Ellerim silahı tutuyorken durmak istemiyordum ama karşımda yere çökmüş, aşık olduğum adamın önünde de kendimi öldürmek istemiyordum.
Bu kadarını ona yapamazdım.
Kendim için değil onun için indirdim silahı yavaşça ve etrafıma ne zaman toplandığını anlamadığım insanlar bir anda beni alkışlamaya başladı. Şaşkındım. Onun gözlerine o kadar dalmıştım ki insanları fark etmemiştim bile.
Yavaşça oturduğum yerden kalktım. Benimle beraber Jungkook da çöktüğü yerden kalkmış, yanıma gelmişti.
'Teşekkür ederim' diye mırıldandı iki elimi de ellerinin arasına aldıktan sonra, gözyaşlarının ıslattığı buruk gülümseme kondurduğu yüzüyle. Konuşmak istemiyordum. Cevap vermeyişime karşılık kollarını sardı bana; o kadar sıkıyordu ki bir an nefes alamadığımı hissetmiştim. Yavaşça uzaklaştırdım onu kendimden. Bana sarılmasını istemiyordum.
Ona sarılmayı, onunla göz göze gelmeyi, onun ellerini tutmayı, onunla konuşmayı; kısacası ona dair hiç bir şeyi istemiyordum. Neden böyle hissettiğimi dahi bilmiyordum ama ona dair her şey, bana sadece zarar veriyordu. Bu yaptığı kötülüklerden çok daha farklıydı. Yaşadığım ve duyduğum şeyler o kadar ağırdı ki onun varlığı ruhumdan çalıyor gibi hissettiriyordu.
Ellerimi çektim yavaşça ellerinin arasından ve onu arkamda bırakarak hastaneye, annemin yanına gitmek üzere yürümeye başladım. Peşimden gelmemişti; gelmesini istemiyordum da.
İkimizin de birbirimizin bulunmadığı yerlerde biraz nefeslenmeye ihtiyacı vardı.
Yaklaşık bir hafta annemle hastanede kaldığım için okula gitmemiştim. Jungkook ise okula gitmiş ancak her gün okuldan çıkar çıkmaz yanımıza uğrayarak bir isteğimizin olup olmadığını sormuştu. Annemle çok iyi anlaştıklarını görebiliyordum ancak bizimle yakından ilgilenmesi vicdanımı daha da ağırlaştırıyordu; onu evde bekleyen bir annesi yoktu.
Biz ise neredeyse hiç konuşmuyorduk. Jungkook her gün yanımıza gelse de benimle konuşmaktan kaçınıyordu nitekim ben de öyle yapıyordum. Yüzüne bile bakmak istemediğimden bazen onu bana bakıyor olarak görsem de anında kafamı çeviriyor, gözlerimi kaçırıyordum.
O kadar yorulmuştum ki sadece ondan değil tüm gerçeklerimden hatta tüm benliğimden kaçmak istiyordum.
Geçen bir haftada benim dışımdaki her şey iyiye gidiyordu. Annem tamamen iyileşmişti; yarından itibaren işe bile dönebilecekti o yüzden ben de bugün okula dönecektim. Babam denen şerefsiz ise dün yargılanmış; şartlı tahliye edildiğinden eski cezası ve son yaptıkları ile beraber otuz yılı aşkın ceza almıştı. Kabus bitmişti; ancak öyle hissettirmiyordu çünkü hiç bir koşulda şu an olduğumdan daha kötü hissetmem mümkün değildi.
Evden çıkmış beni bekleyen Rosé ile beraber okula yürüyorduk. Konuşmuyordum, gülmüyordum aslına bakarsanız her hangi bir yaşam belirtisi göstermiyordum; nefes almak dışında. Rosé ise şimdi yaptığı gibi beni eğlendirmeye çalışıyor, yanımda olduğunu hissettirmek için insan üstü çaba harcıyordu. Birilerinin benim için endişelenmesi hâlâ oldukça garip hissettirse de bu bir haftalık süreçte Taehyung, Jimin ve Rosé benim için endişelenmiş; ellerinden geldiği kadar yanımda olmaya çalışmışlardı. Onlara müteşekkir olsam da bunu hissettirebildiğimi düşünmüyordum.
Hastane ziyaretlerinde gördüğüm kadarıyla Jungkook da Taehyung ve Jimin ile arayı düzeltmişti. Onlar adına mutluydum; ne yaşarsak yaşayalım Jungkook'un mutlu olmasını istiyordum.
Her şey bu kadar düzelmişken benim gram düzelmemem ise başlı başına bir mevzuydu. İyi olmak istiyor muydum onu bile bilmiyordum. Bazen hastanenin önünde bankta kendimi öldürmeye çalışırken Jungkook beni engellemeseydi nasıl olurdu diye düşünüyordum.
![](https://img.wattpad.com/cover/294866228-288-k582699.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FORGET FOREVER -Liskook-
FanfictionGenç kadının gözlerindeki hayal kırıklığı ve elindeki silah sonun başlangıcıydı, kimse bilmiyordu.