Ölümün, BEDEL'i...

6.2K 319 92
                                    

Kolların da; kusursuz bedenine inat, kusurlu ruhunu kinden arındıran küçük bir beden. Kendi kadar ıssız, alabildiğine sessizliğe bürünmüş uzun bir yolda, yol kadar sessiz bir adam. Ruhu bedeninden koparılırcasına alınmış bu küçük bedenin acısını ikinci kez kucaklayan bu adamın yüzünde, en ufak bir duygu kırıntısı yok.

Yürüdükçe küçük kızın bedeni bu adamın attığı her adım da sallanıyor. Çıplak bacakları, ayağının birinden sallanan ayakkabısı... Arkaya düşmüş başından aşağılara kadar uzanan kanla ıslanmış koyu renk uzun saçları... Her adımla tepkisiz yüzüne inatla sallanıyor bedeni. Adam, ilk kez hiç olmadığı kadar yalnız hissediyor kendini. Hiç olmadığı kadar çaresiz... Hiç olmadığı kadar sessiz... Küçük kız hiç olmadığı kadar tepkisiz...  

Kollarını daha sıkarken, küçük kızın bedeni ıslak olduğu kadar alabildiğine de soğuk, yüzünde ki kan boynuna ince birçok şerit çizmişken, genç adam kollarında ki bu kızın yüzüne bakamıyor. Omuzlarına yüklenen hiçbir cinayet aldığı bu küçük ruh kadar ağır olmamıştı, çünkü... Hiç biri onu bu uzun yolu yağmurun altında yürüyecek kadar, kollarında kendi tabiriyle bir çocuğun cansız bedenini taşıyacak kadar hiçbiri sebebi olamamıştı. Çünkü kötü adamdı o. Ölümü getirdiği yerden ruh ayrıldığında arkasına bakmadan o dar sokaktan ayrılan adamdı o. Can veren birini canını teslim edene kadar izleyip, üzerinde sigarasını söndürebilecek kadar duygusuz biriydi. Fakat şimdi, kollarında küçük bir bedenle ona tanıklık eden bu yolda arkasında bıraktığı arabayı umursamadan yağmura inat yürüyordu.

...

Issız yolda alabildiğine yürüyor yağmura inat. Kollarında ki küçük kızın sarkan saçları rüzgarı davet ediyor dansa. Nefes alışları kızın bir süredir hareketsiz göğsüne inat hızla inip kalkan göğsü, ne kadar zorlandığını gösterse de genç adam yürümeye devam ediyor. Kararlı olan adamlarına gölge düşmüş. Dağınık saçları ıslanmış. Kucağında ki küçük kız her zamankinden daha sessizken genç adam, beyninde ki onu suçlayan düşüncelerle yalnız kalmış. Aynı o küçük kızın içinde ki o suçluluk duygusu gibi... Uzun zaman sonra anlıyor adam gerçekten, küçük kızın gerçekten kendini ne kadar suçladığını ve bunun canını ne kadar yaktığını.

Yürüdükçe ıslanıyor saçları, küçük kızın kirpiklerine her damla düşmesinde adamın taşıdığı bu ağırlık, bir ton artıyor sanki. Ama hiçbir kelime yerleşmiyor dudaklarına. Sessizliği kızdırıyor göğü. Neden üzgün değilsin! Yağmur yüzünü ıslatıyor fakat bu adam yağmura inat, ağlamıyor... Kollarında ki bu kızı annesine götürüyor. Sadece ona emanet edebilir çünkü bu küçük ruhu. Yıllar önce ilk kez kalbine değen, küçük yaralı bedenine inat, acısına inat annesinin mezarı başında bağırarak ağlamayıp, dizleri üstüne çökmeden gülmeye çalışan o küçük kızla ilk tanıştığı yere götürüyor onu. Fakat neden ağlamıyor bu adam?

Yoksa ağlıyorsun da, yağmura mı sığınıyorsun bayım? Görmek istiyorum, en azından giderken... Ben giderken...

Kuralı bozdun, çocuk. Sana gidemeyeceğini, ben izin vermeden öle... Böyle gidemezsin! Bu şekilde olmaz...

Adam, o kelimeyi ilk kez söyleyemiyor. Kendini ölüm olarak adlandıran bu adam, ilk kez adını söylememiyor. Ölemezsin! diyemiyor. Boğazına bir yumru dayanırken, yol kenarında duran bir ağacın altına oturup, küçük kızı kucağına oturtup, başını omzuna yaslıyor. Nefes alışları düzensiz...

...

"Çok sessizsin, Etkin." diye mırıldandı. Kollarını daha sıkarken yanağını kızın başını yasladı. "Hiç olmadığın kadar sessizsin çocuk." derken dişlerini bir birine bastırdı. Neydi bu? Ne oluyordu? Çok uzun zaman önce hissettiği bu acı birden nereden gelmiş ve davet edilmeden oturmuştu yüreğine? Uzun zamandır hissetmediği bu acı... Nereden peyda olmuştu? Bu küçük kız bunu nasıl yapabilirdi? Nasıl giderdi?

BEDEL - Azrail'in Gölgesi (Seri 1/3)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin