"Defol! Bu gece uyuyacağın yeri iyi biliyorsun!"
"Bak sen, neresiymiş?"
"Cehennemin dibi, git çöpün içinde yat!" Diye gürledim öfkeyle. Yastığını kapmak için uzandığında tutmak için yeltendim lakin hemen kapmıştı. "Ver şunu ya! Gerizekalı. Aptal. Aptal uyuz herif. Yeşil gözlü aptal uyuz herif! Yeşil gözlü uyuz! Ruh hastası! Yeşil gözlü ruh hastası!" Sinirle yastığı çekip koltuğa attı, kendine örtü de çıkarıp dolaba yöneldi, bulduğu şortu çıkarıp yatağa koyduğunda ayağa kalkıp dolaba ilerledim, elbisemi başımdan çekiştirip çıkarırken Ayaz'ın gözleri bendeydi, sırıtıp dolaptan pijama takımı çıkararak giyindim. Ayaz da üzerini çıkarıp sadece şortunu giyindi. Yastığı ve örtüsünü alırken yanında kıyafetlerinide götürüyordu. İblis! Onun kokusu olmadan uyuyamadığımı biliyordu, o kadar alışmıştım ki kokusuna, o olmayınca uykularım kabusa çevriliyordu. Bana sesini yükselttiği için onu odadan kovmuştum, haklılık payı vardı sonuçta birden bire ortadan kaybolmuştum. Beni arayan milyonlarca yaratık veya insan vardı, ama bu bana sesini yükseltebileceği anlamına gelmezdi. Yeşil gözlü uyuz!
Hava yağmurluydu, sürekli olarak şimşek çakıp duruyordu, ışıkları kapatıp yatağa girdim. Örtüyü üzerime çekip kendimi kabus dolu bir geceye hazırladım.
Gözlerimi aniden açarken dolap sesiyle yavaşça doğruldum, Ayaz üzerini değiştiriyordu, hava karanlıktı, nereye gidiyordu? Üzerine tulum giyinmiş altına kalın kış botlarını giyinmişti. Silahlarını çantaya doldururken göz göze gelmiştik, başını hızla çevirip odadan çıkarken arkasından öylece bakakaldım. Bana hiç bir şey demeden mi çıkıyordu? Afallarken yataktan doğrulup odadan çıktım, kapı sesiyle olduğum yere çivilendim, gitmişti. Sarılmadan, öpmeden, hiçbir şey demeden gitmişti. Merdivene otururken bir süre kapıyı izledim, ara sıra böyle inatlaşıyorduk ama ilk defa böyle olmuştu.
Saate baktığımda henüz dört olduğunu fark ettim, çok erken çıkmıştı, merdivenlerden inerken salona girerek koltuğa uzandım. Televizyonu açarken boş boş ekrana baktım, saatlerce televizyonun karşısından kalkmadım, televizyon izlemedim, düşündüm.
Sadece nedenini düşündüm.
Ayaz'dan böyle bir hareket asla beklemiyordum, böyle bir şey ilk defa başımıza geliyordu.
Saat ikiye gelirken doğruldum, her yerim uyumuştu, o kadar çok hareketsiz kalmıştım ki!
Kendime kahvaltı hazırlarken her şeyi yüzümü buruşturup hazırlamıştım, canım hiç bir şey istemiyordu. Bütün iştahım kaçmıştı.
Zorunda olduğum için yiyordum.
Yemeğimi yedikten sonra mutfağı toplamış kendimi kek yaparken bulmuştum. Kekin harcını hazırladıktan sonra dolaptan çıkardığım limonları yıkadım, kabuklarını rendeyle doğrarken rendelenmiş kabuklar boş kaba dökülüyordu.
Kek harcının içine biraz tarçın ve kabukları koydum, tat katması içinde limonlardan bir tanesini ortadan ikiye keserek içine sıktım. Çöpleri atarken fırının ısısını ayarladım, bu kek Ayaz'ın en sevdiği kekti.
Tarçınlı limonlu kek.
Harcı kaba dökerek fırına attım, bu kek en güzel sıcakken yenilirdi. Ayaz'ın gidiş geliş saatleri belliydi. Eğer gece çıkıyorsa öğlene doğru, öğlen çıkıyorsa bir sonraki günün sabahına doğru, sabah çok erken çıkıyorsa akşama doğru geliyordu.
Bir kaç günlük görevleri bana söylemeden hayatta gitmezdi.
Salona geri gittiğimde boş boş etrafa bakındım, ev kadını olmak, evli çocuklu kadın olmak bana göre değildi. Bana göre olmayan evlilik ve çocuk değildi, bana göre olmayan evde oturmaktı, ki bebeğim biraz büyüdükten sonra işime geri dönecektim.
Hem krallığımın vârisi hem de evrenimin savaşçısı olacaktım.
Eskisi gibi.
Kapı çalarken hızla ilerleyip açtım, karşımda Ayaz'ı beklerken Doğan'la göz göze gelmiştim. Moralim bozulurken eğilip ifademe tekrardan baktı, "Kızım bu ne surat? Gidiyorum ben." Gidecekken kolundan tuttum.
"Ya hayır, zaten tekim evde. Canım sıkılıyor, sende gitme." Kaşları çatıldı, gözlerini içeriye çevirirken geri çekilip eve girmesi için yol açtım, elinde poşetler vardı, kapıyı kapatıp onun peşinden ilerlerken o poşetleri tezgaha bıraktı. "Pars nerede? Bugün izin günü değil mi?" Gözlerim kocaman oldu, izin günüyse nereye gitmişti bu adam? Gözlerimi kırpıştırırken içeri fırladım, telefonu kapıp Atalan'ı çevirdim, telefon çalmadan meşgul verirken tekrar aradım. Aynı şekilde bir kaç kez daha aramıştım ama üçüncü arayaşımda ulaşılamaz vermişti. Bu sefer Ardil'i çevirdim, onda da aynısıydı. Tesadüf olmasını umarak Ayaz'ı çevirdim, onun da kapalıydı. Telefon elimden düşerken irkildim, Doğan kolumdan tutarak beni oturturken boş gözlerle telefona bakıyordum. Ayaz'ın izin günüydü ve Ayaz sabahın bir saati bana haber vermeden gitmişti.
Ellerimi yüzüme koyarken sakinleşmeye çalıştım, belki de Doğan tarihleri karıştırıyordu, değil mi? Öyle zannediyordu, veya yarındı onun tatili, sonuçta çok erken saatte gitmişti, gece geçte gelirse yarın olurdu izin günü. Sakinleşirken Doğan telaşla bana bakıyordu. "İyiyim. Yarın onun izni, bugün değil."
****
"Kaç saat?! Kaç saat ya, ne bir mesaj ne bir telefon ne bir haber! Bu herif düşünmüyor mu benim evde karım var, üstelik hamile. Strese girmemesi, üzülmemesi, panik olmaması gerekiyor!" Adeta çığlık atarken Aybar ve Doğan kollarımdan tutarak beni yatağa oturttu, saat gecenin üçüydü! Üç , gece üç! Kolumdaki serumu çekiştirmekten kolum morarmıştı.
Saatlerdir yoktu, hiç birimiz badilerimize ulaşamıyorduk, üssün herhangi bir haberi yoktu.
Ortada bir görevde yoktu, neredeydi bunlar o zaman? Neredeydi bu aptal yeşil gözlü uyuz?!
Hıçkırmaya başlarken Aybar önümde durup kolumu okşadı, "Sakin ol, telefonları kapanmıştır. Kızım bilmiyor musun işimiz bu, ölüme kafa atmak. Telefonları kapalıdır, veya mağaraya inmişlerdir? Sonuçta hep mağaraya iniyoruz."
Kaşlarımı çattım. "Her seferinde birilerinin ölüp dirildiği, başımıza getirmediği bela kalmayan mağaralar mı?" Doğan'ın sesiyle daha çok ağlamaya başladım, mağara daha beterdi!
"Abi sen siktirsene ya! Daha çok ağlattın işte, sancısı tutarsa ne bok yiyeceğiz? Pars bizim ebemizi si-"
"Lan yeter!" Kıvanç bağırırken yanıma oturup kollarını bana sardı. "Sakin ol, kızım başımıza neler geldi biz hala bugündeyiz. Pars gelir elbet."
"Benim yüzümden!" Yaşlarımın arasında sayıklarken sıkıntıyla nefes aldı, yaşadığımız tartışmayı onlara anlatmış onlar da Ayaz'ın haklı olduğunu söylemişlerdi. Teknik açıdan Ayaz haklıydı ama ne yapabilirim yani! Kolumdaki seruma gözlerimi çevirdim, Aybar kötüleştiğim için takmıştı. Kıvanç bacaklarımı yatağa doğru uzatırken ensemden tutarak beni yatırdı. Aybar serumu düzeltirken burnumu çekip duruyordum. Eve geldiğin an üzerine atlamayan en adi olsun Varis!
"Viata bence zırlamayı kesebilirsin." Asena'nın heyecanlı sesiyle hepimiz ona döndük, arkasında kan ter içinde olan Ayaz'la gözlerim kocaman oldu, üzerinde kan vardı.
Kan...
Ve sargı bezleri.
Kalkmak için yeltenirken Aybar göğsüme baskı uygulayarak beni yatırdı. Çocuklar odadan çıkarken bir süre bakıştık, bana doğru ilerleyip yatağın önüne çöktü. Hıçkırırken elini karnıma koyarak okşadı, kapı açılırken Aybar kafasını içeri uzattı, "Serumu çıkarmaya geldim." Ayaz'ın gözleri kolumdaki seruma takıldı, başıyla onu onaylarken Aybar sessizce serumu çıkarıp odadan çıktı. Elini moraran koluma koyarak okşadı. "Neredeydin?" Sesim beklediğimden soğuk çıkarken başını kaldırıp dikkatle beni izledi, ondan cevap bekliyordum. Neden geldiğinden beri konuşmamıştı? Bana sarılmamıştı bile! Sinirle onu iteklerken inleyerek yarasını tuttu, gözlerim kocaman olurken doğrulup yanına gittim, sargıyı kaldırırken gözlerimiz buluştu.
Yarası çok derindi.
Gözleri kısılırken elini kaldırdı, ayakta duramıyordu. "Aybar!" Diye bağırdım korkuyla, ayakta duramazken Aybar ve Doğan odaya girdi, yığılan Ayaz'ı kollarından tutup yatağa yatırdılar. Asena ve Kıvanç kolumdan tutarak beni odadan çıkardı.
Yaralıydı, ellerimle yüzümü örterken ellerimden yüzüme bulaşan kan bağırmama neden oldu. "Dur dur, yıkayalım ellerini." Kıvanç kolumdan tutarak beni tuvalete soktu, ellerimi sabunlarken suyun altına tuttu. Kan gitmiyordu! Teli alıp ellerimi tellemeye başladım, kan belki böyle çıkardı. Ama çıkmıyordu, daha sert tellerken Kıvanç şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Viata, ne yapıyorsun?" Daha sert telledim.
Derimin acıdığını hissediyordum.
"Kanıyor!" Kıvanç teli elimden çekerek alırken aynada kendime baktım, mahvolmuş.
Sen ne zaman mutlu oldun ki Viata?
Gülerek kendime baktım, gülüşüm kahkaha dönerken Kıvanç şok içinde bana bakıyordu.
Kıvanç...
"Nasıl?"
"Kanaması durdu, yarası derindi, pençe izleri var. Üstelik zehirli, kim bilir kaç saattir bu halde. Yarayı sarıp kapattım, ama uyandığında nasıl olur bir bilgim yok." Aybar mırıldanırken sıkıntıyla nefes aldım. Doğan uyuyan Viata'nın saçlarını okşarken yanağını öpüp üzerini örttü. Doğan Viata'ya bizden daha çok bağlıydı, nedenini aylardır çözememiştim. Öz kardeş gibiydiler.
Kendi kardeşi gibi davranıyordu. "Perişan oldu kız, ne zaman hayat yüzüne gülecek?"
Doğan bıkkınca nefes aldı. "Birazda alışması gerekiyor Asena. Pars normal biri değil ki, yaptığı işte risk var. Yaralanması kadar doğal bir şey yok." İkisine de hak veriyordum, Viata Pars'ın işinin riskini biliyordu ama kaldıramıyordu. "Ona zarar gelme ihtimali onu delirtiyor, ellerinin haline baksana, gözümün önünde kendi derisini yüzdü." Gözlerim Viata'nın üzerinde konuşurken yukarıdan gelen tıkırtılarla Aybar'la beraber yukarı çıktık, odanın kapısını açıp içeri girdiğimizde Pars'la göz göze geldik, kendine gelmiş gibiydi. "Viata nerede?" Sorusuyla Aybar aşağıya işaret etti, gidecekken kolundan tutarak onu durdurdum, hem onun hem de Viata'nın dinlenmesi gerekiyordu. "Uyuyor, sende dinlen."
"Onu görmek istiyorum." Bıkkınca nefes aldım, aptal onu görünce her şey çözülecek mi zannediyordu?
"Pars, uyandığı zaman zaten yanına gelecek. Biraz dinlen, kendine gel ki korkmasın. Yeteri kadar yıprattı kendini." Kaşları çatıldı, altında siyah bir eşofman vardı, üzeri çıplaktı, sadece sargı bezleri vardı. "Yanıma alayım bari." Aybar odadan çıkarken boş boş gidişini izledik, nereye gitmişti? Merdivenlerden elinde Viata'yla çıkarken ikimizde geri çekildik, Aybar onu yatağa bırakırken Pars gözlerini ondan çekmiyordu. "Sağ olun. Her şey için, bundan sonrasını ben halledebilirim." Gülümseyerek omzumu sıvazladı. Aybar'la tokalaştıktan sonra odadan çıktık.
Ayaz...
Başımı göğsüne koyarken ona sığındım, o benim ailem, yuvam, her şeyimdi. Sahip olduğum tek değerli şeydi.
Sabah Atalan beni aramıştı. Acil ve gizli bir görev olduğunu söyleyip çağırmıştı, Viata'nın peşinde olan bir sürü Succubus ve İncubus'un inini temizlemiş, görev esnasında da yaralanmıştım.
Geldiğimde onu bulduğum hal bile canımı sıkmama neden oluyordu, benim yüzümden gelmişti o hale. Ona ceza olsun, bir daha haber vermeden çıkmasın diye ona haber vermeden hatta hiç bir şey demeden evden çıkmıştım.
İçim içime sığmazken başımı kaldırıp yanağını öptüm, çenesine, şakağına, boynuna buseler kondurdum. Başını kendime yaslayıp sıkıca sarıldım, göğsümde hissettiğim ellerle başımı kaldırdım, Viata öfkeli gözleriyle bana bakıyordu. "Sarılma!"
"Kaç saattir kaç kere öldüm dirildim haberin var mı senin?! Neredesin sen, nerede?!" Bağırırken boynundan sertçe tutup dudaklarımı ağzına bastırdım.
Hareketsiz kalırken kendime çekip ona yaslandım. Bir kaç saniye sonra inadından vazgeçip bana karşılık verdi.
Lanet kadın bana neler yapıyor?
Ey kadın neye sebepsin sen?
Birden dudağımı ısırdı, inleyerek geri çekilirken beni sertçe yatağa itip üzerime çıktı. "Eğer bir daha böyle bir halt yersen seni öldürürüm! Duydun mu?" Hayranlıkla ona bakarken o lacivert gözlerini bana dikmişti. Dudakları bükülürken ağlamaya başlayacağını anlamıştım, gülerek kollarımı boynuna dolayarak ona sarıldım. "Uyuyalım." Diye mırıldandı.
"Uyuyalım, hep uyuyalım sevgilim."
****
Gözlerimi karanlığa açarken yanımdaki hareketlilikle başım hareketliliğin yönüne çevrildi. Viata pikeyi üzerine çekiyordu, nefes alış verişleri kaşlarımın çatılmasına neden olurken ayağa kalkıp doğruldum, ışığı açıp Viata'da göz gezdirdim. Düzensiz nefes alıyordu, üstelik göğsü hızla inip kalkıyordu, kabus görüyor gibi değildi. Yanakları pembeleşmişti, alnından ter damlacıkları dökülüyordu. Elimi önce alnında ardından yanağında gezdirdim, ateşi vardı.
Viata çok üzüldüğünde ateşlenirdi.
"Viata, aç gözlerini." Ona seslenirken kıpırdamadı, üzerindeki örtüyü kaldırıp ellerimden birini bacaklarının altından geçip diğerini belinin altına yerleştirdim. Kucağıma alıp odadaki banyoya girdim, kabinin içine girerek soğuk suyu açtım, Viata sıçrarken yakama yapışarak beni kendine çekti, ikimizde ıslanırken gözleri açılmıştı. "Kapat! Kapat şu suyu!"
"Kendine gelmen lazım." Ciddiyetle mırıldanırken inleyip yakama daha çok asıldı. İkimizinde eli onun karnındaydı. "Ayaz! Yalvarırım kapat." Bir süre daha onu suyun altında beklettim, kendine iyice geldiğinde suyu kapatıp tekrardan kucağıma aldım, "Ayakta durabilir misin?" Sorumu başıyla onayladı. Şaşırmamak gerekiyordu, benim güçlü kızımı bugüne kadar neler devirmeye çalıştı, hastalık mı devirecekti?
Ayaklarının üzerinde dururken elleriyle kollarını sardı, büyük havluyu dolaptan çıkarıp ona sardım, odaya ilerleyip dolabının önünde durdu. Hala halsizdi fakat halsizliği ayakta durmasına engel değildi. Yatağa oturup sırtımı yatak başlığına yasladım, Üzerindekilerden kurtulup kendine yeni çamaşır ve kıyafet çıkardı, bir insanın her hareketi nasıl bu kadar zarif olabilirdi? Çok aşıksın Pars.
Üzerini giyip yanıma geldi, başını karnıma koyarak cenin pozisyonuna girdi. Islak saçlarını okşarken o uykuya dalıyordu.
Saate baktığımda on bire geldiğini gördüm, Viata uyuduktan sonra onu odada tek başına bıraktım, perdeler sonuna kadar çekik olduğu için içeri gram ışık sızmıyordu.
Kapıyı yavaşça kapatarak aşağı indim, hepsi gitmişti. Onlar olmasaydı Viata gerçekten delirmiş olurdu, Aybar ve Doğan Viata'nın üzerine fazlasıyla düşüyordu. Bu en başta ne kadar hoşuma gitmiyor olsa da bir süre sonra hoşuma gitmeye başlamıştı, onu koruyup kolluyorlardı.
Görevler ve işim nedeniyle Viata'yı tek başına bırakmak zorunda oluyordum, görevler bazen bir kaç gün veya hafta bile sürebiliyordu. Bu süreçte Viata'nın tek kalmaması gerekiyordu ve benim yokluğumda onların varlığı iyi geliyordu.
Mutfağa girip dolaba yöneldim, kahvaltı hazırlamak için malzeme çıkarıp tezgaha bıraktım.
Viata...
Gözlerim açılırken odada gezdirip doğruldum, elimle yüzümü ovalayıp odadan çıktım. Esnerken mutfaktan gelen kokularla kaşlarım çatıldı, Ayaz kahvaltı mı hazırlamıştı? Mutfağa girdiğimde Ayaz tavadaki omleti çevirip tabağa bıraktı, üzerine baharat döküp mutfaktaki küçük masaya bıraktı, masanın üzerinde en sevdiğim şeyler vardı.
Omleti masaya koyduğu gibi arkasına döndü, göz göze geldiğimizde gülümseyerek yanına ilerledim, parmak uçlarımda yükselip yanağını öptüm.
Ve asla beklemeyeceği şeyi söyledim.
"İyiye gidiyorsun giderek hanımcı oldun. Aferin, istediğim kıvama yavaş yavaş geldin." Dehşetle bana bakarken dudaklarımda bastıramadığım kıkırtı mutfakta yankılandı. Normalde çok katı biri olmasına rağmen benim yanımda pamuk gibiydi, bazı erkeklerin deyişiyle "hanımcı"ydı.
Ayaz'ın en güzel huyu sevdiği insana sevgisini ara ara gösterse de bunu daima hissettirmesiydi.
Kendi abi ve babasına hariç, onlara sevgi besleyip beslemediğini bile kavrayamıyordum. Abisi bu aralar fazlasıyla tuhaftı, babası ise bana çok samimi davranıyordu, kendi babamın yapmadığı babalığı yapıyordu.
Bu adamın her şeyi yaramı sarmaya o kadar müsaitti ki.
Sofraya oturduğumuzda Ayaz önümdeki servis tabağına her şeyden koyup tamamını bitirmem gerektiğini söylemişti.
O benimle sohbet etmeye çalışsa da benim aklım hala bir şeyde takılıydı.
Mühürde.
İçimdeydi, belki de kalbimde. Mührü bulduğum gibi yok edecektim lakin birden mühür ben oluvermiştim.
Hem kendimi, hem çevremdekileri , hem de bütün evrenleri tehlikeye atmamak için kurtulmam gerekiyordu. Ayaz gözlerini bana dikti, anlamıştı.
"Bizim bu mühürden kurtulmamız gerekiyor." Diye mırıldandım. Kaşlarını çatarak başını olumsuz anlamda salladı.
"Bunun mümkünatı yok, çünkü mühür sensin." O zaman ben yok olacaktım.
Gözlerim karnıma düştü, o doğduktan sonra.
O doğduktan sonra kurtulacaktım.
Başka türlü asla huzurlu olamayacaktık, huzursuz olmak umurumda değildi lakin bebeğimi en iyi şartlar altında büyütmek istiyordum. Bensiz de olsa en iyi şekilde büyüyecekti.
"Viata, hayır. Öyle bir şey olmayacak, kendi canına kıymana nasıl izin veririm. Bunun bahsi bile beni delirtiyor!" Diye bağırdı, başımı masaya eğdim. Başka çaremiz yoktu, lanet olsun başka yol yoktu. "Ben varken bebeğimiz sağlıklı bir hayat geçirmez, anla beni. O doğduktan sonra," gözlerim doldu. Ağlamaya başlarken Ayaz gürültüyle ayağa kalktı, sandalye devrilirken mutfakta dolanmaya başladı. "Öyle bir şey olmayacak! Yaşadığın kaderi kendi bebeğine mi yaşatacaksın?" Diye bağırdı tekrardan, başımı kaldırarak öfkeden kıpkırmızı kesilip kocaman olmuş gözlerine baktım. Ayağa fırlayıp üzerine ilerledim, esas ben varken yaşadığım kaderi yaşayacaktı. "Esas ben varken yaşayacak! Anlamıyor musun, ona zarar vereceğim." Elleriyle yüzünü örttü, sinirle ellerini çekip hırçınca etrafa savurdu. "En azından beraber başa çıkabiliriz. İkimizden olacak bir bebeğin gücünü tahmin edebiliyor musun? Olağanüstü bir bebek olacak. Kendi bebeğinin annesizlik çekmesine nasıl göz yumabiliyorsun? Annesizlik ne kadar kötü bilmiyor musun Viata?! Niye ikimizin yaşadığı kaderi ona yaşatıyorsun?" Hıçkırarak ağlarken dizlerimin üzerine çöktüm, o da karşıma çömeldi. Omuzları sarsılırken başımı kaldırıp gözlerine baktım. Ağlıyordu.
"Ne ben ne o, ikimizde sensiz yapamayız. Anlamıyor musun?" Sesimi çıkarmadım, o ne kadar ısrar etse de kabul etmeyecektim, bu mühürden her şekilde kurtulacaktım.
Onun iyi bir kader yaşaması için.
Kendi bebeğimin iyi bir kader yaşaması için benim kader çizgisinden çıkmam gerekiyordu.
Onun kader çizgisini çeken ben olacaktım lakin ben o çizgide olmayacaktım.Bitti..
Dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram dram
YETWR ARTİK
Bana kizmain ama bunlar zorunluluk!!!!!!!!
Ağ böle şeyler olmadan mutlu son yazsam her şey açıkta kalacak
Maalesef..
Bölüm nasıldı fikirleriniz????
Başka bölümlerde görüşmek üzere sizi seviyorum güzellerim<3333
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Science FictionHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...