'Arkadaşlar verdiğim ödevi herkes sıra arkadaşıyla takım olarak yapıyor. Karne notunuzu direkt etkileyecek bir ödev olduğunu unutmayın yaparken. İki gün sonraki derste görüşmek üzere'
Edebiyat dersini hayatım en kötü duyurusunu yaparak bitirmişti hoca ve ben son duyduklarımdan sonra her an depresyona girebilirdim.
'Duydun güzellik ödevi beraber yapmamız gerekiyormuş'
Jungkook'un eğlenen sesinin aksine ben çok sinirliydim çünkü en son bana yaptıklarından beri onunla konuşmuyordum ve onunla konuşmadığın her saniye çok daha huzurluydu ki bu huzur yalnızca bir gün sürebilmişti. Ardından ise onunla ödev yapmak zorunda bırakılmıştım.
'Ben çalışıyorum biliyorsun o yüzden okul çıkışı yapamayız. Öğle arası kütüphanede buluşup kimin ne yapacağına karar verelim. Kalanını herkes evde tamamlar. Okulda da birleştiririz.'
Neredeyse yüzüne bakmadan konuşmuş ve cevap vermesini beklemeden gitmek üzere ayaklanmıştım ki Jungkook'un parmakları bileği sardı. İsteksizce ona dönüp ne saçmalayacağını dinlemeye başladım. Bu sırada kimsenin kolunu diğerinden ayırmaması konsantrasyonumu bozsa da belli etmemeye çalışıyordum.
'Küçüğüm küs müyüz yoksa?'
Cevap vermeden yüzüne bakıyordum çünkü bu çocuğun ciddiyetsizliği sinirimi bozuyordu.
'Küsmek falan altı yaşında kalmadı mı ya?' dedi büyük bir kahkahanın ardından. Onun yüzünden hiç azalmayan sınıfın ilgisi tekrar üstümüze yönlenmişti.
Göz devirdim ve yavaşça bileğimi parmaklarından kurtardım.
'Sen kimsin ki sana küseceğim. Anla lütfen artık hayatımda; kendini koyduğun yerde değilsin ve beni sandığın kadar etkilemiyorsun.'
Söylediklerimle beraber yüzündeki sinirin artışını izledim yavaşça.
'Aptal cesaretine sahipsin ve sözlerinin nelere sebep olabileceği konusunda en ufak fikrin bile yok.'
'Boş tehditlerinden sıkıldım.'
'O zaman onları prenses için dolu hale getirme zamanı' dedi Jungkook göz kırparak. Gerçekten bu çocuktan çok sıkılmıştım.
Cevap verme gereği hissetmeden sınıftan çıktım. Neyse ki bu sefer o da uzatmamış ve öğle arasına kadar hiç konuşmamış, birbirimizi neredeyse yok saymıştık.
Öğle arası geldiğinde ise yemekten sonra buluşacağımız konusunda sözleştiğimiz için Rosé'den ayrılmış kütüphaneye doğru yürüyordum.
Kütüphaneye yaklaştığımda kütüphane kapısına yaslanmış Jungkook'u görmemle derin bir nefes aldım. İçimden dualar ediyordum bu işten bir an önce kurtulmak için. Biraz daha yaklaştığımda Jungkook da beni farketmış hızla yanıma gelerek;
'İçerisi çok kalabalık. Orada konuşarak bu ödevi yapmaya kalkarsak kesin linçleniriz' dedi.
Haklı olabilirdi, görev dağılımı gibi mevzuları konuşacağımızdan gürültü çıkarabilir, insanların şikayetlerini duymak zorunda kalabilirdik. Tam sınıfa gitmeyi teklif edecektim Jungkook kolumdan tuttuğu gibi beni çekiştirmeye başladı. Bir yandan da,
'Çok rahat çalışabileceğimiz, sessiz bir yer biliyorum. Orayı daha önce hiç ödev için kullanmamıştım ama olsun' demişti.
'Ne?' dedim gayri ihtiyari. Ödev için kullanmadığı sessiz yeri ne için kullanmıştı ki?
'Malum işler anlarsın ya' demişti o da bahsettiğim şeyi anlayarak ve bunu söylerken arkasına dönüp arsızca göz kırpmayı da ihmal etmemişti.
'İğrençsin'
Yüzümün buruşmasını engelleyemedim. Resmen beni kızlarla yiyiştiği yere ödev yapmaya götürüyordu.
Zemin kata da indikten sonra beni bodruma çekiştiren Jungkook'ta garip bir şeyler olduğunu sezmiştim.
'Tanrım, nereye gidiyoruz?' dedim kolumu çekmeye çalışarak ancak izin vermiyordu.
Saşkınlığımı üstümden atana kadar neredeyse bodrum kata inmiştik ve buranın kötü kokusu, sessizliği ve karanlığı beni çoktan germişti.
Artık çırpınıyor, bağırıyordum ancak Jungkook kolumu bırakmadığı gibi beni çekiştiriyordu.
'Bırak! Ne yaptığını sanıyorsun' dedim ne zaman akmaya başladığını bilmediğim gözyaşlarıyla.
'Uslu dur küçüğüm.'
Onu dinlemeyip bu sefer imdat diye bağırdığımda bir kahkaha atmış ve 'İstediğin kadar bağır burada seni kimse duyamaz' demişti.
Tanrım bu çocuğu bana bela diye mi yollamıştın.
Bir süre sonra beni bir odaya neredeyse atmıştı. Oda karanlıktı, kötü kokuyordu ve havasızdı. Yerden hızlıca kalkıp koluna yapıştım.
'Jungkook bak ben burada kalamam' dedim ağlayarak. Ben karanlıktan korkardım, karanlık beni delirtirdi ve ben karanlıkta iki dakikadan daha uzun bilinci açık bir şekilde dayanabileceğime inanmıyordum.
'Biliyorum ve inan eğlencesi burada. Seni spor salonuna kilitlediğim günkü çığlıkların hâlâ kulağımda.'
Ona olan öfkem bu okulu bile yıkabilirdi şu an ama yok saymayı seçtim.
'Jungkook yalvarırım, bak yalvarırım burada bırakma beni'
O kadar çok ağlıyordum ki şimdiden sesimin kısılacağını biliyordum. Karşımdaki insan olmayacak kadar canavarlaşmış şahısın ise hiç umurunda değildi.
Bu zaman kadar inanmamış ya da anlamamıştım ama Rosé'nin anlattığı kadar kötü biriydi. Tüm bağırmalarım, yalvarmalarıma rağmen beni tekrar yere itmiş, ardından ise kapıyı kilitleyip gitmişti.
'Jungkook lütfen gitme' diye bağırıyordum arkasından ancak durmamıştı, beni karanlıkla baş başa bırakmıştı.
Yerden kalkmayıp cenin pozisyonu alarak kollarımı karnıma sardım. Olabildiğince küçülmek hatta yok olmak istiyordum. Bir yandan hıçkırarak ağlıyor bir yandan ise çoktan gittiğine emin olduğum Jungkook'a yalvarıyordum beni buradan çıkarması için.
Hayatımda daha aciz hissettiğim çok az an olmuştu. Her an delirecek gibiydim. Gözlerimi sımsıkı kapamıştım çünkü açarsam karanlığın bana halüsinasyon göstereceğine emindim. Kaç saat geçti bilmiyordum ama bir dakika bile durmadan ağladığım için yorulmuştum, bilincim kaymaya başlamıştı.
Babam düştü hatıralarıma önce; beni, annemi dövdüğü, bizi sokağa attığı zamanlar. Sonra ise o malûm gece... O küçük çaresiz kızı görüyorum, kendimi... Hıçkırarak ağlıyorum yine karanlık bir gecede ve ellerim... ellerim kan içinde. Haykırıyorum ama duyan yok, gözlerim açık şimdinin aksine ama hiç bir şey göremiyorum.
'Baba' diye bağırıyorum. Hayatımda en çok nefret ettiğim insanın bir ses vermesini bekliyorum ama ses yok.
'Baba' diyorum tekrar ama bu sefer fısıltıyla ve sayıklamaya başlıyorum o lanet kelimeyi
'Baba...'
'Ben karanlıkta boğuluyorum baba'
Bilincim kapalı ama bir ışık görüyorum önce kapı aralığı gibi bir yerden süzülüyor bense hâlâ sayıklıyorum.
'Baba bırakma beni'
'Küçüğüm' diyor bir ses beni kollarına almadan hemen önce ve seslenmeye başlıyor 'Kendine gel'
Sarsılıyorum biri tarafından halim olsa beni sarsmayı bırak ben hayatımın sarsıntısını yaşadım diyeceğim, diyemiyorum.
'Lisa kendine gel' diyor bu sefer aynı ses. Ellerini saçlarımda hissediyorum, okşuyor saçlarımı. Bırak demek istiyorum. Babam da böyle okşardı saçlarımı ve ben bundan nefret ederim demek istiyorum ama açamıyorum ne ağzımı ne gözlerimi.
Sonra birinin beni kucağına aldığını hatırlıyorum.
Sonrası ise tekrar karanlık. Bu sefer bilincim de bana işkence etmek istemediğinden olsa terk ediyor beni. O andan sonra hiç bir şey görmüyor, duymuyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FORGET FOREVER -Liskook-
Fiksi PenggemarGenç kadının gözlerindeki hayal kırıklığı ve elindeki silah sonun başlangıcıydı, kimse bilmiyordu.