15

1K 72 124
                                        

O sırada elinde bir kutu meyve suyuyla Jungkook girdi sınıfa ve elindeki meyve suyunu bana uzattı. Şaşırmıştım ve belli etmemek gibi bir niyetim de yoktu. 

Bunu gören Jungkook 'Ne bakıyorsun? Kavgadan çıktın hararetin vardır diye düşünüyorum. Aslında kendime almıştım ama bugün iyi insan günündeyim biliyorsun' dedi sabahki ceket örtme iyiliğini hatırlatarak. 

Gerçekten iyi gününde falan olmalıydı. Göz devirip elindeki meyve suyunu aldım. Bir yandan da aromasını kontrol ediyordum. Kayısı olduğunu görünce rahatlayıp bir yudum aldım. Tadı bir garipti ancak bunu ağzımdaki kan tadına yorarak umursamamayı tercih ettim.

Bu sırada gülümseyen Jungkook ilişti gözüme. Bugün biraz garipti doğrusu. Bana karşı fazla iyiydi.

'Hayırdır? Düşmanlığı bir kenara mı bırakıyorsun ne bu haller?' dedim aklımdakini direk dudaklarıma dökerek.

Söylediğimle büyük bir kahkaha atan Jungkook sorumu es geçerek bugün hakkında konuşmaya başladı.

'Bugün çok ateşliydin kavga ederken. Gerçi sen dans ederken de oldukça ateşlisin'

'İğrençsin'

'Hey hey hemen kızma. Bir şey demedim. Bugün neden kavga ettin o kızla. Hakkında konuşan ilk kişinin o olmadığını en az sen de benim kadar iyi biliyorsun.'

Göz devirip 'Seni ilgilendirmez' demiştim ancak burada garip bir şeyler vardı.

Bir şey boğazımı sıkıyordu ve nefes alamıyordum. Elim boğazıma gitti. Yüzümün kızardığına emindim. Bu sırada Jungkook'un gülümseyen yüzünü gördüm.

Kulağıma eğilerek 'İntikam vakti, küçüğüm' demişti.  Tam bir pisliksin diya bağırmak istesem de bu mümkün değildi.

Ben her geçen saniye nefes alamadığım için daha kötü olurken o gülerek beni izliyordu. Aptal yaptığı şeyin ciddiyetinin farkında bile değildi.

Çok az bir süre sonra başım dönmeye ve gözüm kararmaya başladığında birazdan bayılacağımı, hastaneye yetişemezsem belki de öleceğimi biliyordum.

'Yap..tığın şey... be..ni.. öl...düre...cek...' zorlukla konuşmamla Jungkook'un yüzündeki ifade değişmişti ancak artık çok geçti.

'Ap...tal...' deyip bayılmıştım.  

...

Boğazımdaki iğrenç tatla beraber zorlukla gözlerimi araladım. Nerede olduğumu bilmesem de tahmin etmek zor değildi; bir hastahane odasındaydım.

Gözlerimin yavaşça ışığa alıştığını hissettiğimde önce kolumdaki seruma bakmış sonra karşımda duran iki siluete çevirmiştim.  Rosé'yi anlayabiliyordum ancak Jungkook'un burada ne işi vardı.

Uyandığımı gören ikili hızla yanıma gelmiş; Rosé elimin hemen yanına çöküp elimi tutmuştu.

'Lisa iyi misin? Nasıl hissediyorsun? Ağrın falan var mı?'

Rosé'nin sıraladığı soruların hepsine 'İyiyim' dedim kuru sesimle. Bu sırada gözüm Jungkook'a ilişti. Ellerini cebine koymuş, sessizce ve pişkinlikle beni izliyordu.

Varlığını umursamamaya çalışıyordum ama hangi yüzle buraya geldiğini sormak, yüzüne bağırıp çağırıp onu buradan kovmak da en çok istediğim şeylerden de biriydi.

'Anafilaksiye girmişsin. Eğer geç kalsaydık ölebilirmişsin Lisa' dedi yanımdaki güzel arkadaşım sesindeki korkuyla.

'Biliyorum.'

Konuşmaya mecalim yoktu açıkçası. Sanki her söylediğim boğazıma batıyor gibi hissediyordum.

'Birileri bana gizli gizli şeftali yedirmiş ya da içirmiş olmalı. Yoksa ben çok dikkat ederim' dedim sesimdeki imayı saklama gereği hissetmeden ve gözlerimi Jungkook'a dikmiş bir şekilde.

Ardından 'Rosé'ye dönüp bizi biraz yalnız bırakır mısın' diye sordum. Rosé kafasını sallayıp çıkmıştı.

'Ne yaptığını sanıyorsun sen? Ne işin var burada?' 

Jungkook bana cevap vermek yerine omuz silktiğinde gerçekten sinirimin tepeme çıktığını hissediyordum.

'Ölebilirdim aptal! Çocuk oyuncağı mı sandın bunu?' diye bağırdım bu sefer.

'Umurumda sanıyorsun. Bu sana ders olsun sarışın. Neler yapabileceğimi gör ve bundan sonra ona göre davran'

Tanrım bu çocuk tam bir aptaldı.

'Ne var biliyor musun? Beni en fazla öldürebilirsin ve onu bile beceremedin. Senden korkmuyorum. Yaptığın hiç bir şey de umurumda değil' 

Aslında korkuyordum ve bu yılın bir an önce bitmesini istiyordum ama bunu ona belli etmek gibi bir niyetim yoktu. O da söylediklerime inanmış olacak ki sinirden çenesi kasılmış hızla yanıma gelerek gözlerimin en içine ateş saçan gözleriyle bakmaya başlamıştı.

'Fazla korkusuzsun güzelim ama yapabileceklerimi henüz bilmiyorsun. Seni öldürmek en acısız yol olduğu için bunu tercih etmedim' 

Sesi fısıltılı ve korkutucu çıkmıştı ve üstelik çok yakınımdaydı. Kendime itiraf edemesem de bu kadar yakınımda olması kalbime iyi gelmiyordu o yüzden omuzlarında onu ittim ve en korkusuz ifademi takınarak; 

'Söyleyeceklerin bittiyse defol' dedim. O da bunu söylememi bekliyormuş gibi hışımla kapıya dönmüş; kapıyı büyük bir gürültüyle çarpıp gitmişti.

Hemen ardından Rosé tereddüt ederek içeri girmişti.

'Ne oldu burada? Jungkook'un bedeni sinirden alev alacak gibiydi'

Rosé'nin söylediklerine karşı sadece omuz silkmiştim. Jungkook umurumda değildi.

'Seni kucağında buraya getirirken o kadar endişeliydi ki! Ne konuştunuz da böyle çıktı buradan?' diye sordu tekrar Rosé.

'Beni buraya o mu getirdi?'

Kafa sallayarak beni onaylayan Rosé'nin ardından düşüncelere dalmıştım. Jungkook'u anlamıyordum önce ceketini üstüme örtüyor, sonra beni öldürmeye çalışıyordu, sonra benim için endişelenip beni hastahaneye götürüyor, ardından tehdit edip çıkıyordu.

Kendi düşüncelerime daldığımı gören Rosé sessizliği bölmek istermiş gibi öksürüp,

'Bütün okul sizi öyle gördü. Yani onun senin için ne kadar endişelendiğini falan. Görmen lazımdı 'küçüğüm' diye mırıldanıp duruyordu'

'Ee yani Rosé?' dedim göz devirerek.

'Yani bütün okul bi süre sizi konuşacak ve Sana'nın saçma hareketlerine maruz kalabilirsin, haber vermiş olayım.'

Tanrım, bu yıl başıma gelenlerin neden bir sonu yoktu! Cidden ağlamak istiyordum.

'Sizin aranızda bir şey mi var?' Rosé'nin sesi çekingendi.

'Bir şey derken?'

'Ho-hoşlantı falan yani?'

Bunu duymamla ortama büyük bir kahkaha attım. Bu hayatımda duyduğum en komik şeydi. Biz birbirimizden ölesiye nefret eden, iki sıra arkadaşı bile olmayı beceremeyen bir ikiliydik.

'Saçmalama' dedim kahkahamın arasından.

Ve çıkış işlemleri için hazırlanmaya başladım.

FORGET FOREVER -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin