Bir yaz gecesi...
Kendini affedemeyen bir kız... Akreple yelkovanın asırlar süren o kargaşasının içinde hapsolmuş, zaman kavramından yitip, kendi dünyasına hapsolmuş bir kız. İçinde büyüttüğü küçük düşman benliğine, gözyaşlarını yitirmiş bir kız. İçinde ki benliğine düşman, çocukluğunun gözlerine bakamayan bir kız. İçinde büyüttüğü karanlığa hatırlamadığı anılarını gömmüş, o karanlıktan deli gibi korkan bir kız. Ruhunun boynuna bir ip geçirmiş, etrafta onu izleyen anıları ve küçüklüğünü umursamadan, ruhunun ayaklarının altında ki sandalyeye ikinci kez düşünmeden tekme atmış ve onu ölüme mahkum etmiş bir kız. "Neden yaşıyorum?" Sorusuyla hep yalnız kalmış, suçluluğunun acımasız zindanına atılmış, çığlıklarıyla zindanın kara duvarlarına her geçen günde daha koyu kara lekeler kazımış küçük bir kız...
Bu kızın; sürekli değiştirmesi gereken bir maskesi var. Sürekli gülümsemek zorunda. Eğer gülümsemez ise nedenini soracaklar ve bu soru, suçluluğunun üzerinde ki küflenmiş tozu ayağa kaldıracak, anılarını tazeleyecek. Bu yüzden bu küçük kız bazen bir gülümsemenin ardına gizlenmek zorunda. Gerçek yüzünü kimse fark etmemeli. Çocukluğunun cansız bedeninin yüzünde taşıdığı ölü ruhu kimse fark etmemeli. Küçüklüğünün asiliği üstlenmiş o koyu lacivert gözlerinde ki hüznü görüp acımamalı, hiç kimse. Bu yüzden bu maskeyi ruhuyla özdeştirmeli. Yoksa içinde ki çocukla tanışmak zorunda kalırlar... Bu felaketleri olur. O küçüğün varlığını kimse bilmemeli!
Ve kendiyle baş başa kaldığında bu küçük kız, bu suçluluğun mahkemesinde kendini müebbete çarptırıp, idamını emrediyor. Ve suçluluğu zamanın terazisin de ağır bastığı o geceler bu kız, boynuna geçirilen bir iple vicdanının kanına giriyor. İçinde ki bu ateşi dindirmenin başka bir yolu yok çünkü. İçinde bir şeylerin katili olmadan; içinde ki küçük kızın çığlıklarını susturacak başka kimse yok... Ruhu her geçen gün biraz daha kaybetmeli, biraz daha ölmeli. Başka bir çıkış yolu yok, bu kızın.
Peki kim mi bu kız?
Mira Etkin.
Benim, o küçük kız.
Ve tam şu an, yabancı bir adamın peşinde ölüme yürüyorum. Bu adam o küçüğü fark etti. Onun gözlerinin içine baktı uzun uzun! Onunla konuştu! Bu adam onu fark etti... Ve şimdi küçüklüğüm onun peşinden gitmemi emrediyor. Adım adım yaklaşıyorum ona. Usulca sokuluyorum yanına. Ölüm olduğunu söyledi bu adama bize. Acaba, ölümün nefes alışlarını duyabilir miyim? Gözlerine ne kadar uzun bakabilirim? Her cümlesinde, bana dokunmasa da onu, hissedebilir miyim? Ruhumu bedenimden ayırırken canımı ne kadar yakacak? Benden alacaklarını biliyorum. Evet, bile bile oynuyorum bu oyunu, bile bile yatırıyorum ruhumu bu bahse...
Kaybedeceklerim umurumda değil.
Ölüm... Umurumda değil.
Can'ım, umurumda değil.
Ne istediğini biliyorum. Onun istediği, bu Bedel'i ödeyecek olan ruhum. Bu savaşı kaybedecek olan ruhum. Biliyorum bu, bu çok acıtacak. Korkuyorum. Ancak dudaklarımdan bu kelime hiç dökülmeyecek, içimde ki o küçük kız bu kelimeyi hiç zikretmeyecek. Ben, ona yenilmeyeceğim! Ölüme kafa tutacağız... Canımı çok yakacak fakat bu da, umurumda değil. Boyun eğmeyeceğim. Bu adam kendiyle beraber ölümü getirdi, isteyerek ve bilerek. Fakat şimdi, ölümü bedenime bırakmadan, ruhumu almak isteyen bir elçi o.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEDEL - Azrail'in Gölgesi (Seri 1/3)
Mistério / SuspenseDuyuyor musun? Sallamayı bıraktığın beşikte ağlıyor ölüm. (Bölüm sayısı sizi korkutmasın, iki seri (1 ve 3) aynı hikâyede yayınlanıyor.) 1. Seri Ölümün Elçisi 3. Seri Azrail'in Gölgesi bu serinin içinde yayınlanmaya devam ediyor. Cennetten ceh...