26.bölüm 'Baş Roller Bu Kadar Çabuk Ölemez!'

10.3K 503 35
                                    

Bedenime mi yoksa ruhuma mı saplandı o kurşun? 

Ölüyor muyum, adam?  

Son gördüğüm bu yüz: Senin. 

Yoksa sen misin Azrail'im?

Oysa inanmazdım ben; ölen bir insanın ruhunu güzel bir meleğin teslim alacağına. Sanırım cennete gideceğim.

Dışarıda yeni doğan güneşin koynundan kopan kar tanelerini izlerken, onlara karışıp havada süzülmek istedim. "Bugün bu iş bitecek." dediğini duydum Yağız'ın elinde ki kağıtlarla bir şeyler yapıyor, Beyza ve Kaan'la fikirlerini bölüşüyordu. Ben planlarını tamamladıklarında kendi payıma düşeni yapıp bu işten kurtulmak istiyordum. Onları dinlemiyor, onlara katılmıyordum. Böylesi daha iyiydi. Kime ne yaptıklarını umursamamaya alışabilirsem benim için daha kolay olacaktı. 

"Ya anlarsa?" diye sordu Beyza karamsar sesi kulaklarımı kemirdi. Neden sürekli böyleydi? Neden bir şeylerden şüphelenip, kendini korumaya alıyordu? İnsan olacak olandan kaçamazdı. Bunu öğrenmesi gerekiyordu. 

İçeride bir rüzgar gibi esen sessizlik huzurumu kaçırdı. Camdan olan duvarın önünde dışarıyı izlerken, karşıda duran beyaz lambanın etrafında uçuşan kar taneleri kendilerini rüzgarın eline bırakmıştı. Rüzgar onları savuruyor, yere düşmeden geri lambanın etrafına topluyordu. Ve yere düşerek kaybolmalarını izliyordu. Hep böyle olmaz mıydı, zaten? Bir üstünüz sizi, onun üstü sizin üstünüzü, ve sizin üstünüzün üstünü de onun üstü yönetmez miydi? Bu kısır döngü fazla sancılı olsa da hala devam eden en acımasız yaşam şekli, değil miydi? Birinin sizin hayatınızı yönetmesi; birine muhtaç yaşamak haksız bir yaşam biçimiydi.  

Cennetten cehenneme kovulan bir melek ve ona aşık olan bir zebani? 

Ölüm emri verilen bir masumiyet ve onu ilk kez gören ölüm meleğinin, emre ihaneti?

Yağız Kara, benim ölüm meleğimdi: Emre ihanet eden. 

"Buraya gel." diye seslendi oldukça sinirli ses tonu gitmemek için direnmemi sağlıyordu. Omzumun üstünden onun olduğu yere baktığımda işaret parmağı ve yanında ki parmağının hala havada olduğunu gördüm. Yanına gelmemi istiyordu. 

Hiçbir şey söylemeden yanına gidip kollarımı göğsümde birleştirerek onu dinlediğimi görmesini sağladım. Ama o bana bakmadan, "Otur." diye emir verdi. Gözleriyle çaprazında duran koltuğa kısa bir bakış atmıştı. Koltuğa göz ucuyla baktım, ardından itiraz etmeden koltuğa oturdum.

"Bu son iş günün." dediğinde masanın üstüne bir telefon bıraktı ve telefonu masada bana doğru kaydırdı. "Bunu sadece ihtiyacın olduğunda kullanacaksın." bana bakmıyordu. "Sakın aklından polisi veya babanı aramak gibi saf düşünceler geçmesin." Ciddiyeti ürkütücüydü. "Anladın mı?" diye sorduğunda dirseklerini bacaklarını dayayarak öne doğru eğilmiş, parmaklarını bir birine geçirmiş, masada duran kağıtlara bakıyordu. "Anladın mı?" diye yineledi daha otoriter bir ses tonuyla.  

"Evet," diye yanıtlarken soru sorma hakkımın olmadığı hissi usulca oturdu kucağıma. Her an bana bağıracakmış gibi duruyordu. Çekingen bakışlarımı yüzüne diktim. Bakışlarım bir süre yüzünde gezindi. 

"Onun odasından alman gereken bir dosya var. Dosyanın içinde önemli bilgiler var, onları bana getirmen lazım." dediğinde bakışlarımı anında yüzünden çektim. "Beyza onu dışarı çıkaracak," Gözleri gözlerime dokundu ama bakışlarını yeniden kağıtlara indirdi. "Beyza onu oyalarken elini çabuk tutup, dosyayı bulman gerekiyor. Eğer yakalanırsan hızlı aramalarda benim numaram var. Kapıda olacağım." Başımı hafifçe salladım. Kolaydı, o dosyayı bulabilirdim. Benden Cengiz'i oyalamamı istemesinden daha iyiydi. 

BEDEL - Azrail'in Gölgesi (Seri 1/3)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin