Hayat çok büyüktü. Dünya çok büyüktü. Evrenler çok büyüktü. Lakin zaman çok kısaydı, çok azdı, çok yetersizdi.
Az olan zaman kırılan bir kum saati misali hızla akıp giderken güneş doğuyor, ay batıyor, ay batıyor güneş doğuyordu. Hayat bir şekilde kaldığı yerden devam ediyordu, kurulu olan düzen her zamanki gibi devam ediyordu.
Bazı şeyler anını bekliyor, bir an önce ortaya çıkmak için can atıyordu lakin her şeyin zamanı vardı. Ve o zamana giderek yaklaşıyordum.
Bir adım.
İkinci adım.
Üçüncü adım.
Salise.
Dakika.
Saat.
Gün.
Ay.
Hepsi birbirini kovalamaya tam sürat devam ediyordu.
Asla bıkmadan, döngüsünden şaşmadan, her zamanki düzeniyle zaman ilerliyor, akrep ve yelkovan defalarca birbirinin üzerinden atlayıp altındaki rakamları öldürüyordu.
Aradan fazlasıyla zaman geçmişti. Bir bebek doğar, bir insan ölür, bir insan hayata geri döner, bir bebek gelmek üzere olduğu dünyayı henüz gelmeden terk eder. Ben bir insan kaybetmiştim, onun yerine nerede, nasıl bir bebek doğdu bilmiyorum lakin hayat bir şekilde onun yerini doldurmuştu. Ben ise o boşluğu kalbimde taşıyor, ayların gerginliğini ge hırsını üzerimde taşıyordum.
Aradan tam tamına yedi ay geçmişti. Yedi ay önce hayat bir canı, bir krallık ve halk vârisini, bir adam oğlunu, diğer adam kardeşini, bir kadın da aşık olduğu adamı kaybetmişti.
Üzerinden tam yedi ay geçmişti ve mevsimlerden ilkbahardı.
Hayat uzun ve şiddetli kışı atlatmış, yerini çiçeklere bırakmıştı. O çiçekler açtıkça benim bir parçam soluyordu, çünkü zaman geçiyordu. Vakit geliyordu.
Vakti geldi.
7 Ay Sonra...
"Raporların hepsi hazır durumda vârisim. Köylere ihtiyaçları dağıtıldı, hava krallığına hediyeleri yollandı, kutlama hediyesi yollandı. Muhafızlar kontrol edildi, halk iyi durumda. Su krallığına gerekli yardımlar devam ediyor, Iıı!" Lâl duraksarken elindeki tüy kalemi kemiriyor, elindeki deftere uzun uzun bakıyordu. Gözleri hızla defteri tararken sayfaları hızla karıştırıyordu. "Bugünlük başka bir şey yok vârisim! Her şey yolunda. Başka bir arzunuz var mı?" Korkak gözleri gözlerimi çevrilirken başımı hayır anlamında salladım, yaklaşık bir aylık işi bir güne sığdırmıştık. Yine!
"Lâl!" Diye seslendim sahte bir öfkeyle, olduğu yerde sıçrarken kalemi yere düşmüştü, fakat onu umursamadan kırmızı gözlerini korkuyla bana dikti, nefesini tutarken yüzü kıpkırmızı kesilmişti. "Nefes al." Sakince dediğim şeyle gülümseyip derin nefes aldı. Kaşlarımı çatarak gözlerimi gözlerinde gezdirdim, annesi ve babası eskiden bu sarayın baş muhafizıymış, kızın kanı ateş krallığı kaynıyordu! Kız benden daha çok buraya ait gibiydi, onla annem yan yana gelince kendini fazlasıyla dışlanmış hissediyordum lakin Lâl bunu bana hissettirmeye isteyecek bir kız değildi, benden fazlasıyla korkuyordu. Nedeni Ayaz'ın ölümünden sonra geçirdiğim öfke nöbetleri olabilirdi.
Öfkelendiğim anı görmüş o günden beri yanıma gelmemekte ısrarcı olmuştu fakat annem fazlasıyla yorgun düştüğü için tahtı kısa bir süreliğine yönetmeye geçmiştim, bu durumdan Lâl tabii ki de benim yanımda olacaktı.
"Bana öcüymüşüm gibi davranmayı kes. Geçirdiğim bir kaç aptalca nöbet yüzünden yanıma yaklaşmaya korkuyorsun." Dediğimle yüzünü buruşturdu, muhtemelen o anlarım aklına gelmişti, derin nefes alıp gözlerini bana çevirdi. "Vârisim sürekli olarak öfkeli bakıyorsunuz." Gözlerimi devirip bahçeye çıkan kapıya ilerledim. O da peşimden gelirken muhafızlar kapıları hızla açıyor, korkuyla selam veriyorlardı. Homurdanarak gözlerimi devirdim, bahçeye çıktığımda siyah elbisenin etekleri esen ılık rüzgarla uçuştu. "Öfke iyidir Lâl. Öfke insanı dinç tutar, insanı hırslandırır, onu harekete geçirir. Amacından şaşmaz."
Merdivenlere oturduğumda şaşkınlıkla bana baktı, afallayıp yanıma oturdu, elindeki defteri göğsüne bastırıyor, stresle sıkıyordu. Sanırım onu biraz fazla korkutmuştum, "Öfke insanı amacından şaşırtmaz mı?" Başımı hayır anlamında salladım, bugüne kadar öfkemle hareket etmiştim ve hep kazanmıştım, ta ki öfkeyi bırakıp toz pembe bir hayata başladığım ana kadar. "Bir insan çok zor şartlar altında öfkelenir. Ve öfkesi onu harekete geçirir, öfke anında insanlar özellikle de kadınlar aynı anda binlerce düşünceyi birden düşleyebilir." Lâl benden yaşça büyük olabilirdi lakin o yapay bir ortamda yetişmişti, ailesi bu krallığın en önemli muhafızları olduğu için Lâl'e bütün imkanlar sunulmuştu. Benim aksime. Ben ise zor şartlar altında, kendi imkanımı kendim yaratıyordum.
Derin bir nefes alıp soğuk havayı iliklerime kadar çektim, kendimi fazlasıyla yaşlanmış hissediyordum. Yedi ay boyunca burada kalıyor değildim, genel olarak Üsse gidiyor, eğitimime devam ediyor, çok nadir buraya geliyordum. O da annem fazlasıyla yorulduğu için, hava krallığı ile çok güzel bir anlaşma yapmıştık, dört krallığın arası şuan iyi ilerliyordu. Düzen ise kaldığı yerden devam ediyordu, ne zaman düzen bozuldu ki?
Doğru. Sadece hayat benim için alt üst olmuştu o kadar. Krizler, haykırışlar, çığlıklar, göz yaşları, göz kararmalar, öfke patlaması, sıcak, ateş...
"Vârisim, dinlenmeye ihtiyacınız var."
Lâl'in sesiyle irkildim, gerçekten dinlemeye ihtiyacım vardı. Fazlasıyla.
****
Gelen tıkırtılar ve kalabalık kaslarımın çatılmasına neden olurken merdivenleri çifter çifter iniyordum, son dört basamağa ayak basmak yerine zemine atladım, hızla büyük salona girerken bir kaç muhafız, Lal ve annem vardı. Hepsi telaşlı görünüyordu, sabah uyanır uyanmaz soğuk bir duşa girip bedenimi temizlemiş, üzerimdeki yükü biraz olsun atmıştım. Lakin salondan gelen emir sesleri ve acele etmelerine dair bağırışlarla üzerimi hızla giyinmiş odamdan fırlamıştım. "Yine oluyor, ne bu kargaşa?" Sorumla Lâl'in aceleci bakışları bana çevrildi. "Sizin vampirlere başlattığınız savaş geri tepti, vampirler köylere saldırmaya başlamış!" Öfkeyle dişlerimi sıkarken tırnaklarımı avucuma geçirmiştim. Ayaz'ın ölümünden sonra vampilerin bütün inlerini ateşe vermiş, zehirli olan uzun dişlerini eritmiştim. "Viata sen bu işe karışmıyorsun." Annemin dişlerinin arasından çıkan sesiyle gözlerimi inanamaz gibi ona çevirdim, ne demek bu işe karışmayacaktım?! Cidden mi? Aylar öncesinde dişlerini eritip cehennemi yaşattığım vampirler şuan halkıma saldırıyordu ve ben boş verecektim? "Anne sen ne diyorsun?" Öfkeli sesime cevap verecekken ondan önce Lal atıldı, sabah sabah sinirlerimi tepeme çıkarmakta üzerlerine yoktu. "Vârisim, onlarla anlaşmaya çalışacağız. Savaşın lüzumu yok, siz olay dışında olsanız bize daha çok yardımcı olursunuz." Beni ikna etmeye çalışırken alayla gözlerine baktım, sinirimi çıkaracak yer arıyordum, o vampirler işime yarayabilirdi! Nasıl uzak duracaktım. Gülmeye çalıştım lakin olmadı, sinirle dişlerimi sıkıp ona doğru eğildim. "Ne zamandan beri beni sorguluyorsun?" Yutkundu, geri çekilirken bir el kolumu kavradı, başımı hızla arkama çevirdiğimde Atalan'la göz göze geldim. Ah tabii ki beni tek zapt edecek kişi oydu, o yüzden onu çağırmışlardı. Gözlerimi devirip kolumu çektim, "Nesin sen bakıcım falan mı? Her başıma bir şey geldiğinde veya hareket edeceğim zaman böyle gelip tasmamı mı tutacaksın?" Alayla gülümsedi, gözleri gözlerimin en derinine bakarken gözlerimi kaçırmak zorunda kalmıştım, ürkünç bakışları vardı. "Kendini tasmalı biri olarak görmek senin tercihin. Buraya geldim çünkü öfkene yenik düşmene izin vermeyeceğim. Şimdi biz gidiyoruz!" Kolumdan tutup beni sürüklemeye başladığında tabanlarımı yere sürtüp beni götürmesini olabildiğince engellemeye çalıştım, derin nefes alıp eğildi, bacaklarımı kavrayıp beni omzuna attığında huysuz homurtular çıkarıyordum. Çocuk muammelesi görüyordum resmen! "Atalan! Bırak ya! Uyuz herif bırak!" Diye bağırdım, ama arkamdan gelen kıkırtılar harici hiç bir şey yoktu. Annem ve Lâl bu durumdan fazlasıyla hoşnut olmuş gibi görünüyordu. Atalan beni saray dışına çıkarırken açık olan portala ilerledi, içeri girdiğimizde doğrudan üssün bahçesine portallanmıştık. Birden bütün enerjim çekilirken afallamıştım, portal dışarıdan gözüktüğü gibi bizi her yere ışınlayan ve hayatımızı dört dörtlük şekilde kolaylaştıran bir kapı değildi, enerjimizin neredeyse hepsini sömürüyordu ve ayağa kalkamayacak hale getiriyordu. Beni yere bıraktığında ayak tabanlarımı zorlanarak yere bastım, başım yere eğildi, ben kendime gelene kadar iri kollar bedenimi hızla sarmalamıştı. Kokusundan kim olduğunu tanırken yüzümde sıcacık bir tebessüm belirdi, kollarımı iri gövdeye sarmaladım. "Hoş geldin Viatam." Doğan bana sıkıca sarılırken aynı şekilde karşılık veriyordum, saçıma kısa bir buse kondurup başını geri çekti, yüz yüze gelirken yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. Koca oğlanımı fazlasıyla özlemiştim, son aylardan fazlasıyla gelişme göstermişti. Bazı olaylardan sonra ise bana daha çok bağlanmıştı, bana adeta bir abi gibi davranıp o duyguyu dibine kadar yaşatıyordu. Bazen onun gerçek abim olabilme olasılığı gözümün önünden geçiyordu. "Doğan bebeğim izin verirsen Viata bebeğime sarılacağım?" Aybar'ın sesiyle dudaklarım arasından bir kıkırtı yükseldi, Doğan homurdanarak geri çekildiğinde Aybar bana sarılmıştı, zengin tiki can kızları taklit ederek ellerini havaya kaldırmış omuzlarımın üzerine boşluğa öpücükler atarak yapmacık bir şekilde beni karşılarken Doğan kafasına sert bir darbe indirdi, Aybar'ın gözleri kocaman olurken hızla bana sarıldı, kulağıma eğildiğinde gülmemek için zor duruyordum, bu ikili beni her zaman güldürmeyi başarıyordu. "Bu hödük heriften bıktım, yoksa asla sarılmam. Mikrop kaparım falan." Yapmacık bir şekilde konuşurken gülmeye başlamıştım, hödük lafını benim yanımda fazlasıyla kullanır olmuştu. Ekibini kendine benzetmediğin kalmıştı o da öldü Viata!
Aybar iç ısıtan samimiyetiyle bana sarılırken aynı şekilde karşılık veriyordum, Aybar ve Doğan'ın atışmaları beni her zaman güldürüyordu. Keyfim yerine gelirken çekilen bütün enerjim onların enerjisiyle yerine gelmişti. Afra homurdanarak onu çekerken Kıvanç'ın gözleri elbette her zamanki gibi Afra'nın üzerindeydi. Afra ve Kıvanç'ın mükemmel bir ilişkisi vardı, doğrusu o ikisini görünce imrenmiyor değildim. İlişkileri çok güzel ve berraktı, fazlasıyla saf. Hiç bir kirli düşünce veya harekete bağlı olmayan her şeyden ırak yanlızca ikisinin olduğu bir ilişkileri vardı. Birbirlerine oldukça sadıktılar. Bizim başaramadığımız bir sadakate sahiptiler
Afra bir abla edasıyla beni sararken sarı saçlarını karıştırıp güldüm, gülüp saçlarını düzeltip geri çekildi, onun peşine Kıvanç'la sarılmıştım. Hepsinin badisiyle selamlaşmıştım. Ekibimi yaklaşık iki veya üç aydır görmüyordum, son bir buçuk aydır ateş sarayındaydım ondan önce ise dünyadaydım. Kendimi güçlerime vermiş ve onları kullanmaya odaklanmıştım.
"Çok kötü görünüyorsun." Doğan'ın sesiyle yüzüm düşmüştü, haklıydı berbat haldeydim. Aybar sinirle dirseğini onun karnına geçirirken Doğan ise dediğine pişman olmuş gibiydi, zoraki gülümsemeyle yüzüne baktım. "İyi olmaya çalışıyorum." Afra elini omzuma koydu, sıcacık bir tebessümle gözlerime baktı. Yeşil gözleri ona güvenmem gerektiğini çığlıklarla haykırıyordu. "İyi olacaksın. Biz ne güne duruyoruz?" Sesimi çıkarmadım, susmakla yetindim. İyi olmaya çalışıyordum lakin bir türlü beceremiyordum. Her ne kadar iyi gibi dursam da.
Yarım saat daha ayakta dikildikten sonra kısa sohbetimizi bitirmiştik. Atalan bana odama çıkmamı söyleyip ekiple beraber spor salonuna geçmişti ben ise arka bahçeye çıkıp çimlere oturdum, öylece ağaçların kasvetli havasını solup izlerken öylece kalmıştım. Ayaz'ın ölümü ilk zamanlar dışa vursam da sonradan içimde verdiğim bir savaşa dönmüştü. Bu savaş aylardır içimde devam ediyordu, her geçen gün kötüleşiyordum ve bunu benle geceler hariç kimse bilmiyordu.
"Bu kadar çok düşünme. Bir gün kafayı yiyeceksin." Atalan'ın sesiyle irkilip yanıma yerleşmiş olan bedenine baktım. Yedi aydır peşimde koşuyordu, belki de ayakta kalmamın en büyük nedeni oydu. O olmasaydı belki de asla ayağa kalkamayacaktım. "Olmuyor ki. Vârisliğim, krallığım, güçlerim, hala aradığım mühür. Ben çok yoruldum Atalan. Boş vermeye kalkıyorum, bir şey oluyor, başım derde giriyor. Şiddete, tacize maruz kaldım, güçlerim oldu, vâris oldum, annemi buldum, sevdiğim adam oldu, aşık oldum, kaçırıldım, sevdiğim adamı kaybettim, her geçen gün daha da tehlikeli oluyorum." Elini yüzüme tırmandı, yüzümü ona çevirdi, gözleri gözlerime dikiliydi, gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Gözlerim yanmaya başlamıştı, ağlamak istemiyordum lakin kendimi tutamıyordum. Gün geçtikçe güçlerimi daha iyi kullanıyordum ve bu beni fazlasıyla tehlikeli yapıyordu. "Her şey düzelecek sadece biraz zaman." Başımı göğsüne yaslarken derin soluklar alıyordum, kulağıma bir şeyler fısıldıyordu lakin onu duymayacak kadar dalgındım. Başımı çekip gözlerine baktım, yüzü yüzüme fazlasıyla yakındı bu yakınlık beni cayır cayır yakarken hipnotize olmuş gibiydi, gözleri gözlerimin her milimini incelerken göz bebekleri büyümüştü. Affet beni. "Sen olmasaydın ayakta kalamazdım." Fısıltıyla dediğim şeyle gözlerini kırpıştırdı, bana ufak bir tebessüm bahşetti. Elim göğsüne gittiğinde kalbi hızla atıyordu. İstediğimi almış gibi gülümsedim, yaklaşıp dudaklarımı yanağına bastırdım. Gözleri kocaman olmuş şekilde bana bakarken kendimi ihanet etmiş gibi hissediyordum. Devam et Viata. Devam. Sesini çıkarmazken öylece bana bakıyordu, gözlerine hüzün çökmüştü. Ne geri çekildi, ne de yakınlaştı. Öylece bana baktı, donuk bir şekilde bana bakarken ayağa kalktım. Yumruğumu sıkıca sıkıyordum. Onu öpmüştüm, derin nefes alıp üsse girip onu ardımda bıraktım.
****
"Afra!" Diye çığlık attığımda huysuz homurtular çıkararak ellerimi serbest bıraktı, Atalan Afra ile güçlerimi kapıştırmamı söylemişti, Afra Maia, yani yağmur tanrıçasının özelliğini taşıyordu. Bunu Ayaz'ın ölümünden kısa bir süre sonra öğrenmişti. Bütün ekibin güçleri belliydi.
Doğan Apollon (sanat tanrısı aynı zamanda kahin.)
Kıvanç Hermes (hız tanrısı)
Afra Maia (Yağmur tanrıçası)
Aybar Asklepios (şifa tanrısı)
Diana Diana (Ay ve avcılık tanrıçası)
Atalan Loki (şekil değiştirme tanrısı)
Ardil Hermes
Azad Mnemosyene (Hafıza ve hatıra tanrısı)
Ve ben Sol, Luna, Freya, Demeter, Artemis ve Afrodit.
Sırılsıklam olmuş şekilde ona bakarken öfkeyle bana bakıyordu, yumruğunu sıkıyordu. Hızla yumruğunu bana savurduğunda hızla geri çekildim, tekrardan üzerime atlayıp yumruğunu savurduğunda yanağımdaki hisle ve ağzıma gelen metalik tatla yüzümü buruşturdum. "Onun ölüsüne nasıl ihanet edersin!" Dediği şeyle afallarken yağmur yağmaya devam ediyordu, damlalar saçımı ıslatırken bir kaç tutam gözümün önüne geliyordu, üzerime çöken ağırlıkla ona şok içinde baktım. Görmüştü.
"O sana aşıktı! Ölürken bile senin kollarında ölen adamın en yakın arkadaşını nasıl öpersin?!" Bağırırken ellerimle kulaklarımı kapattım, ağzımdaki berbat tat midemi bulandırıyordu, uzaklaşacakken kollarımı sıkıca tuttu, yağmurla beraber akan yaşlar toprakla buluşurken gözlerime nefretle bakıyordu. "Siz beni kandırırken bana hesap soramazsın Afra." Kaşlarını çattı, başını geriye çekti, gözleri kocaman oldu. Ne dediğimi anlamamıştı. Onun aksine gayet sakindim, sesim ise fısıltı gibi çıkıyordu. Üsten çıkan Kıvanç ve Doğan bize şok içinde bakarlarken ondan uzaklaştım, çenemden aşağı akan kan ve Afra'nın kanlı yumrukları her şeyi açıklıyordu. Kıvanç onu tutup hızla çekerken o ise dona kalmış şekilde bana bakmaya devam ediyor, Kıvanç'ın onu sürüklediğini yeni idrak ediyordu. Doğan beni kendine çektiğinde korkuyla bana bakıyordu, eli elmacık kemiğime gittiğinde irkildim, yüzümü buruşturdum.
Her şey yeniden başlıyordu.
Her şey yeniden açığa çıkıyordu.
Taşlar yerine oturmak için havalanıyordu.
Onlar kendilerini en sadık zannederken bile bana sadakatsizlik ediyordu lakin farkında değillerdi.
Ben bugün Ayaz'a ihanet etmiştim, ölüsüne dirisine her şeyine ihanet etmiştim.Selammm
Bölümü bitirir bitirmez atıyorum ki daha fazla merakta kalmayın.
Bu bölümden sonra bana kızacaksınız belki de biliyorum ama bazı şeyler gerçekten olmalı.
Bazı şeyler yaşanmalı.
Bana destek olduğunuz için çok teşekkür ederim, bölümleri yazar yazmaz atıyorum merak etmeyin her daim de böyle devam edecek.
Umarım beğenirsiniz oy verirseniz çoooook sevinirim hepinizi seviyorum başka bölümlerde görüşmek üzere<333
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Science-FictionHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...