Bölüm 11 Gözlerindeki Hüzün

1.7K 158 2
                                    

Oy vermeyi unutmayın güzellerimm.

"Adam yağmur yağıyor! Bu yağmurda nereye çıkıyoruz?"
"Sarayda her yanda muhafız var! Bana anlatamadığın sırlarını muhafızlara mi duyuracaksın?" Bu lanet adam niye hep haklı? Ağaçlıkların arasına girip ilerlediğimizde kuru olan bir ağacın altına geçtik, saçlarım sırılsıklam olmuştu, üşüyordum. Üzerindeki ceketi çıkarıp üzerime örttüğünde gözlerimi devirdim. "Bu yağmurda beni dışarı çıkarıp ceketini vermen ne kadar centilmence bir davranış." Başını göğe kaldırdı. "Allah'ım sen bu kızı bana imtihan olarak mı yolladın?" Başını indirip gözlerini gözlerime kenetledi. "Şimdi, anlat. Yoksa seninle ilgili bin bir çeşit düşüncelerim durmayacak." Allah'ım sen bu adamın canını al, çünkü öldürsem çok günaha gireceğim. Benden önce Azrail gelse de bu adamın canını alsa. Sessizce yere oturdum, bacaklarımı karnıma kadar çekip ellerimi doladım. "Yıllarca sokakta yaşadığımı zaten biliyorsunuz, bir gece çok açtım. Bir lokantaya gittim, adamdan yemek istedim, vermedi. Çok ıssız bir yerdeydim zaten. Beni kapı dışarı edince başka yerlere saptım. Karşıma bir adam çıktı, sarhoş bir adam." Gözlerim doldu, o anlar bir bir canlandı. "Ne olur bırak! Yalvarırım bırak!" İrkildim, gözleri gözlerime dikkatle bakıyor, bir şeyleri çözmeye çalışıyordu. "Saldırdı bana, çok tepindim. Yardım istedim, çığlık attım! Ama kimse yardım etmedi, o adam o gece istediğini aldı." Dediğimle, gözleri hayal kırıklığı doldu, "Yerde bir bıçak buldum, beni öpmeye çalışan dudaklarına sapladım önce. Yanağına, ellerine her yerine çizik attım. Bilincini kaybedince ellerini kestim, lakin o gece polisler geldi. Islah evine götürdüler beni." Hıçkırmaya başlamıştım, hadi ama Viata, bunlar yaşanmış şeyler. Ağlamaman gerekiyor. "Öldürdüğüm adam oranın müdiresinin oğluymuş, kadın bana iki yıl boyunca sadece işkence etti. Bazen bıçaklıyor, bazen yemek vermiyor, bazen saatlerce dövüyordu. Son gece, bir gece çığrından çıktı, bir adamını bulunduğum hücreye yolladı. O adam, o lanet adam bana yine dokundu! Küçüktüm, kendimi koruyamadım. Ona karşılık veremedim!" Hızla ayağa kalktım, dibine girdim. "Merak ediyorsun ya, işte! Merak ettiğin bunlar, ben o gece o adamı da öldürdüm. Nasıl yaptığımı bilmiyorum ama o da öldü. Oradan kaçtım, yıllarca sokakta yaşadım! Yıllarca vicdan azabı çektim ben! Lidya, ben. Lidya benim küçüklüğüm ve ben küçüklüğümü koruyamadım!" Diye gürlememle gökyüzüne karanlık çöktü, göğsümdeki acı belirdi, ardından karanlığın içinde güneş belirdi, bedenim geri yığılırken yeşil gözün elleri belime yerleşti. "Sakin, geçti tamam mı? O adamlar öldü, bir daha sana yaklaşamazlar. Hem sen Lidya'yı korudun, o adamları öldürdün. Bu Lidya için bir ödül değil mi?" Ben şok içinde gökyüzüne bakarken uğultu geliyordu. "Yeşil göz, ben sana hep yeşil göz diyorum. Sen neden bana hiç ismini söylemiyorsun?" Güldü, tek görebildiğim şey gözleriydi, gerçekten. Bu adam niye bana hiç ismini söylemedi. "Ayaz Pars."  Dedi. Ne? Oha isme bak! "Çüş isme bak." Dediğimle kahkaha attı, yanağımı okşuyor sakinleşmem için uğraşıyordu. "Herkes bana Pars diyor ama." Dediğiyle gülecek gibi oldum, alnımda ve göğsümden boynuna ulaşan ufak bir sızı vardı. "Ben sana Ayaz diyeceğim o zaman. Ya da yeşil göz diyeceğim. Hangisini desem? Hepsi yakışıyor zalimin oğlu." Bir kaç defa öksürdüm, birden ağzımdan kan gelmesiyle beni yan çevirip sırtımı sıvazladı. "Aspar! Biri buraya baksın!" Diye adeta gürledi, telaşla dışarı çıkan ekip etrafı taradı gözleri bize ulaşınca dehşetle bize baktılar. Gözlerim yavaş yavaş kararırken nefes almaya çalışıyordum. "Sana son bir şey diyeceğim." Bir kaç öksürüğün sonunda konuşmak için derin nefes aldım. "Viata hayır hayır! Azad, Aspar! Nerede bu hekim!" Bağırmaya devam ederken elimi yüzüne yaklaştırdım. "En çok senin gözlerini beğeniyorum. Yeşil gözlerin çok güzeller, sana o yüzden yeşil göz diyorum." Başımı göğsüne bastırdı, gözlerim kapanırken birden beni kucaklayıp saraya ilerledi, elim yana düşerken herkes dehşetle bağırıyordu. Evren karardı, her şey görünmez, yok oldu.
Ayaz Pars Varis..
"Pars sakin ol, kız ufak kriz geçirdi."
"Ulan sen kendinde misin? Gecenin köründe güneş belirdi, kız kan kustu saatlerce! Delireceğim! Biz neden üsse gitmedik? Bana ne bu lanet kendini beğenmiş prensten, beni de sokmadılar içeriye." Söylenmeye devam ederken Aspar söylenip duruyordu, "Pars bu kız çok güçlü benden senden güçlü, bu tarz şeyler yaşaması on altı yaşında Expontia özelliğine sahip biri için çok normal. Bu kız daha çocuk, nasıl bu kadar fazla gücü taşıyacak? Sol var, Luna var, Freya var, Artemis var. Ki bana kalsa dahası da var. Hem sen, ne?! Dur sen yoksa bu kıza?" Keskin bakışlarımı ona yönelttiğimde sustu, prens muhafızlarla bize doğru ilerlerken bu saçmalığın bitmesini istiyordum. "Haber var mı?" Diye sorusunu bana yönelttiğinde tahammülsüz bakışlarımı ona yönelttim. "Olsaydı giderdik. Haber yok, haber gelir gelmez üssümüze gideceğiz ve ben ona özel doktor getireceğim." Kınayan bakışları üzerimde geziyordu, benden bir kaç yaş küçüktü, yirmili yaşların başındaydı. Şuan onu boğmak isterdim fakat muhafızlar buradakilere zarar verebilecek kadar acımasızdı, hekim çıktığında hepimizin bakışları ona yöneldi, bir şey demeden gittiğinde hızlıca ahşap kapıyı açıp içeri girdim, Viata yatağın üzerinde yatarken başında prensin getirttiği dadılar vardı, üzerinde beyaz tül bir elbise giydirmişlerdi, saçları özenle taranmış yüzündeki kan izleri temizlenmişti. Dadılar odadan çıkarken yatağın başına gidip yanına eğildim. Elim yanağına gittiğinde teninin çok soğuk olduğunu fark ettim, burnunun ucu soğuktan kıpkırmızı kesilmişti. Onu buradan götürmeliyim, kendini beğenmiş prens müsaade edecek gibi değil. Viata'yı gözüne kestirmişti, bu saatten sonra onu bir dakika bile yalnız bırakmazdım. Yaşadıklarını öğrenmenin verdiği ağırlık çok fazlaydı,  iki defa tecavüze uğramıştı, çocukluğunu başka biri olarak görüyordu ve o ölmüş gibi davranıyordu, hatta çocukluğunu o öldürmüş gibiydi. Kendini suçluyordu, son kelimeleri çok güzeldi. "En çok senin gözlerini beğeniyorum. Yeşil gözlerin çok güzeller, sana o yüzden yeşil göz diyorum." Küçük bir kızın bir kaç kelimesi bende nasıl bu kadar büyük etki bırakıyordu aklım almıyor. "Ona ne dedin? Ne dedin de üzdün onu?" Veliaht prensi Kayra'nın birden dedikleriyle öfkeyle ona döndüm. "Saygısızlık etmek istemiyorum, ama beni zorluyorsunuz! Viata özel bir öğrencimiz, bu tarz sorunları var. İzin verseydiniz şuan üssümüzde olacaktık zaten." Alayla bana baktı. Bu çocuğu boğmadan biri şunu uzaklaştırsın! "Kızın özel olduğu doğru, gündüzü gece edip gece güneşi çıkarıp Afrodit'in kolyesinin belirmesi tuhaftı." Dediğiyle kaşlarım çatıldı, Afrodit'in kolyesi mi? Viata'nın boynuna baktığımda hala orada duran kırmızı taşlı kolyeyle gözlerim dehşetle açıldı. Prensin ondan etkilenmesinin sonucu Afrodit'in kolyesi belirmişti. Onu üsse götürmeliydim, hem de hemen! "Aspar hazırlanın, gidiyoruz." Aspar hızla odadan çıktı, peşine Viata'ya eğilip kucağıma aldığımda prensin sesi duyuldu. "Muhafızlar! Giriş çıkışları kapatın, kimse saraydan çıkmayacak!" Ne saçmalıyordu bu? Kaşlarım öfkeyle çatıldı, canına susamış olmalıydı bu çocuk. "Çakma prens, beni delirtme. Bütün askeri üsleri karşına mı alacaksın? Bu kız önemli, bir kaç saat içinde bizden haber alınamazsa bütün askeri üsler bu sarayı basar. Şansını zorlama." Tehditim karşısında yüzü gerildi, bu kadar büyük bir tehditi kaldıramadı. Güzel, benden korkması gerektiğini anlamıştı. "Eğer bu saraydan dışarı bir adım atmaya kalkarsan üsler buraya gelmeden kucağındaki kızı öldürürüm.  Thanatos'un özelliğini taşırken bu çok kolay olacaktır." Bu sefer gerilen bendim, ölüm tanrısının özelliğini alıyordu, annesi ve babası da düş tanrı ve tanrıçasının özelliğini alıyordu, onu uykusunda bile öldürebilirdi. Ben ondan daha güçlü olabilirdim fakat o değildi, daha güçlerini kullanmayı bile bilmiyordu! Uykudayken ona karşı koyması imkansızdı, "Tamam ama yanından ayrılmayacağım." Dediğimle sırıttı, bu adamı boğmamam için elimde bir sebep var mıydı? Aptal mısın Pars adam sizi sarayında zorla tutuyor. Doğru bence bu sebep yeterli. "Cık cık, sevgili düşesim uyandığında yanında sadece beni görmeli." Ona doğru atılacakken iki muhafız kollarımdan tutmuştu, biri de elindeki mızrağı boynuma dayamıştı. Önümdeki adama sert bir tekme geçirerek yanımdaki iki muhafızı kafalarını birbirlerine tokuşturdum. Hançerini çıkaran prens doğrudan Viata'yı hedef almıştı, hırlayıp ellerimi yukarı kaldırdım. Muhafızlar beni tutup ellerimi arkamda birleştirdiler. "Sen dua et elinde o var, ben buradan kurtulmasını bilirim!"
Viata Lidya Hazan..
"Siz kimsiniz?!"
"Dadı."
"Bebek miyim ben ne dadısı? Yeşil gözlü uyuz badim nerde?!"
Bu adama sövmeden edemiyorum ben ya! Yataktan kalkıp sehpa gibi şeyin üzerinde duran şamdanı alıp onlara doğrulttum. Kapı birden açıldığında içeri muhteşem yüzyılın prensi girdi, bu adamın benimle derdi neydi? Benim burada ne işim vardı? Bana bu elbiseyi kim giydirdi, başımda neden bebek bakıcısı vardı, yeşil göz neredeydi?! "Şimdi, çakma Zeus benim badim nerede ve bu odada ne işim var?!" Diye adeta gürlediğimde gülerek bana yaklaştı, "Zeus demen güzeldi de, çakma onun başına pek uymadı." Gözlerimi devirdim. Bu adam ne saçmalıyor? "Badim ve ekibim nerede?" Elimdeki şamdanı alıp yere fırlattı, geriye giderken o üzerime geliyordu, korkudan ellerim titremeye başlamıştı, bu aptal prens ne halt yemeye çalışıyor?! "Badin gitti, burada durmaya alışsan iyi olur, gündüzü gece yapan kız." Ne saçmalıyor? Ne?! Hatırlıyorum, yeşil gözle konuştuktan sonra izlerim belirmişti, gündüz geceye dönüşmüş, gecenin ortasında güneş belirmişti ve ben kan kusmuştum? İğrenç! Yeşil gözün kollarındaydım en son ne ara bu çakma Zeus beni bulmuştu. "Anlamıyorsun beni çakma Zeus, benim yerim badimin yanı, prensler ilgimi çekmiyor. Rica ediyorum onu çağırın." Sırtım duvarla buluştuğunda eli yanağıma uzandı, hipnotize olmuş gibi bana bakıyordu. Yakasını tutup kendime çektim, kafamı suratına yapıştırıp öfkeyle gürledim, "sakın bana dokumaya çalışma! Bu sarayını başına yıkarım! Duydun mu!" Sinirden çığlık çığlığa bağırırken inleyerek burnunu tutuyordu, muhafızlar beni kollarımdan tuttuğunda ilk defa güçlerime muhtaç olduğumu hissettim. Neden güçlerimi istediğim zaman kullanamıyorum? Via farkındaysan en son kan kusuyordun ve gecenin köründe güneş çıktı. Doğru! Çırpınırken adeta kafesten çıkmak isteyen bir kuş gibiydim, çırpınıyor özgürlüğüme kavuşmak istiyordum. "Bağlayın şunu, sakinleşince geleceğim." Deyip, Çakma Zeus odadan çıktığında muhafızlardan biri elindeki iple bana yaklaşıyordu, hızla arasına tekme attım, muhafızlar beni tutmaya çalışırken adeta çığlık çığlığa bağırıyordum, aferin Via! Seni hafife almasınlar, böyle devam! Ah iç ses, neden bana gaz veriyorsun? Bacaklarımı rastgele sallıyor, bana yaklaşmasına izin vermiyordum. Beni tutan muhafızlar kollarımdan tutmak harici bir şey yapamıyorlardı çünkü en ufak bir gevsetmede kaçıp bu odayı onların başlarına yıkacaktım. Aferin lan size, benim ne olduğumu çözdünüz! "Kızı bayıltsanıza ahmaklar!" Muhafızlardan birinin aniden bağırmasıyla başıma yediğim darbe bir oldu, gözlerim kararırken bedenim geri yığılmıştı. Allah'ım sen bu muhafızları ilk önce belasını ver sonra da canını al! Önce acı çeksinler, özellikle de çakma Zeus!
Ayaz Pars Varis...
"Tamam! Dokunma ona!" Muhafız Azad'ın bağırmasıyla Afra'nın ayaklarını bağlamadan çıktı, hepimizi zindana getirmişlerdi. İstesem buradan çıkabilirdim fakat buradakilerin canını tehlikeye atmış olurdum. Kıvanç ve Afra kendilerini doğru düzgün savunamıyorlardı bile, onları tehlikeye atmadan Viata'dan herhangi bir haber almalıydım. Muhafızlar birden dolarken peşlerine Prens girdi, tam benim bulunduğum zindanında önüne geçti. "Viata iyi mi?" İlk sorduğum soru bu olmuştu, onun zarar görmemesi gerekiyordu. "Sayılır, en son deli gibi bağırıyordu. O böyle oldukça ona daha çok bağlanıyorum." İştahla dediği şeyle kaşlarım çatıldı, bu adamı öldürmek istiyordum, resmen öğrencime yürüyor! Pars farkındaysan prens sizi Viata için tutuyor? İçeri giren muhafız önce saygıyla prensin önünde eğildi, "Efendim, muhafızlar kız rahat durmayınca başına vurup bayıltmışlar. Kız baygın." Öfkeyle ayağa kalktığım an zincirlerin her biri kırılmıştı, hepsi şaşkınlıkla bana bakarken ekip bunu normal karşılıyordu. "Ona zarar gelmeyecek dedim sana! Bana bak çakma prens ben burada duruyorsam Viata için, o zarar görmesin diye, lakin o zarar görürse bu sarayı tepene yıkarım!" Prens bir an afallasa da toparlayıp önündeki adama döndü, "Kız uyanınca haber verin. Sakın ola kıza zarar vermeyin." Muhafız geri çekilip zindandan çıktığında peşine hepsi çıktı, öfkeyle duvarı yumruklarken buradan çıkmak istiyordum, en azından Viata kendine gelene kadar sabredecektim. "Pars kendine gel, Viata onun elindeyken ona nasıl bağırıyorsun? Ya sana olan sinirini ondan çıkarırsa?" Azad öfkeyle gürlerken öfkeyle ona baktım. "Azad onun zarar görmemesi için burada durmuyor muyum zaten! Ben onun badisiyim senden daha çok düşünüyorum. Hem söylesene senin onunla aranda ne var? Neden bu kadar yakınsınız, bana anlatamadığı sırlarını sana anlatıyor, sana güveniyor?" Bir şey söyleyecek gibi oldu, dudakları aralandı fakat hemen birbirine bastırıp sustu. Merak ediyordum, ilk günden beri Viata'yla arasında bir şey vardı.
Viara neden her şeyi ona anlatmıştı, neden gelir gelmez ona güvenmişti. "Biz Viata'yla birbirimizi buradan önce biliyorduk zaten, küçükken sekiz dokuz sene önce." Kaşlarım aniden çatıldı, bildiğim kadarıyla o hep sokaklarda yatmıştı ve kimsesi de yoktu. "Ne?" Diana şaşkınlığını belirtirken hepimiz pür dikkat onu dinliyorduk. "Babamı öldürdükten sonra ıslah evine götürmüşlerdi, benden bir kaç ay sonra o gelmişti. Tam karşımdaki hücre de kalıyordu. Her gece çığlıkları, ağlayışları, hıçkırıkları vardı. Bana anlattı, ben zaten onun sayesinde kaçtım. Müdire ona olan kininden bütün görevlileri onun peşine yolladı, bende fırsattan istifade kaçtım. Onu çok aradım ama Lidya ismini kullanıyordu. Viata ismini bilmiyordim, o yüzden Lidya Hazan adına araştırma yaptım ama asla bulamadım. O geceden sonra nasıl oldu bilmiyorum ama ismi kayıtlara Viata Hazan olarak geçmişti. İki yıl boyunca her gece onun hıçkırıkları dinledim, her Allah'ın gecesi birileri ona işkence ediyordu. Engel olamadım, o da küçüktü bende. Onu ilk gördüğümde anlamıştım, ama inanmak istemedim. Çünkü onu o kadar çok aradım ki, öldüğünü düşündüm. Benzerlik olabilir diye düşündüm fakat o bana anlattı. Küçükken anlattığı her şeyi yine dinledim, bana benden bahsetti. O beni tanımadı ama ben onu hemen tanıdım. Çünkü gözlerinde aynı hüzün vardı, aynı yıllar önce olduğu gibi. Gözlerinde küçük bir kızın hüznü vardı."
Gözlerinde küçük bir kızın hüznü vardı... O hala küçük bir kızdı, küçüklüğünü yaşayamamış küçük bir kız. Ve o hala birilerinin tutsağı. O küçük kız o hüznü gözlerine hapsetmişti, aynı onu hüzne mahkum ettikleri gibi..

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin