Bütün o şahit olduklarımdan sonra öyle bir şok içerisine girmiştim ki Uraz'a görünmeden hastaneye girmiştim geri. Kalbim hâlâ hızını kaybetmeden çarpmaya devam ediyordu. Kendime gelemiyordum. Hiçbir şey bilmemem ve anlamamam da cabası idi. Neler dönüyordu böyle? Uraz kimdi ve beni nereden tanıyordu? Artık bu soruları ona sormaya cesaret de edemiyordum. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ve bu beni korkutuyordu açıkçası.
Mesai çıkışına kadar etrafta ruh gibi dolaşmıştım adeta. Saat 16.00 olduğu gibi kendimi hastaneden nasıl dışarı attığımı bir Allah bilir. Yarın da mesaim vardı ama Uraz'la karşılaşmak istemiyordum. Onun bana söyleyeceklerinden korkuyordum. Kaldıramamaktan korkuyordum...
Eve geldiğim gibi tuzlu su ayarlayıp yüzümü onunla yıkamıştım. Zira insan vücudundaki su, tuzlu su idi zaten. Bu yüzden insanlar denize girince bu kadar rahatlardı, sakinleşirdi. Çünkü deniz suyu da tuzluydu. Bu yüzden ne zaman strese girsem yahut sinirlensem tuzlu suyla yüzümü yıkıyordum abdest eşliğinde. Ki yüzümü yıkadıktan sonra gerçekten sakinleştiğimi hissetmiştim.
Genelde bu saatlerde kendime akşam yemeği yapardım hep fakat hiç iştahım olmadığı için namaz kıldıktan sonra koca bir kupa kahve yapıp şömine karşısındaki tekli koltuğuma kurulmuş, üzerime de bir battaniye almıştım. Kitabımı da sehpaya koyduktan sonra artık hazırdım lakin bugün şahit olduklarım aklımdan çıkmıyordu. Bu kafayla kitabıma odaklanabilir miydim bilmiyorum. Zira kafamdaki sorular cevap bulana kadar hep böyle düşünecektim. Kendimi tanıyordum çünkü.
Perdeyi biraz kaydırınca dışarıda yağmur yağdığını gördüm. Işıkları söndürüp perdeyi sonuna kadar açmıştım. İçeride şömine ve tuz lambasının ışığı loş ve güzel bir ortam oluşturmuştu. Tuz lambasının radyasyonu ve kötü enerjiyi emme gibi çok güzel özellikleri vardı. Bu yüzden evin her odasına bir tane koymuştum. Telefondan da son zamanlarda sıkça dinlediğim ilahiyi açınca gerçekten rahatladığımı hissetmiştim. Öylesine yorulmuştu ki şu gönlüm, imanım olmasa nasıl başa çıkardım şu hayatla, hiç bilmiyordum. İnsan hayatını baştan aşağı ibadetle donattığında her bir dakikası hatta her bir saniyesi ibadet hükmüne geçiyordu. O an ne yapıyorsa yapsın hepsi ibadetti. Şu yağmur bana Allah'u Teâlâ'yı hatırlatıyordu, açtığım ilahi de aynı şekilde. Ve şu sakin ortam da öyleydi. Hepsi bana Rabb'imi hatırlatınca insanın kalbi kendiliğinden yumuşuyor, bu yumuşama gözlere yaş olarak yansıyordu.
Kahvemden bir yudum alıp dışarıda yağan yağmura baktım. Ne de güzel yağıyordu. İlginçtir ki içinde su bulunan her eylem insana huzur veriyordu. Kar yağışını izlemek huzur verirdi, yağmuru izlemek huzur verirdi, denizi izlemek huzur verirdi, gökyüzünü izlemek huzur verirdi, ki hava da aslında sudan oluşuyordu. Acaba Su'dan yaratıldığımız için mi Su'ya bakınca bu kadar huzurlu hissediyorduk? Kur'an'ı Kerim insanın topraktan ve Su'dan yaratıldığını söylüyordu. Yağmur yağdığında topraktan yayılan o kokuyu düşündüm bir an. İnsan o kokuyla ne kadar da huzurla doluyordu öyle. Bunun mutlaka bir bağlantısı olmalıydı. Ne güzel bir bağlantıydı bu.
Kahvem bittikten sonra yatsı ezanı okunurken ezan bitene kadar hem Instagram'a girmiş, hem de ezanı dinlemiştim. O sırada Instagram'daki bir gönderi dikkatimi çekti. Kayseri'deki kültür merkezinde bir seminer verilecekmiş. Aslında her hafta çeşitli etkinlikler, konferans ve seminerler düzenliyorlardı ama ben fırsatım olduğunda gidebiliyordum. Lakin bu seminer dikkatimi çekmişti. "Bir ayet, bir hadis" idi başlığı. Seminerin konuşmacısı olan adamı tanımıyordum ama konusu hoşuma gitmişti. Üstelik yarın saat 16.00'da idi. Bu muhteşemdi. Yarın mesai çıkışı gidebilirdim. Birkaç dakika geç kalacaktım ama Allah'tan hastaneye çok uzak değildi. Otobüsle yetiştirdim biiznillah. Hem şu yorgun gönlüme de iyi gelecektir diye düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FELAH
Teen Fictionİclal Ilgın, üniversiteden yeni mezun olmuştur ve Kayseri'ye sağlıkçı olarak atanır. Gittiği şehri tanımadığı için bir süreliğine ev arayışına çıkar. Sonunda bulduğunda ise beklemediği bir sürpriz ile karşı karşıya kalır. Özel bir numara sürekli ken...