştım hamdolsun. Kahvaltıdan sonra da küçük çaplı bir temizlik yapıp öyle güne devam etmiştim. Sonuçta tüm işlemlerimi bitirmenin mutluluğuyla şu an huzurlu bir şekilde oturabiliyordum.
Çayımı yudumlarken bir anda telefon çaldı. Allah'ım, yoksa özel numara mı arıyordu? Neden bir anda bu kadar heyecan yapmıştım ki? Herhalde geçen sefer konuşacak olup da benim biten şarjım yüzünden konuşamamasından sebep idi bu heyecan.
Masadaki telefonu çevirip ekrana baktım. Yüzüm düşmüştü. Tuğba imiş tüh.
"İCLAL!!!"
Telefonu kulağımdan uzaklaştırdım hemen. Allah'ım bu kız her gün çiğ yumurta mı yiyordu da sesi bu kadar güçlü çıkıyordu?
"Sana da merhaba Tuğba."
"Ya bırak merhabayı. Bu bana gönderdiğin fotoğrafı açıkla. Bu yazıyı cidden özel numaradan arayan hayranın mı göndermiş?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FELAH
Teen Fictionİclal Ilgın, üniversiteden yeni mezun olmuştur ve Kayseri'ye sağlıkçı olarak atanır. Gittiği şehri tanımadığı için bir süreliğine ev arayışına çıkar. Sonunda bulduğunda ise beklemediği bir sürpriz ile karşı karşıya kalır. Özel bir numara sürekli ken...