Bölüm 14 Azap

1.6K 135 8
                                    

Hayatın sonuna geldiğimi zannettim an anlamıştım, her şeyin yeni başladığını.
Ölüm neydi benim için? Bayılmak kadar basitti belki de, gözlerimi  kapatıyor, uzun bir süre uyuyor fakat elbet bir gün gözlerimi açıyordum. Ama bu sefer ölüm benim için çok farklıydı sanki ölüm değildi bu, ölüm bu kadar basit değildi fakat esas ölüm buydu. Ben hep öldüğümü zannediyordum ama esas şimdi ölüyordum, tabi bugüne kadar hayata geçirdiğim tırnaklarını geri çekmediğim müddetçe. Gece mavisi gözlerim aralandı, merdiven başında saçları dağınık, yataktan yeni kalktığı belli olan yeşil gözlü adam. Yeşil gözlerini korkuyla mavi gözlerime dikmişti, özel üssün neredeyse bütün öğretmenleri aşağı inmişti, hepsi şok içinde önce cesetlere sonra da  üzerimdeki canavara bakıyordu. Neydi o canavar? Vampir gibi dişlerini çıkarmış, ve saplamıştı. Yaratık gördüğü tanrı ve tanrıçalarla gerildi ama  üzerimden kalkmadı. Aksine daha hızlı emmeye başladı, mavi gözlerim yalvararak o yeşil gözlerden yardım dileniyordu.  Kanımın çekildiğini hissediyorum, giderek gözlerim kararıyor ölüme bir adım daha yaklaştığını hissediyordum.
Gözlerim kapandı, her şey karardı, öldüğümü sandım, belki de öldüm. Kim bilir?
****
Gözlerim aralanırken boynumdaki ağrıyla inledim, hareket ettirip doğrulduğumda berjerde uyuyakalmış adama şok içinde baktım, yaşıyordum? Ölmemiştim, o lanet canavar beni öldürmemişti, yeşil göz koltukta uyurken kaşları çatılıydı, huzursuzca kıpırdanıp odada gözlerini gezdirdi, gözleri bana çevrildiğinde ayağa kalktı. "Nasılsın?" Sorusuyla yüzümü buruşturdum. "Her yerim ağrıyor." İç çekip koltuğa tekrardan oturdu, "Hayatta kalman bile şanstı, sen neden odandan çıktın ki? Ne halt yiyordun gecenin o saatinde dışarıda?" Kaşlarım aniden çatıldı, benimle böyle konuşma cüretini kim veriyordu? Öğrencisi olmam benimle dilediği gibi konuşabileceği anlamına gelmiyordu.
"Bana bak!" Diye hiddetle bağırdığımda kaşları kalktı, kendimi bugüne kadar tutmam bile aptallıktı. "Güçlü olabilirsin, benim badim olabilirsin ama önce karakterini sorgula. Benden yaşça büyük olmana rağmen benimle konuşma şekline çeki düzen ver, ben senin basite alacağın biri değilim. O herkese finoluk yapan kızlardan hiç değilim, anladın mı beni yeşil göz? Ben sana saygı duyuyorum, sende bana saygı duy. Gece dışarı çıkmamın sebebi çığlık sesiydi. Afta'nın çığlığını duydum, bir kaç kez art arda. Dayanamayıp çıktım." Tatmin olmuş bir şekilde bana bakarken sesini çıkarmadı. Etrafta göz gezdirdiğimde onun odasında olduğumu fark ettim, onun odasında, onun yatağında. "Neden bu oradayız?" Sorumla ayağa kalktı, "Keyfim öyle istedi." Gözlerimi devirip ayağa kalktım, yatağın karşısındaki aynadan boynuma baktım, yeşil damarlar belirginleşmişti.  Çevirirken çok az sızlıyordu ama idare edilemeyecek gibi değildi. "Mühür ne?" Sorumla aniden bana döndü, gözlerime dehşetle bakıyordu. Yanıma adımlayıp önümde durdu. "Mührü nereden öğrendin?" Yanlış bir şey mi demiştim? Korkuyla gerilerken o bana doğru geliyordu, sırtım duvarla buluştuğunda korkuyla gözlerine bakıyordum. "Emin değilim ama o yaratıktı sanırım. Bir kaç gündür biri bana Mühür soruyor. Lidya ismimi kullanarak mührü soruyor, bana küçüğüm diyor." Dikkatle gözlerime bakarken devamını bekliyordu, "Son defa seslendiğinde  "Açılışı bu gece senin için yapacağım küçüğüm. Devamı gelecek, sadece sabret. Lidyam" dedi. Sesini duymadım ama bana seslenenin o canavar olduğuna eminim, yeşil göz!" Diye adeta çığlık attım, benim yüzümden! O kadar kişi benim yüzümden ölmüştü, gözlerim dolarken ellerim saçlarıma gitti, saçlarımı çekiştirirken yanından geçip yatağa oturdum. "Lanet olsun, onlar benim yüzümden öldü. Kast ettiği şey onlardı, açılışı buydu." Sinirden kaskatı kesilirken o donuk bir şekilde bana bakıyordu, kapıyı açıp biriyle konuştu, tahmin ettiğim kadarıyla bir muhafızdı. İçeri girdikten bir kaç dakika sonra kapı aniden açılmıştı, Ardil girmişti. Yeşil gözle bir kaç dakikalık fısıldaşmanın sonunda dehşetle bana bakmaya başlamıştı. "Onu yer altına götürmeniz gerekiyor. Hades'e." Yeşil gözün dediğiyle Ardil başını onaylamaz şekilde salladı. "Olmaz, Hades tam bir kız avcısı. Viata'yı oraya götürürsek bir daha bırakmayabilir, kız fazlasıyla zarar gördü ona dikkat etmemiz gerekiyor." Yeşil göz stresle saçlarını karıştırıp Ardil'in karşısına dikildi, "İyi de her geçen gün daha çok tehlikeye giriyor! Kızın içinde bir sürü tanrıça var, kim bilir daha kimler çıkacak." Ardil bir süre gözlerini bende dolaşırdı, "Ya Demeter'de çıkarsa?" Sorusuyla yeşil göz bir an duraksadı, Demeter bildiğim kadarıyla doğa tanrıçasıydı, doğanın koruyucusuydu. "İşte o zaman onu biz bile koruyamayız. Mühürün yeri onunla alakalı bir yerdedir." Ardil başını onaylamaz şekilde salladı, dedikleri şeylerden hiç bir şey anlamıyordum! "Onu dışarı çıkarmayacağız, her şey net bir açıklığa kavuşana kadar bu üsten dışarı çıkmayacak." Dedikleriyle gözlerim aniden açıldı, böyle bir şey olmayacaktı! "Hayır! Kabul etmiyorum, beni buraya tıktığınız yetmedi şimdi de kapıya çıkmama da mı izin vermeyeceksiniz? Yeşil göz, bu üssü yakarım! Duydun mu yakarım, sadece kendimi değil, bu koca binadaki herkesi dışarı çıkartırım!" Tehtidimle Ardil gülerken yeşil göz gözlerini devirdi. Bunu yapacağımı biliyordu ki bu gidişle bu binayı yakacaktım.
"Küçüğüm?"
Aniden duyduğum sesle gözlerim kararırken bedenim geri yığıldı, "Mühürün yerini hala söylemeyecek misin?"
"Bilmiyorum, yemin ederim bilmiyorum." Zorlanarak fısıldadım, nefesim kesilmişti, hiç bir yeri göremiyordum.
"Gördüklerin yetmedi sanırım? Sınırları zorlamak istiyorsan bunu senin için seve seve yaparım Lidyam."
"Yapma, kimseye zarar verme. Bilmiyorum, mühür nerede bilmiyorum." Çırpınırken karanlıkta tutunacak yer arıyordum ama ne bir yer görebiliyor ne de bir şey duyabiliyordum. Onun o lanet sesi hariç, çocuksu kıkırtılar karanlıkta yükseldi,
"Hadi ama bebeğim, sen ateşin kızısın, sen ateşsin, sona erdirensin."
Sonra ses kayboldu, ateş demişti bana.
Sen ateşsin sona erdirensin...
Gözlerim aniden açılırken nefes nefeseydim, hala yerde yığılı bir şekildeydim, yeşil göz ve Ardil tepemde endişeyle bana bakıyordu, "Delireceğim! Ne mührü bu? Ayrıca neden benden istiyorlar, koskoca evrende, hatta evrenlerde mührün yerini bilen tek ben mi kaldım?" Ardil belimden tutup kaldırdı, "Sen ne biliyorsan bizde onu biliyoruz Viata." Ardil isyanıma cevap verirken koltuğa oturtup yeşil göze bir kaç şey fısıldadı, bunlar ne ruhsuz adamlardı be! Yanlarında merakından ölebilecek kapasitede kız var bunlar fısır fısır konuşuyor, Allah'ın gudubetleri. Sanırım uzun bir süre bu odada kalacaktık!
*****
Yanağımda hissettiğim dokunuşla sıçrayarak uyandım, yeşil göz bıkkın ifadesiyle beni kaldırmaya çalışıyordu, bu adamın yine ne derdi var? "Yemek geldi, kalk ye." Koltuğun üzerindeki tepsiyi işaret ettiğinde yüzümü buruşturdum, gördüklerimden sonra bir şey yiyebileceğimi sanmıyorum. "O kanlı görüntülerden sonra bir şey yemek istemiyorum." Dedim. Ardından yorganı tepeme kadar çektim, karnım ağrıyordu ve bu acı beni öldürecek denliydi.
"Sabrımı sınama, yemeğini ye."
"Kıt beyinli uyuz herifi aç değilim diyorum!"
"Kızım inat etme ye işte! Açlıktan gebereceksin." Bir eliyle kolumu diğer eliyle belimi kavrayarak kaldırdı. Ellerini iterken sonunda kaldırmayı başarmıştı. Yemek yemek istemiyorum, midem en ufak lokmayı dışarı çıkaracak gibiydi. Tepsiyi kucağına koyup yanıma yerleşti, tepsiyi bağdaş kurduğum bacaklarımın üzerine koydu, dik dik bana bakarken yememek için inat ediyordum. "Yedirmemi mi istiyorsun?" Alayla dediği şeyle istemsizce güldüm, gözlerine meydan okuyarak baktım. "He, desem yedirecek misin?" Dediğimle kaşları havalandı. Çapkınca gülümsedi, bu adamın bu bakışları hayra alamet değildi. Yeşil yeşil bakıyordu zaten!
Adamın gözleri yeşil aptal!
Olabilir, ama yine de yeşil bakıyor.
Yeşil görüyor de de tam olsun Viata! Sen iflah olmazsın!
Eyvallah!
Yeşil göz, "Yedirmemi mi istiyorsun?" dediği an gözlerim aniden açıldı. Bu adam ne diyordu böyle? Ben mi onun bana yemek yedirmesini isteyecektim? Onun elinden cennetten gelen Kevser suyunu bile içmem ben! Yüzümü buruşturup tabaktaki kuruvasanı ağzıma attım. Sinsice gülüp kalktı, balkona çıktığında sinirle ona bakmayı sürdürüyordum. Beni delirtmeyi ve lafını geçirmeyi çok iyi biliyordu, huysuz herif! "Aptal!" Diye inlediğimde kaşları havalandı, o derin bakışları altında eziliyor kendime gelemiyordum, niye böyle bakıyor bu adam? Yeşil yeşil bakıyor, çok tuhaf. "Terbiyesiz çocuk." Çocuk mu demişti o bana? Bana çocuk mu demişti?! Bana? O yirmi beş yaşındaydı bende on altı aramızda dokuz yaş vardı, pek büyük bir fark değildi! "Çocuk mu? Çocuk senin..." Balkondan çıkıp ağır adımlarla yanıma ilerledi, önümde durup bana doğru eğildi, "Çocuk benim? Hadi, devamını söyle. Tabi cesaretin varsa."
Gözlerim öfkeden kısıldı, "Sen... Sen benim cesaretimi sorgulayamazsın! Çocuk senin o pis egondur! Adi herif, haysiyetsiz yeşil gözlü ucube!" Ağzıma geleni sayarken o benimle eğleniyor gibiydi. Allah'ım delireceğim! Bu adam beni sınamak için mi vardı?! Bu ne böyle, derin nefes aldım, sakinleş.
Çok aptalsın Viata, adam seni sinirlendirerek lafını geçiriyor.
Gösteririm ben ona, balkona çıktığımda esen rüzgarla afallamıştım. Hava sıcak duruyordu, güneş tepedeydi fakat havada kar soğuğu vardı. İrkilip geniş balkonun en ucuna ilerleyip demir korkuluklara yaslandım, burası ormana bakıyordu tam altında ise benim ufak balkonum vardı. Daha önce balkonuma çıkmadığım için tepemdeki terası görmemiştim. Rüzgar saçlarımı çehremin etrafına saçıyordu, gözlerimin önüne gelen bir tutam saçı geri itip gülümsedim, yüzüme vuran rüzgarın tenime değişiyle keyif aldım. İnsanların sinirini bozan şeyler benim hoşuma giderken benim hoşuma gitmeyen şeyler onların sevdiği şeylerdi. Mesela insanlar rüzgardan nefret eder, maşalı veya jöleli saçları bozuluyor diye ama ben aksine keyif alıyordum. İnsanlar kışı seviyordu fakat ben nefret ediyordum, çünkü insanlar kıştan haz alıyor, soğuk olmasına rağmen sokaklara çıkıp kar topu adını verdikleri beyaz topla canlarını acıtarak ve soğuğa katlanarak eğleniyordu. Rüzgarda soğuktu lakin rüzgar insanların evlerine sığınmasını sağlıyordu, bütün sokaklar benim oluyordu, rüzgarın esmediği bir kısma geçer sokakta tek başıma yardım. Korkum yalnızlık değildi, korkum insanların ta kendisiydi. İnsanın olmadığı yer bana huzur verirdi, insan yoksa tehlike de yoktur.
Huzurla nefes alıp kollarımı birbirine dolayıp göğsümde topladım, yaşadığım acıyı ve korkuyu bir kaç dakikalığına unuttum, hiç yaşanmamış gibi, hiç yaşamamış ve devamı gelmeyecek gibi her şeyi zihnimden sildim. Kendime odaklandım, şu ana odaklandım. "Mazoşist olduğuna eminim artık." Bu anı bozan yeşil gözün sesiyle kaşlarım çatıldı, arkamı döndüm, dik dik ona bakarken o bana inanamaz gibi bakıyordu. "Kendine eziyet etmen hoşuna mı gidiyor? Bu soğukta balkona çıkman ne iş?" Gözlerimi devirdiğimde sinirle gözleri koyulaştı, dişlerini sıktı, "O gözlerini devirme, oyarım onları." Diye beni tehdit ettiğinde dil çıkardım, "Doğan'ın yanına gitmek istiyorum." Terasın kapısını kapatıp perdeyi çekti, Doğan zaten iyi durumda değildi, ayrıca onun yanında kendimi güvende hissediyordum, yeşil göz alayla, "Ne güzel, bende çok şey istiyorum ama olmuyor." Seslice oflayıp kendimi koltuğa attım, canım sıkılıyordu, onunla aynı odada olmak kabus gibiydi zaten! Dışarıdan gelen gürültüyle kapı açıldığında olduğum yerde sıçradım. İçeri giren Doğan'la dudaklarım keyifle yana kıvrıldı, yeşil göz bana inanamaz gibi bakıyordu. Bazen hayat bana gülüyordu, sıkıca bana sarılırken gülümseyip aynı şekilde bende ona sarıldım, "Bir şeyin yok değil mi? Canavar sana saldırmış," geri çekilip yüzümden başlayıp beni kontrol etti, boynumdaki yarayla kaşları çatıldı, eli oraya gitti ama cesaret edemiyor gibiydi. " Canını yaktı mı? Çok korkuttu mu seni?" Başımı hayır anlamında salladım, benim için endişelenmesine gerek yoktu. "İyiyim, ne yaptığını bilmiyorum zaten kendimde bile değildim. Ne olduğunu hatırlamıyorum." Sıkıntıyla nefesini verip önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı, yeşil göz pür dikkat bizi izlerken onu görmezden geliyordum. Tekrardan sarıldığında aynı şekilde karşılık verdim.
****
"Viata?"
"Hı?"
"Uyuyor musun?"
"Sence?"
Sağ gözümü aralayıp sol gözümü sıkıca kapattım, gözüme vuran ışıktan vampir misali kaçtım, perdenin arkasından vuran güneş ışığına küfredip üzerimdeki pikeyi tekmeledim, yataktan doğrulduğumda Doğan yarı uyuyor haldeydi, cüsseli bedeniyle berjere yayılmıştı, bacakları aşağı sarkıyor, mayışmış gözleriyle beni izliyordu. Yeşil göz ise terasta oturuyordu. Sesimizi duymamıştı, üzerinde dünden kalan kıyafetleri vardı. "Of!" Diye inledim. Canım sıkılıyordu, yeşil gözün bakışları bir kaç saniyeliğine bana dönmüştü, ardından içeri girip kapıyı kapattı, Doğan hala kendine gelememişti. Kapı açıldığında hepimizin bakışları kapıya çevrildi, Azad gelmişti. Yeşil göz sinirle kaslarını çattı, "Burası iyice hana çevrildi, gelen geçen giriyor. Viata'nın burada olduğunu açık ediyorsunuz!" Diye, adeta gürlediğinde Azad gözlerini devirdi. Doğan doğrulup bana ufak bir tebessüm etti, "Aşağı inmemiz gerekiyor." Yeşil göz başıyla onaylayıp odadan çıktığında kaşlarım hayretle havalandı, peşine odadan çıktığımda Doğan beni durdurmak için seslenmişti ama çok geçti, gördüklerim beni dehşete sokmaya yetmişti. Her yer kan içindeydi, hizmetliler canla başla duvarlara değişik bir kalem sürerek temizliyordu. Değişik giyinimli muhafızlar Yeşil gözle konuşuyordu, bakışları bir an bana döndüğünde sıkıntıyla nefes verip konuşmasını yarıda kesti, bana doğru ilerlerken kolumu tuttu. "Niye çıkıyorsun?" Donuk bakışlarım asansördeki cesetlere çevrildi, "Başımın belası!" Diye tıslayıp kolumu kavradı, beni tekrardan odasına soktuğunda afallamış haldeydim, beni dışarı çıkarmamasının nedenini şimdi öğrenmiştim, o canavar o gece neredeyse herkesi öldürmüştü. Geride bıraktığı enkaz temizleniyordu ve bu süreçte beni odamda tutamazdı çünkü odam herkesin ortak hedefi olmuştu. Delireceğim! Sakın ol Viata, sakin. Geçecek, geçecek!
Onca canı bir yaratık mı almıştı?
Ben neden ölmemiştim?
Ya çok şanslıydım ya da çok şanssız.
Ama şanslı olsaydım bu kadar enkaza maruz kalmazdım.
Esas ölüm zaten kıyısından geçtikten sonra yaşanmaz mıydı?
Kötü bir olay yaşarım ve o olayda sağ kalırım lakin o olay gecemi gündüz edip beni rahat bırakmaz beni en derin kuyulara atardı.
Aynı yıllar önce o adamın bana yaptıklarından sonra olduğu gibi.
"Benim yüzümden." Diye fısıldadım. Yeşil göz kaşlarını çatmış, yüzümü izliyordu. Dediğime anlam vermeye çalışıyordu, o canavar benden bir mühür istemişti. Geçmişimde olan ama benim bilmediğim bir mührü istemişti, bilip sakladığımı düşündüğü için buradaki çoğu masumun canını almıştı. Neydi bu mühür? Bunca insanın canından değerli kılan şey neydi? Bu düşünceler beni rahat bırakmayacaktı, ne yapacağımı bilmiyor, kime yaşanacağımı ayırt edemiyordum. Öyle bir çıkmaza girmiştim ki çıkışını görüyor ama ulaşamıyor gibiydim, o kadar acizdim. "Onca insan benim yüzümden öldü, ölmeye devam edecekte, hepsi benim yüzümden." Ellerimi saçlarımın arasına daldırdım, sertçe çekiştirirken gözlerimin önünde o anlar bir bir canlandı. O cesetler, uzuvlar, açıkta kalan gözler, duvarları boyamış olan kanlar ve son çığlıklar. Hepsi bir bir geçti gözümün önünden, bu azapla nasıl yaşayacaktım? Etrafımdakiler beni azad etse bile ben kendimi nasıl affedecektim, bu yükü nasıl taşıyacaktım. O canların telafisi yoktu, alınan hiç bir intikam bu olayı çözemezdi, onlar ölmüştü, ebedi bir boşluğa gömülmüştü ve benim tek yaptığım şey badimin odasına sığınmaktı. Bu muydu ölümün onlara verdiği son hediye? Bu mu Azrailin canlarını aldıktan sonra verdiği armağan? Bu muydu ölümlerinin bedeli. Adil değildi, onlar en azından artık burayla bağlantılı değildi fakat o anları gören bana ne olacaktı? Çok bencilceydi biliyorum fakat bu kadarı fazlaydı, onlar öldüyse benim de ölmem gerekirdi, mazoşist değilim, intihara meyilli de değilim lakin hakettiğim bu değildi, bunca yaşanmışlıkların bedeli, bir karışılığı olmalıydı. Bana ya çok büyük, gözümü boyayacak bir armağan verilecekti, ya da her şeyi unutturup beni derin bir kuyuya gömen ölüm verilecekti. Çünkü her şeyin bir karşılığı, bir bedeli olur.
Devran illa ki döner.
Ve bir dahaki sefere sığınan taraf ben değil onlar olacak..

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin