Göz kapaklarım aralanmak için zorlanırken yorgun gözlerim izin vermiyor gibiydi. En ufak bir ışıkta ölecek gibi hissediyordum, hava çok sıcaktı, sırtımdan akan ter elbiseme değiyordu.
Gözlerim aniden aralandı, kendimi yine farklı bir yerde bulmuştum, mağaraya benzer bir yerdeydim, yere kurulmuş yataktaydım. En son ne olmuştu?
Ah tabi ki de o lanet kral bir şekilde canımı yakmıştı, nasıl yaptığını bilmiyorum ama aynı şekilde ona karşılık vermek için sabırsızlanıyordum! Ayağa kalktığımda kendimi fazlasıyla dinç ve enerjik hissediyordum, mağaraya giren yeşil gözle yüzümde tebessüm belirdi. Yerde olan bakışları bana çevrildiğinde rahat bir nefes alıp bana ilerledi, kollarını belime doladığında kokusunu içime çekerek kollarımı boynuna doladım. Ondan başka kimseye güvenmiyorum.
"Uyuyan güzel masalına döndü sandım, biraz daha uyusaydın öpecektim." Kaşlarımı çatıp omzuna dişlerimi geçirdim, boğuk iniltisi mağarada yankılanırken geri çekildim. "Arsız!"sırıtıp geri çekildi, eski haliyle şu anki hali arasında dünyalar kadar fark vardı! Nerede o soğuk adam, nerede bu arsız adam!
"İyisin değil mi? Bir ağrın yok, abim hekim getirdi bir şeyin olmadığını söyledi." Başımla onayladım, hiç bir ağrım yoktu, aksine kendimi fazlasıyla dinç hissediyordum. "Annenin geri dönüşü herkesi gerdi, bir süre ortalığın sakinleşmesini beklyeceğiz." Annem mi? Annem mi gelmişti, gözlerim şok içinde ona çevrilirken kaşlarını çatmış şaşkınlığıma anlam vermeye çalışıyordu. Annem yaşıyordu ve gelmişti, gözlerim aniden dolarken şok içinde geri çekildi. "Sen, sen kendinden değil miydin?" Başımı hayır anlamında salladım, annem gelmişti.
Anne.
Anne!
Annem!
Benim annem vardı ve yaşıyordu!
"Neden gitti? Neden geldi, neden gitti!?" Diye bağırmaya başladım. Gelmişti ve beni görmeden gitmişti? Benden nefret ediyordu, evet evet. Benden nefret ediyor,
Varlığını hissettmediğin, bir kere bile görmediğin ve sana annelik yapmayan annenin yokluğu için mi ağlayacaksın Viata?
Annem beni seviyordu. Yeşil göz bana öyle demişti, lanet olsun o da yalan konuşmuştu bana.
"Babam tehdit etti, o an seni yönetiyordu. Senin kalbinle oynuyordu, anneni krallıktan kovdu. Ama geri gelecek."
"İstemiyorum. Anne falan istemiyorum ben! On altı senemi annesiz geçirdim, daha ne işim olur bir anneyle? Ne yapacağım anneyi ben?!" Elleri yüzüme tırmandı, beni sertçe kendine çekip alnını alnıma dayadı. Nefesi aniden yüzüme çarparken afalladım. Ne halt yemeye çalışıyor bu adam?
"Baştan başlarız tamam mı? Sinirlisin, kızgın, kırgınsın biliyorum fakat onun hiç bir suçu yok. O aşık olduğu adam tarafından ihanete uğrayan bir kadın, onu anlayamazsın, ne sen ne ben anlayabilirim onu. En kısa sürede buradan gideceğiz, kendine gel Viata Lidya Hazan! Asabımı bozma yoksa-"
"Yoksa ne?" Diye tısladım.
"Yoksa gider o Diaspora'yı öperim?" Duyduğum şeyin ağırlığıyla öfkeden kıpkırmızı kesildim, yumruğumu yüzüne serçe geçirdim, gerilerken üzerine yürüdüm. "Hele bir dene, ümüğünü sıkmayan en adi!" Diye bağırdım, bu adam beni delirtecekti. O manyak kızı mı öpecekti?!
"Benim sinirlerimle oynama yoksa-" lafımı böldü, "Yoksa ne?!" Diye bağırdı. "Ardil'i öperim!" Gözleri şok içinde açıldı, saçıma asılıp çektiğinde çenemi kavradı. "Hele bir dene, dudaklarını koparmayan en adi!" İttirip mağaradan çıktım, karanlık bir tünel beni karşılarken yeşil göz ağır adımlarıyla peşimden yürüyordu, bana yetiştiğinde suratıma siyah bir kumaş attı, kaşlarımı çatarak bana attığı şeye baktım, pelerindi. "Bugün, buradan defolup gidiyoruz. Bir daha gelmemek üzere!" Diye tısladı, ardından kolumu sıkıca kavradı. Peşinden ilerlerken sarayın önüne çıkmıştık, büyük kapıya ilerlerken boş arazide bir ses yankılandı, kralın sesiydi. Öfkemin avucumda toplandığını hissediyordum, zorla açılmak istiyordu, sanki avucumda değerli bir şey saklıyormuşum gibi daha çok sıktım. Kral koşar adımlarla bize doğru ilerleyip yeşil gözün önünde durdu. "Gitme. Biraz daha kal, biliyorum çok hata yaptım, kız arkadaşına demediğim kalmadı ama bari böyle bir zamanda bizi bırakma." Kaşlarım çatıldı, pişman mıydı? Gözlerine baktığımda şaşkınlıkla kirpiklerimi kırpıştırdım, gözleri pişmanlık doluydu.
Ayrıca neyi kast ediyordu? Yeşil göze baktığımda kaskatı kesilmişti. "Onu burada ezmenize izin vermeyeceğim. Annemin ölüm yıl dönümünü her zamanki gibi tek başıma geçireceğim!" Gözlerim dehşetle açıldı, annesinin ölüm yıl dönümü müydü? Büyük kapı aralandı, saraydan çıkan Altuğ Lord yavaş adımlarla bize ilerledi. Yorgundu, göz altları çökmüştü, tabiri caizse berbat görünüyordu. "Bırak baba, o anlamıyor. Annesinin ölüm yıl dönümünde abisini yalnız bırakacak kadar nefret ediyor bizden." Yeşil göz kasılırken soğuk elimle kolunu kavradım. Benim yüzümden abisini ve babasını yanlız bırakamazdı, özellikle de böyle bir zamanda. "Burada kalalım. Annenin kabristanı burada değil mi? Hem toprak kraliçesini ziyaret etmek benim için bir onurdur." Altuğ Lord ufak bir tebessümle bana baktı, babası ise merhametle bakıyor, yeşil gözün ikna olmasını umut ediyordu. Yeşil gözlerine baktığımda o özlemi görebiliyordum. Ona baktığımı fark edince gözlerine yine o bilinmezlik surlarını çekti. "İstediğin an buradan gidebiliriz. Benim için katlanmak zorunda değilsin." Başımı hayır anlamında salladım, burada kalmak istiyor, annesinin ölüm yıl dönümünde abisi ve babasının yanında durmasını istiyordum. Babası bana her ne kadar kötü davranmış olsa da!
"Viata, emin misin-" kolunu tutup sıktım, bu adam niye bir şeyi tek seferde anlamıyordu? Algılama problemi var da bize mi söylemiyordu anlamıyorum, dişlerimi sıktım. "Adam anlama sorunun mu var? Kalmak istiyorum belki, bana işkence ettiğin üsse geri dönmek istemiyorum?" Diye cırladım dişlerimin arasından. Babası ve abisi bizi izliyor, ne dediğimizi duymuyorlardı. Gözlerini devirip sarayın büyük kapısını işaret etti, ilerlerken Altuğ Lord sinsice gülümseyip önümde reverans yaptı. İçeri girdiğimizde hepsi peşime geliyordu.
Çok fazla havalara girme Viata, sen şuan için sadece bir varissin, Kraliçe hayatta!
****
Bir kaç günün sonunda büyük güne gelmiştik, Ayaz'ın annesinin ölüm yıl dönümüydü bugün.
Yirmi beş sene önce tam bugün ölmüştü ve aradan yirmi beş sene geçmesine rağmen bütün halk onu saygıyla anıp arkasından ilk günmüş gibi feryat ediyordu. Hıçkırıklar, ağlama sesleri, dualar havada uçuşurkrn gökyüzü fazlasıyla karanlıktı. Ayaz, Altuğ Lord ve Kral Henry henüz gelmemişti, sarayın önüne siyah bir halı serilmişti, büyük kapıya kadar uzanan bir halıydı, halk kapının ardında diz çökmüş göğe kaldırdığı başlarıyla dua ediyordu.
Halının kenarlarında ve kapının etrafı siyah güllerle süslenmişti, halı siyah gül yapraklarıyla doluydu, hava fazla kasvetliydi. Esen ılık rüzgar ürpermeme neden oluyordu. Omuzlarımda hissettiğim kumaşla irkildim, yeşil gözdü. Üzerime pelerin örtmüştü. Üzerimde simsiyah ince bir elbise vardı, saçlarım açıktı, esen rüzgar kumral saçlarımı dalgalanıyordu.
Yeşil göz dün gece neredeyse hiç uyumamıştı, annesinin kabristanında saatlerce durmuştu. Ben ise saatlerce onu beklemiş, dayanamayıp kendimi uykuya teslim etmiştim. Muhafızların eşliğinde çıkan kral ve lord Altuğ'la halk saygıyla başını yere eğdi. Lord Altuğ çok kötü gözüküyordu, göz altları tamamen çökmüş ve morarmıştı. Ağladığı kızaran gözlerinden fazlasıyla belli oluyordu. Yavaş adımlarla saray kapısından çıktık, yeşil göze destek olmak adına koluna girmiştim. Halkın bizim için açtığı ince yoldan ilerlemeye başladık. Kabristan yolun sonundaki yapılan büyük yapıtın içindeydi. Kahverengi ve yeşil büyük gösterişli taşların olduğu kabristanın önüne geldiğimizde tören başlamıştı.
Anma töreni hızla gerçekleşirken yeşil göze destek olmak için asla kolundan çıkmamıştım. Lanet adam tepki vermiyordu, ne üzgün duruyordu, ne mutlu. O kadar boş bakıyordu ki çözemiyordum.
Allah cezanı versin Varis!
Kapıda dikilen ekiple gözümün parladığını hissettim, yüzümde buruk bir tebessüm belirdi. Doğan, Betty, Soğuk nevale, Ardil, Azad, Afra, Kıvanç ve Aybar. Onlar giriş yaparken kapıda beliren silüetle kaşlarım aniden çatıldı. Kadının gözleri doğrudan üzerimdeydi, gözleri fazla tanıdıktı. Benimki gibi gece mavisi gözlere sahipti, ve o, o bana çok benziyordu. Afallarken yeşil göz aniden kaşlarını çatmış baktığım yöne çevirmişti bakışlarını. Aynı hızda kaşları çatılarken, herkes o tarafa dönmüştü. Halkın arasında dolan fısıltılar arasında duyduğum şey beni dehşete sokmaya yetmişti, "Ateş kraliçesi Hera!" Annem?
Annem ağır adımlarla bize doğru ilerledi, ben gerilerken ayağım yeşil göze takılmıştı, kolu aniden belime dolandı. Boğazım aniden kurumuştu, yutkunamıyordum. Bütün duyularımı kaybetmiş gibiydim, bize yaklaşan kadın özlemle bana bakıyordu. Kral önümdeki kadına bakarken yeşil göz ona ters bir bakış attı. "Anneni severdim, biz, biz çok yakındık. Burada olmamın bir sakıncası yoktur umarım?" Yeşil göz hemen başını hayır anlamında salladı, anlattıkları o haylaz kadın şuan yeşil gözden izin mi istiyordu? Koskoca ateş kraliçesi toprak varisinden izin mi istiyordu? "Tabii ki de bir sakıncası yok, lütfen."
Annem tam yanımda dururken yeşil göze daha fazla yapıştım, o ise beni itiyordu, "Viata o senin annen." Diye tısladı, şuan burada bu kadar insan olmasaydı cırlamaya başlardım.
"Nasılsınız Varisim?" Duyduğum sesle kan beynime sıçrarken Diaspora belirmişti, bu kız benden dayak yemeden rahat durmayacaktı sanırım.
Yeşil göz aniden bana baktığında gününü mahvetmemek adına ufak bir tebessümle sakin olduğumu belirttim, Diaspora'ya hiç bir tepki vermeden bana döndü. "Çıkalım." Başımla onaylayıp çıkışa ilerledik, Diaspora olduğu yere çivilenirken ona yan bir bakış attım, aklınca Varise kapak atıp su krallığına kraliçe olabileceğini sanıyordu, tam bir aptal!
Çıkışta duran ekiple yeşil gözün kolundan çıktım, hepsi teker teker onun yanına gidip baş sağlığı diliyordu. "Viata?" Afra bana kollarını açarken hızla kollarının arasına girdim, sıkıca ona sarılırken Aybar sırıtıp göz kırpıyordu, onun ardından Betty sarılmıştı, "Dişi sinekler olacağını söylemiştim." Diaspora'yı kastettiğini anlayıp gözlerimi devirdim.
Hepsiyle sıcak bir sarılmanın ardından saraya girmiştik, büyük terasa çıkıp hepimiz bir köşeye geçtiğimizde yeşil göz solgun duruyordu. Yanına gidip elimi yüzünde gezdirdim, ateşi yoktu ama cildi fazlasıyla soğuktu. "Hasta değilim zeki kız." Gözlerimi devirip yanağına işaret parmağımla ittim, "Aptal senin olduğun durumda şuan ben olsaydım beni kolumdan tuta tuta hastaneye yatırırdın." Bu sefer o yeşillerini devirdi.
"İyiyim ben."
"Hı hı inandım."
"Viata!"
"Ne ya?!" Diye cırladım. İnanamaz gibi bana bakıyordu, diğerleri bu halimize gülerken teras kapısında Diaspora belirdi, delireceğim! Gurursuz kadın herkes bizi sevgili olarak biliyorken sen hangi akla hizmet gelip benim sevgilime yürüyorsun?!
"Varisim, sizi ağabeyimle tanıştırmak istiyorum." Peşine giren adam beni dehşete sokmaya yetmişti, olduğum yerde sıçrarken ayağa fırlayıp terasın diğer köşesine soğuk nevalenin arkasına sığındım, hepsi ne olduğunu kavramaya çalışırken şeytani gözler beni süzüyordu. "Soğuk nevale bu o! Ba... Bana dokunmaya çalışan!" Birden hıçkırmaya başladığımda Azad ve Ardil Betty'le Afra'yı arkasına almıştı. Yeşil göz öfkeden parlayan gözleriyle şeytanın ta kendisine bakıyordu. "Seni aramama gerek kalmadan ayağıma gelmen ne güzel. Kendi eceline kendin geldin, hoş geldin." Ardından boğazına yapışıp duvara yasladı, korkudan titrerken soğuk nevale arkaya uzattığı eliyle karnımı kavrıyordu. Fakat şeytan rahat durmadı, yeşil gözün kolunu çevirip dizine vurdu, "Ayaz!" Diye çığlık attım aniden, korku bedenimi sarmıştı, ayakta durmaya takatim yoktu. Soğuk nevalenin kollarından kurtulup onlara doğru ilerledim, yeşil göz hala yerdeyken tecavüzcü adamın erkekliğine sıkı bir tekme geçirdim, öküzü aramayın böğürtüsüyle geri çekilirken yeşil gözü kolundan tutup geri çektim, böyle özel bir günde olay çıkarmak istemiyordum. "Viata bırak!" Diye gürledi, ama onu tutan kollarım bir nebze gevşemedi. "Ayaz şimdi değil! Ben... Ben..." Nefesim yetmezken göğsüme oturan yumruyla bedenim geriye yığıldı, ayakta duramıyordum. İnce sütuna tutunup dizlerimin üzerine çöktüm. Ardil arkasındaki Afra'yı Azad'a teslim edip yanıma çöktü. "Pars kendine gel! Viata iyi değil, böyle yaparak onu daha çok korkutuyorsun!" Soğuk nevale gürlerken yeşil göz afallamıştı geri adımlarken Diaspora ve abisi kaybolmuştu.
Zorlanarak ayağa kalktım, yavaşça tebessüm edip iyi olduğumu belirttim.
"O nereden çıktı öyle? Buraya gelme cesaretini nasıl buluyor?"
Ardil sorularını ardı ardına dizerken donuk bakışlarım yerdeydi. "Viata'nın kötü olacağını biliyordu. O kötü olduğu süreçte benim elimin kolumun bağlı olacağını da." Yeşil gözün sesiyle bakışlarım ona çevrildi, bir süre yüzünde gezindi gözlerim, kemikli çenesinden öfkeden parlayan gözlerine çıktı.
"Geldi ve gitti tamam mı? Bir daha bu konuyu açmayın, istediği şeyi ona vermeyeceğim. Bana hiç bir şey yapamaz, bu konuyu açmayın çok fena bozuşuruz!" Diye tehditimi savurup oradan çıkıp bana ayırdıkları odaya ilerledim.
****
Yaklaşan şeytan gözlerini açlıkla bedenimde gezdiriyordu, yavaş yavaş bana doğru gelirken hızlı adımlarla geriliyordum. Sırtım aniden duvarla buluştu, çığlık atacakken dudaklarım üzerindeki eli buna engel oluyordu, çırpınırken eli üzerimde geziyordu, elini itip çığlık çığlığa bağırmaya başladım. Hıçkırarak ağlarken karanlık odada ondan kaçmaya çalışıyor, önümü görmek ve bir ışığın yönümü aydınlatması için dua ediyordum.
"Viata!"
"Viata aç gözlerini güzelim."
Aniden gözlerim açıldığında nefes nefese yataktan kalktım, başımda yalvaran gözlerle bana bakan yeşil gözle karşılaştım, elindeki suyu bana uzattığında titreyen ellerimle suya uzanıp hepsini içtim. Boş bardağı alıp yatağın yanındaki komidine koydu. "Kabus görüyordun." Diye inledi. Canı yanıyor gibiydi, benim o adamı görmem canını mı yakmıştı?
"İyiyim. Sen kötü görünüyorsun." Gözleri gözlerimde dolanıyordu, içimdeki merhamet beni ona iterken kendimi ona sarılırken bulmuştum. Kokusunu içime çektim, ardından meraklı sesi kulağıma doldu. "Şampuan olarak Mentollü şampuan kullanıyorsun ama yine de kokunu bastıramıyor. Hala tarçın ve vanilya kokuyorsun." Düşünceli sesiyle kaşlarım çatıldı, vanilya koktuğumu biliyordum ama tarçını ilk defa ondan duyuyordum. "İyi de benim kokumda tarçın yok ki?" Başını hayır anlamında salladı, omzumda hareket ettirdiği başımdan anlayabiliyordum. "Tarçın huzur kokar, sende huzur gibi kokuyorsun." Yavaşça tebessüm ettim. Ondan iltifat almak çok güzeldi, belki de çok özel. Başkası bana bunu dese umursamaz geçerdim belki de ama bunu o söylüyordu. Beni ilk defa öpen adam.
"Sende beyaz misk ve amber kokuyorsun. Tarifi edilemeyecek iki kokunun birleşimi." Güldü, odayı incelemeye başladım, hava karanlıktı, bu yüzden hiç bir yer gözükmüyordu. Muhtemelen çığlığıma gelmişti.
"Seninle uyuyabilir miyim?" Aniden sorduğu soruda ufak bir çocuğun masumiyetini sezdim, şaşkınlıkla bakakalırken neden böyle bir şey istediğini merak ediyordum. İçimdeki merhametle başımla onaylayıp yatağa uzandım . Başını göğsüme koyup gözlerini kapattı ellerimi beline dolayıp sıkıca ona kenetlendim.
Huzur kokuyordum.
Bana güzel koktuğumu söylenip yanımda uyumak istemişti.
O benden daha güzel kokuyordu halbuki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Bilim KurguHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...