2.bölüm 'Günden güne öleceksin...'

24.6K 797 34
                                    

Nefret, şu an tam karşımda kendine bir beden oluşturmuş, bana bir silah doğrultmuş, inanamayacağım kadar büyük bir yalan kusuyor. Gözlerinde gizlediği o kini görebiliyorum. Beni korkutuyor. Korkuyorum evet. İliklerime kadar korkuyorum hem de. Kim korkmaz ki? Karşınızda öfkeden nefretten başka bir duygu beslemeyen size yabancı bir adamın hedefiyken... Alnınızı soğuk bir silahın namlusu öpüyor iken nasıl titremezsiniz?

Duyduklarım beni kör bir kuyuya atarken, onun yüzünde ki bu saf nefret tam olarak bilmediğim bu suçun altına yatmama neden oluyordu. Gözlerinde ki berrak öfke, bunu daha önce hiç kimsede görmediğime yemin edebilirdim. Kimseyi daha önce bu kadar fani bir öfkeyle görmemiştim. Kimse gözleriyle bakire bir nefreti sunarken, bu kadar kusursuz, bu kadar kendinden emin olamazdı. Emin olduğum düşüncelerimi sorgulamama neden oluyordu. 

Yağız telefonunu cebinden çıkarırken bir an olsun ayırmıyordu gözlerini gözlerimden. Kim daha önce bu kadar uzun, bu kadar dikkatli bakmıştı gözlerime? Kimsenin bu kadar uzun süre kalmak isteyeceği bir yer değildi gözlerim. Aksine pek göz göze gelmek istemeyecekleri tek yerdi orası. Kendi suçluluğumun zanı altında yaşadığım eziyeti gösteriyordu oralar, bu yüzden bu kadar uzun bakmak istemezdi kimse. Belki de içimde ki işlenen cinayete tanıklık etmek istemiyorlardı. Belki de onlarında ruhlarına küçük bir kızın intiharının suçluluğu bulaşır diye genelde konuşurken, göz teması kurduğum insan sayısı çok az olurdu. 

Gözlerimi yüzünden ayırmıyordum. O gözlerime baktıkça içimde defalarca kez işlenen bu cinayete onu tanık etmek istiyordum sanki. Tanımadığım bu adamın tanıdık gözlerinde içimdeki küçüklüğümün cesedini görüyor gibiydim. Ürkütüyordu beni. Cebinden bir telefon çıkarıp, ekranını bana çevirdi. Gözlerimde bir boşluk bulup, karanlık zihnime süzülen telefonun ışığından küçüklüğümün kusurları bir an belirir gibi oldu. Bu onu korktuğum karanlığıma iterken, "Bak."dedi Yağız, dişlerini birbirine bastırırken.

Öfkem hazır kıta bekleyen öfkesine kafa tutmak istesede cesaret edemedi. Sırtımı dikleştirdim. Hep bir meydan okuma, karşı gelme, her şeye bir cevabı olan o asi taraftandım ben. Bunu ben söylerken içimde ki küçüğün dik başlılığından yakınmamalıydım. Bir köşede fark edilmeyi, ya da dışlanmayı hiç beklememiştim. Bazen sesimle dağları yıkıp, bazen suskunluğumla öfkelendirirdim asi yanımı. Yanar dönerdim. Nerede ne yapacağı belli olmayanlardım ve şu an tam olarak içimde ki hissettiklerimin zıttını yaparak, öfkeyle bakıyordum başıma silah dayayan bu adama. Oysa deli gibi korkuyordum alnıma dayanmış bu silahtan ve onun gittikçe kararan gözlerinden...

Dediğini yapmayarak inadına gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum. Her geçen saniyede gözleri sanki mutasyona uğruyordu. Sanki gözlerini gölgeleyen bir şey vardı ve gittikçe gözlerinin kararmasına neden oluyordu. Kül rengi gözlerinde ki külü biri parmağıyla eziyor gibiydi. Grimsi kül koyu bir karaya bulanıyordu gözlerinde. Gözleri... Büyüleyiciydi. Silahın baskısını düşüncelerimden habersiz bir şekilde arttırınca, başım hafif geriye gitmek zorunda kaldı. Yağız'ın yüzünde ki her bir kas gerildi.

Gözlerinde bana yabancı fakat bir o kadar da tanıdık bir günah gördüğümde bakışlarımı yere indirdim. Hislerimle oynuyor ve duygularımı konuşmadan sadece bakışlarıyla birbirine sokabiliyordu. Nasıl bir adamdı bu böyle? İçimde duyduklarımın kırdığı can kırıklarım vardı ve kalbime batıyorlardı. Boğazıma dayanan bir yumru aklımda uzun uzun kurduğum fakat dilime davet edemediğim cümlelerim için bir barikat kurdu.

BEDEL - Azrail'in Gölgesi (Seri 1/3)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin