Rosé adlı kızı kırdığımın farkındaydım ki kız onu terslememin ardından hızlıca 'peki' deyip masamdan kalkmıştı.
Aslında ona iyilik bile yapmış olabilirdim. Tanımadığı her insana bu kadar güler yüzlü bir şekilde yaklaşmamayı öğrenmeliydi. İnsanlar kötüydü, hatta benden daha kötüydü, böyle iyi davranılmayı hak etmezlerdi.
Kızı umursamamaya çalışarak, teneffüs zili ile beraber sınıfa çıkıp yerime oturdum. Neyse ki o andan sonra garip bir durumla karşılaşmamış. Son dersi de olaysız bir şekilde bitirip bu lanet güne bir nokta koymuştum.
Hızlıca çantamı topladım. Yetişmem gereken bir işim vardı o yüzden çıkışa doğru neredeyse koşmaya başladım. Bir yandan da telefonla annemi aramaya çalışıyordum.
'Alo anne, ben bugün biraz geç geleceğim haberin olsun. Mesaiye kalmam gerekiyormuş.'
'Kızım, çok yorma kendini. Zaten okulun var bir de ne mesaisi tanrı aşkına'
'Bunları sonra konuşuruz. Kapatıyorum ben.' deyip neredeyse yüzüne kapattım annemin çünkü biliyordum ki o her zaman yaptığı gibi çalışmamın hoşuna gitmediğinden bahsedecekti. Ama o da ben de çok iyi biliyorduk ki ben çalışmasam annemin sekreterlik maaşıyla asla geçinemezdik.
Yıllardır annemle yalnız yaşıyorduk. Babam denen aşağılık insanı en son on yaşımda görmüştüm ve bendeki hatıraları hiç de hatırlanmaya değer olmadığından onu hafızamdan silmiştim. Tıpkı bugün benim Rosé denen kıza öğrettiğim gibi o şerefsiz de bana insanlara karşı iyi olmamam gerektiğini, kimseye güvenmemem gerektiğini öğretmişti. Onun yöntemleri benim yöntemlerimden çok daha ağırdı tabi.
Bunları daha fazla düşünmek istemiyordum. O adamı da o adamın bana yaşattıklarını hatırlamaktan da nefret ediyordum.
Gözlerimin ne ara dolduğunu bile fark etmemiştim ancak etrafı buğulu görmeye başlamıştım bile çoktan. Hâlâ hatırladıklarımın beni ağlatmasından da nefret ediyordum.
Neredeyse okul bahçesinden çıkmak üzereydim ancak herkes aynı anda çıktığından oldukça kalabalık olmuştu bu yüzden adım atmakta zorlanıyordum. Yine de hızlı olmak zorundaydım çünkü geç kalırsam patronum tarafından azarlanacağımı biliyordum. Ben etrafı görmekte zorlandığım buğulu gözlerimle kalabalıkta ilerlemeye çalışırken beni durduran bir şey oldu. Hiç beklemediğim bir şey...
Biri kolumdan çekerek arkama döndürüp dudaklarıma yapıştı.
Bu da neydi böyle? Şaşkınlıktan donup kalmıştım. Hareket dahi edemiyordum. Dudağımın üstündeki dudak da hareket etmiyordu.
Bir anda kendime gelip, bir adım geri çekildim. Karşımdaki çocuk öğle arasında beni dans stüdyosunda izleyen piercingli çocuktu. Yüzünde yamuk bir gülümseme vardı, dişiyle dudağını ısırıyordu. Bu gülüşü zaten sınırda olan sinirimi iyice arttırmıştı. Saniye geçmeden bir hışımla ona yaklaşıp büyük bir tokat bıraktım dağıtmak istediğim yüzüne. Tokadın sesi o kadar büyüktü ki az önceki hadsiz öpücüğü yüzünden bizi izleyen tüm okulun; bir anda fısıldaşmaları artmıştı. Hepsinin yüzündeki şaşkınlığı okuyabiliyordum.
Piercingli çocuk ise tokat attığım tarafa doğru kafasını eğmiş, birkaç saniye böyle kalmıştı. Ardından fısıltıyla 'Sen ne yaptığını sanıyorsun?' demişti. Fısıltıya rağmen sesi oldukça öfkeli duruyordu ancak onun öfkesi şu an beni korkutacak en son şey bile değildi.
'Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun?' dedim aynı fısıltıyla. Gözlerimden ateş çıkarabiliyor olsaydım bir saniye bile düşünmezdim üzerinde.
Ve bir anda işe çok geç kaldığım dank etti kafama. İşte şimdi bitmiştim.
'Mahvoldum' dedim fısıltıyla. Bir hışımla arkamı dönüp koşmaya başladım. Arkamda şaşkın bir topluluk bıraktığımın ve yine bu olay yüzünden günlerce konuşulacağımı biliyordum. Tanrı kahretsin.
Bu sırada arkamdan piercingli çocuğun bağırmasını duydum:
'Bu iş burada bitmedi sarışın. Dediğin gibi; mahvoldun!'
Umursamadım.
Oy kullanmayı, yorum yapmayı, seveceğeni düşündüğünüz insanlara önermeyi ihmal etmeyin lütfen.
Sevgiler🎈
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FORGET FOREVER -Liskook-
FanfictionGenç kadının gözlerindeki hayal kırıklığı ve elindeki silah sonun başlangıcıydı, kimse bilmiyordu.