Otobüsten indiğimde kısa bir süre kabristanı süzdüm. Otobüs uzaklaştığında ise bu sefer onun arkasından baktım. Sonra da önümdeki ağaçları baştan aşağı, aşağıdan yukarıya süzdüm durdum yine. Gözlerim istemsizce kapandığında gönlümün huzurla dolduğunu hissetmem uzun sürmedi. Ne zaman gelsem mezaristana, o huzur hemen sineme yerleşiyordu. İnsanların çoğu korkardı halbuki buralardan. Bilmiyorlardı ki ölüden değil, diriden korkulmalıdır...
Kabristana girip adımlarımı gitmek istediğim yere yönlendirdim. Oraya doğru gittikçe gözlerim yaşlarla doluyordu yavaş yavaş. Furkan Doğan'ın kabrine vardığımda ise gözyaşlarım firar etmişti bile. Ayak ucunda durup mezar taşına dokundum. Ayak ucunda durulduğunda kabirdeki kişi bizi görebilirdi. Kim onu ziyaret ediyor, kim etmiyor, bu sayede bilirdi mefta. Önce bir Fatiha okuyup başta Furkan Doğan olmak üzere tüm kabristana teslim ettim. Sonra da ezberimde olan Yasin suresini okuyup aynı işlemi tekrarladım. En son derin bir nefes alıp dudaklarımı araladım.
"Furkan Doğan, şehit Furkan Doğan... Şimdi yaşasaydın tam 30 yaşında olacaktın. Bir de doktor olacaktın, göz doktoru... Ramazan Kayan hocamız ne güzel diyordu ama 'Yüce Allah Furkan'ı erkenden yanına aldı çünkü kirlenmesini istemiyordu. Kirlenmeden aldı onu yanına' Ben şu an 21 yaşındayım ama sen 19 yaşında şehit olurken ki o hal gibi temiz hissetmiyorum kendimi. Tertemiz şehit oldun. Şehit gibi bir yaşamın vardı zaten. Aşıktın şehitliğe. Özlüyordun şehitliği. Zaten şehit olduğunda gülümseyerek gitmişsin cennet bahçesine. Belli ki melekler sana selam verdi de o yüzden o cennet gülümsemeni yüzünde bırakarak gittin."
Gözyaşlarımı silip gökyüzüne, sonra da tekrar kabrine baktım.
"Furkan ağabey, her ne kadar yaşamasan da şu ahir zamanda benim gençlik içinde en örnek aldığım kişi sensin. Bunu biliyor musun? Galiba hep de öyle kalacaksın. Hoşçakal, önümüzdeki cuma yine geleceğim inşaAllah."
Kabrinden öyle güzel bir koku geliyordu ki gitmek istemedim. Şu gerçeği çok ama çok iyi anladım.
Şehitlere ölü demeyiniz. Zira şehitler ölmez...
***
Sonunda öğle arasına girdiğimizde Nuran ablayla kendimiz için sofra kurduk. Normalde öğle yemeği yemezdim sünnet gereği. Lakin bazen gün içinde ağır bir işte çalışıldığında öğle yemeği yemek şart ve gerekli oluyordu.
Güzelce karnımızı doyurup enerji topladıktan sonra mesaiye daha zaman olduğunu görünce dışarı çıkıp kitap okumak istedim ama hastanenin hemşirelerden yakın zamanda edindiğim bir kız arkadaşım, öğle arasında benimle önemli bir konu konuşmak istediğini söylediğini hatırlayınca kısa bir mesaj çekip bahçede olduğumu söyledim, 2-3 dakikaya geleceğini yazdı o da. Telefonu cebime geri koyup kitap okumaya dönüyordum ki gözlerime bir yerden yansıyan ışık rahatsız ettiği için bir türlü kitaba odaklanamıyordum. En sonunda dayanamayıp beni rahatsız eden şeyi bulmak için kitabı banka bırakıp aramaya koyuldum. Birkaç adım ileride bir yüzük görünce diz çöküp elime aldım. Demek güneş buna yansıdığı için gözlerimi rahatsız etmişti. Ama bir dakika? Bunun içinde bir şeyler yazıyordu. Yüzük parlak olduğu yazılı olan şeyi okumakta zorlanıyordum. Bunun üzerine ışığa doğru kaldırdığımda karşımda o Yalın denen hemşireyi görmeyi beklemiyordum. Zaten o da arkasını döndüğü gibi görmüştü beni.
"İlk defa evlilik teklifi eden bir kız görüyorum. Daha önce birçok kızdan çıkma teklifi aldım ama evlilik teklifi eden ilk kız sensin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FELAH
Teen Fictionİclal Ilgın, üniversiteden yeni mezun olmuştur ve Kayseri'ye sağlıkçı olarak atanır. Gittiği şehri tanımadığı için bir süreliğine ev arayışına çıkar. Sonunda bulduğunda ise beklemediği bir sürpriz ile karşı karşıya kalır. Özel bir numara sürekli ken...