Öfkeyle odaya girip kapıyı anında kilitledim. Yeşil gözün bağırışları geliyordu lakin ona kulak asamayacak kadar öfkeliydim.
Benim hakkımda konuştukları beni çılgına çevirmişti.
O beni hiç sevmemişti.
Güçlerim için bana ilgi göstermişti.
Beni kandırmıştı!
Hızla masanın üzerindeki kalemi kavrayarak portal açtım ve hiç düşünmeden öylece girdim.
Kendimi ormanda bulurken kalemi kırıp yere attım. Ormanda ilerlerken ateş sarayını arıyordum lakin burada sarayı geçin en ufak bir yapıt yoktu.
Nereye gelmiştim ben?
"Allah'ın belası herif! Senden nefret ediyorum duydun mu?!"
Çalılıkların arasından gelen sesle irkilip o tarafa döndüm, ağaçların arasında bir şey geziyordu, korkuyla l tarafa bakarken elim belime yöneldi lakin yanıma hiç bir şey almamıştım. Tekrardan hareketlenen silüetle koşmaya başladım lakin her neyse beni karnımdan kavradı, sıcak nefesi boynumu süpürürken engel olamadığım bir çığlık attım. Geriye doğru tekme savururken ne olduğunu görmeye çalışıyordum lakin sesi bile ne olduğunu anlamama yetiyordu.
"Ben geldim Lidya küçüğüm."
Bu o yaratıktı, ilk önce rüyalarımı kâbusa çeviren, ardından da üste katliam çıkaran o yaratıktı. Çırpınırken başıma yediğim darbeyle bedenim öne doğru yığıldı, kanlı dişlerini bana gösterirken bana doğru eğildi, bilincimi tam kaybetmemiştim lakin hareket edemiyordum. Beni kucağına aldı, yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başladı.
Son istediğim birinin beni bulup bu yaratıktan kurtarmasıydı.
****
Başımın şiddetle ağrıdığını boynumun tutulmak üzere olduğunu fark etmenle gözlerimi araladım, bacaklarımı ve kollarımı hareket ettirmeye çalıştım ama başaramadım.
Kalın bir iple bağlanmıştım.
Çırpınırken ellerimi çözmeye çalışıyordum. Ama olan şey sadece bileklerime oluyordu, güçlerime bir kez daha lanet ettim.
Neden işe yarayan zamanlarda kullanamıyorum?!
Etrafıma bakındığımda ufak bir kulübedeydim. Kulübenin ortasında sandalyeye bağlanmıştım. Başımı eğerek ellerimi çözmeye çalıştım, kalın iplerin arasına ince parmaklarımı sokup gevşetmeye çalışıyordum lakin bileğimi öyle sıkı sarmışlardı ki kurtuluş yolum yoktu.
"Şşş sakin." İçeri giren yaratıkla daha çok tepinmeye başladım, öylece durmuş beni izlerken eğilip kendine baktı, ardından güldü. Parmağını şıklatmasıyla bedeni birden değişti, etrafını toz bulutu sardı, toz bulutu yok olurken şok içinde ona bakıyordum.
Daha demin bir canavarken şimdi aynı yeşil göze benzeyen bir adama dönüşmüştü. Onun gibi yapılı ve kızların deyimiyle çekiciydi. Üzerinde siyah bir tişört ve pantolon vardı, kömür siyahı saçları ve gözleri. Saçları dağınıktı, tutamları yüzüne düşüyordu.
"Sen nesin böyle? Ne yapmaya çalışıyorsun?" İnanamaz gibi ona bakıp sorarken bileklerimi çekiştirmeye devam ediyordum. Bana doğru ilerledi, önümde durup eğildi ve benimle aynı hizaya geldi. "Mührün yerini istiyorum. Mührü istiyorum Lidya." Kaşlarımı çatarak geriye çektim kendimi, inanamaz gibi ona bakıyordum. Lanet mührün yerini bilmiyordum, niye kimse beni anlamıyor? Veya anlamamak için çabalıyordu?
"Anlamıyor musunuz? Mühür geçmişimde, bende değil. Bende olsaydı sence şuan burada olur muydum?" Gülümsedi. Bana doğru geldi, dudaklarını dudaklarıma bastırıp geri çekildi, tiksinerek ona bakıyordum. Nasıl beni öpebiliyordu? Benden izinsiz! "Geçmiş sana ait. Yerini biliyorsun, buraya nasıl, ne için, kim yüzünden, kime geldiğini biliyorum Lidyam." Şok içinde ona baktım, ateş sarayına portal açmıştım lakin o bir şey yapmıştı, o yüzden kendimi burada bulmuştum! Ona tekme savurmaya çalıştım, kahkaha atarak bacaklarımı tuttu, o çok, çok ürkünçtü. "Hadi yerini söyle." Başı başıma yakınken fısıldadı, bir dakika?
O şimdi böyle fısıldayarak konuşurken ve bana bu kadar yakınken ondan etkileneceğimi mi sanıyordu?
Ciddi misin bakışı attım.
Öpmek için tekrar yaklaştığında başımı olabildiğince geri çektim. Kaşlarını çattı, beni öpebileceğini mi sanıyordu? Saçımı sıkıca kavrayıp sandalyede geri yatırdı, inlerken bacaklarımın üzerine oturup üzerime eğildi, bedenim altında çırpınırken heybetli bedeni beni eziyordu. "Bana o mührün yerini söyle!" Diye bağırdı, üzerimden itmeye çalışıyordum lakin hem ellerim bağlıydı, hem de çok ağırdı. "Bilmiyorum! Lanet adam bilmiyorum!" Diye bağırdım. Saçımı daha çok çekti, dişlerimi sıkıp dayanmaya çalışıyordum ama köklerimden ayrılmaya çalışan saçlarım ve dipleri can çekişiyordu. Tekrardan çektiğinde bir kaç tel saçımın koptuğunu hissediyordum.
Hırsla bırakıp ayağa kalktı, boynum acıyordu, zorlanarak başımı kaldırdım, boynumun acısıyla dudaklarım arasından bir inleme firar etti.
Önüme çektiği büyük bidona kaşlarımı çatarak baktım, beni sandalyeden hırsla kaldırıp büyük bidona yasladı, elini tekrardan saçlarıma daldırıp başımı suya soktuğunda boğuk bir çığlık attım, burnuma giren su genzimi acıtıyor, ağzıma doluyordu, boğulduğumu hissederken çırpınıyordum ama o başımı daha derine sokuyordu, birden çektiğinde nefes nefeseydim, öksürürken su tükürüyordum. Genzim acımaya devam ederken durmadan öksürüyordum, çok fazla su yutmuştum. "Söyle!" Diye bağırdı, başımı bilmiyorum anlamında salladığım gibi başımı tekrardan suya soktu, bu sefer nefesimi tutup ağzıma dolmasına izin vermemiştim, bir kaç saniyenin ardından şişirdiğim yanağımı serbest bırakmış, tekrardan su yutmaya başlamıştım. Bacaklarım yerden kesilirken boşluğa doğru sallıyordum. Geri çektiğinde tekrardan su tükürüp öksürmeye başladım, "Beni bulacaklar ve sen o zaman ölmek için yalvaracaksın!" Diye bağırdım, tekrardan suya soktu ve yine aynı şekilde çırpındım.
Benden bir şey çıkmayacağını anladığında öylece bıraktı, yere düşerken titriyordum, saçlarım yüzüme yapışmış sırılsıklam olmuştu. Karnıma yediğim sıkı bir tekmeyle tekrardan çığlık attım, canım yanıyordu ama o hırsından beni duymuyordu bile.
****
"Aç gözlerini!" Sarsılırken gözlerimi korkuyla açtım, tepeme dikilmiş dururken sesimi çıkarmadan ona bakıyordum. Bana yaptığı işkenceler asla durmuyordu, yüzümün mahvolduğuna emindim, yine saatlerce şiddete maruz kalmıştım. Bilincimi kaybedene kadar durmadan,nefes almadan vurmuştu. Ardından bana yeşil gözle soğuk nevalenin konuşmasını dinletti. Yeşil gözün hiç bir suçu yoktu, ben konuştuklarının belirli bir kısmını duyduğum için yanlış anlamıştım. Lanet gelsin ki onu yanlış anlamış ve buraya düşmüştüm, hata bendeydi bu dünyada kendimden çok güvenmem gereken adama güvenmemiştim!
"Yemek vereceğim. Ellerini çözsem kaçmaya çalışacaksın." Kendi kendine düşünürken nefretle gözlerine baktım, bana o kadar işkence edip şimdi de yemek vermedi komikti.
"İstemiyorum. Senin elinden gelen hiç bir şeyi istemiyorum!"
Çenemi sıkıca kavradı, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Beni sınama, canını yakmak istemiyorum ama beni sınama!" Diye tısladı. Kara gözleri o kadar ürkünç bakıyordu ki sesimi çıkarmadım. "Anlaşıldı mı?" Başımı aşağı yukarı sallamamla eğilip tekrardan dudaklarımı öptü, kendimi geri çekerken arkama geçip bileklerimi çözdü, bileklerimi kaldırıp ovaladığımda morardığını fark ettim. Lanet herif! Buradan kaçmanın yolunu bulmalıydım, yeşil göz neden peşimden gelmemişti? Gelse bile nasıl bulacaktı ki, burası nasıl aklına gelecekti. Kimseyi bekleyemezdim, benim kaçmam gerekiyordu yoksa bu psikopat benim ecelim olacaktı.
Koyduğu çorbaya bön bön bakarken o da beni izliyordu, zorlanarak bir kaşık çorba içtim, yavaş yavaş geri kalanını ictiğimde tuhaf bakışları üzerimde geziyordu, sürekli olarak değişmesi onun normal olduğunu göstermiyordu. Alaya almak veya aşağılamak için söylemiyordum lakin o normal değildi, bazen çok iyi bazen çok kötü oluyordu.
Bir insan neden saatlerce dövdüğü kızı öpsün ki?
O beni izlemeyi bırakıp arkasına döndüğü an, koşmak için hazırlandım. Kapı aralıktı, eğer hiç bir yere takılmadan koşup ormana girersem ve bir yere saklanıp ana yola çıkarsam bir şekilde kurtulurdum. Tepsiyi kendimden uzaklaştırdım, kendimi koşmaya hazırladım. Ve aniden fırlayıp kapıdan geçip çıktığımda ormana daldım, fakat o kadar hızlıydı ki bana yetişmişti. Korkuyla bağırırken o gülüyordu, karnımdan kavrayıp beni kaldırdığında çırpınıyordum. "Şşş, uslu ol." Deli gibi çırpınırken o benimle eğleniyordu, tekrardan kulübeye girdiğimizde ardımızdan kapıyı kapattı, sandalyeye oturup kollarımdan tutarak beni sabitledi, ellerimi kalın iple tekrardan bağladı, halatla bacaklarımı da bağlayıp geri çekildiğinde gülümsüyordu, saçımın bir tutamı gözümün önüne düşmüştü, öfkeyle ona bakıyordum. "Hastasın sen! Hasta! Mührün yerini bilmiyorum ama sen hala beni burada tutuyorsun! Sence mührün yerini bilsem sana vermez miyim? Niye burada kendime işkence edeyim oğlum! Mal mıyım ben? Bak beni bırak, başına bela alıyorsun, benim bin tane tanıdığım var. Beni aramayacaklar mı? Aptal mı bunlar, anlamayacak mı?" Diye adeta yalvarırken güldü, eli cebinde gitti. Cebinden çıkardığı kağıdı bana uzattı. "Hatırlasana, arkadaşına sen "Ben annemleyim, sarayı toparlamak için bir süre burada kalacağım." Diye mektup yazmıştın." Şok içinde ona baktım, benim adıma mektup mu yazmıştı, yerimde tepinmeye başlarken o kahkaha atıyordu, "Adi herif! Buradan kurtulduğum an seni öldüreceğim! Adi şerefsiz, şeref yoksunu!" Diye bağırırken umursamıyordu bile. Gülümsedi ve bana doğru eğildi, eli elmacık kemiğimi okşadı. "Şşş o güzel dudaklarına o laflar hiç yakışıyor mu?" Eğilip beni tekrardan öptüğünde hızla başımı geri çekip dudaklarımı omzuma sürtüp silmeye çalıştım. Ayaz'ın şifalı dudaklarının üzerine zehirli dudaklar ne arasın bende.
"Başkasına ait olana dokunmak gururunu zedelemiyor mu? Bu dudakların sahibi var ve sen dilediğin gibi öpemezsin!" Diye bağırdım. Amacım onu daha çok delirtmek miydi bilmiyorum ama kendimi tutamayacak kadar öfkeliydim. Beni öpemezdi! Kimse beni öpemezdi, ensemden sıkıca kavramasıyla inledim, bana doğru daha çok eğilip dudaklarımı öperken kendimi çekmeye çalışıyordum lakin kaçacak alan tanımamıştı. Serçe öperken ondan tiksiniyordum, kendi dudaklarımdan tiksiniyordum. Alt dudağımı ısırıp kanattığında boğukça inlemiştim, geri çekilip elindeki bandajla dudaklarımın üzerini örttü, ağzımı bağlıyordu, Allah'ın manyağı! Dudaklarına bulaşan kanı diliyle aldırdığında tiksinerek ona bakıyordum. O ise halinden memnundu. "Eğer ona ait olsaydın." Diye fısıldadı, zevkle gülümseyip elini karnımdsn aşağı gezdirmeye başladı, gerilirken eli çok yanlış yerlerde geziyordu. "Şuan benim değil onun yanında olurdun güzel Lidyam." Elini çekti ve kulübeden çıktı. Sol gözümden bir yaş firar ederken devamı da hızla geliyordu.
Bir kaç saatin sonunda mayışmaya başlamış ve gözlerim kapanmıştı. Ayaz'ı çok özlemiştim, ekibimi çok özlemiştim, herkesi gerimde bıraktığım her şeyi özlemiştim.
Aptal bir yanlış anlaşılmanın yüzünden buradaydım, bu adam her kimse beni kaçırmanın planını daha önceden yapmıştı ve bizim tartışmasız ardından da evi terk etmek işine gelmişti.Ona istediği fırsatı veren kişi bendim, azabını çeken de. Buraya geldiğimden geri ağlamamıştım, ona düştüğümü göstermek istememiştim. Ağlamayacaktım da, benim zayıf halimi göremeyecekti.
Kulübe kapısı açılırken elinde bir kaç odunla içeri girdi. Camdan dışarı baktığımda akşam olmuştu, şöminenin önüne geçip ateş yaktı, ardından kestiği odunları yavaş yavaş ateşin içine attı. Ardından bana döndü, dudak bükerek gülümsedi. "Şuan o kadar çekici duruyorsun ki." Dediği şeyle kaşlarımı çattım, saçlarım toz toprak içindeydi, çenemden aşağı akan kanı zaten hissediyordum, vücudum morluklarla doluydu. Benimle dalga mı geçiyordu? "Ben şu yatakta yatacağım. Maalesef sana yatak yok burada uyuyacaksın." Omuz silkip umursamadığımı belli ettim. Yanıma ilerleyip eğildi, boynuma başını gömdü, kokumu içine çekerek boynumu öptü. Başını kaldırıp bana döndü, "Ya da, seni böyle ellerin bağlı şekilde yanıma yatırabilirim?" Gözlerimi belertip başımı hayır anlamında salladım. Bir şey demeden arkamda duran yatağına ilerledi, yaylardan gelen sesle yattığını anlamıştım. Rahatlayıp etrafta göz gezdirdim. Umarım derin bir uykusu vardı. Şöminenin önündeki maket bıçakla yüzümde şeytani tebessüm oluştu. Sandalyeyi zorla hareket ettirerek o tarafa ilerlerken çok fazla ses çıkarmamaya çalışıyordum.
Sadalye düşerken kolumun acısıyla inlemiştim, adam hala uyurken bacaklarımı ittirerek alçak sehpaya doğru ilerledim. Başımı zorlukla kaldırıp maket bıçağı boynumun girintisiyle kavradım, omzundan aşağı bırakmamla parmaklarım hızlıca bıçağı sardı. Açıp kalın iplere sürtmeye başladım. İplerin yavaş yavaş koptuğunu hissederken bileklerimi oynatmaya başlamıştım. İpler çözülürken ellerim dudaklarım üzerindeki bandaj gitti, çözüp bacaklarıma doğru eğildim. Maket bıçakla kesip ayağa kalktım, hızla kapıya yöneldim. Dışarı çıkarken arkama bakmadan koşuyordum, ormana dalıp aşağı doğru koşarken duyduğum tıslamayla olduğum yerde durdum. Çalılıkların arasındaki hareketlilikle dona kaldım.
Dik dik bana bakan yeşil gözler bacağımı sardığında tuhaf dokusunu tenimde hissedebiliyordum.
Dudaklarım arasından firar eden çığlıkla yılandan kurtulmaya çalışıyordum lakin o kadar sıkı sarmıştı ki, bacağımda hissettiğim sivrilikle tekrardan çığlık attım, lanet hayvan beni ısırmıştı! Bedenim yere yığılırken kanımda gezen zehri hissediyordum, ölmeyeceğimi biliyorum lakin çok acı çekecektim.
Senin kaderin bu Viata, acı çekmek. Başına sürekli bir şey gelecek ve sen her seferinde öldüğünü ve öleceğini sanacaksın, fakat asla ölmeyeceksin. Her seferinde daha beterini yaşayacaksın.
****
"Şşş sakin ol."
"Kabus Lidyam. Kabus."
Gözlerimi aniden açtığımda hava aydınlıktı, tepemde yine o adam vardı. Yumuşak bir ifadeyle bana bakıyordu, ben nasıl buraya gelmiştim? Hızla kalktığımda kollarım yine kalın halatlarla bağlanmıştı, öfkeyle dişlerimi sıkarken o eğleniyordu. "Kaçmaya çalışırken yılana yakalanman ne kadar kötü." Neden ona karşı gardımı düşünüyorum ki? Ardından bende gülümsedim, onu sinir edecek bir gülümsemeydi. "Sen beni burada tutuyorsun ya. Hadi diyelim not yolladın, annem beni hiç mi sormayacak? O zaman anlamayacak mı Ayaz?" Bir an bozguna uğrasa da yüzündeki sinsi tebessüm silinmedi. "Onlar bizi bulana kadar ben seni öldürmüş olacağım, anlasa da bir işe yaramaz." Güldüm. Çünkü ben asla ölmeyecektim, hiç bir zaman ölmeyecektim. Beni kimse öldüremezdi ki, imkanı yoktu. Bugüne kadar yaşadıklarına rağmen hayattaysam, bana bu saatten sonra hiç bir şey olmaz.
"Benim peşime de seni yollarlar, ne dersin? Sen beni mührün yerini öğrenene kadar öldürmeyeceksin, o zamana kadar Ayaz bizi bulacak. Bulur." Ümitle fısıldarken onu fazlasıyla sinirlendirmiştim, eli hızlıca saçlarımı kavradı, sertçe çekerken gülüyordum. Cebindeki bıçağı çıkarıp yüzüme doğrulttu. "Hadi denesene! Yapsana!" Diye bağırdım. Bıçağı derimde hissederken yüzüme çizikler atıyordu. Canımın acısı umurumda bile değildi, onu sinirlendirmek hoşuma gidiyordu ve gidecekti de. "Hani nerede Ayaz?! Nerede?! Ben seni delik deşik ederken Ayaz yok! Göremiyorum!" Diye bağırdı. Resmen cinnet geçiriyordu. Yüzümdeki acı giderek artarken akan kan doğrudan çenemden aşağı süzülüyor, beyaz bluzumu boyuyordu.Geri çekildiğinde hiddetle nefes alıyordu, ondan korkmuyordum.
Çünkü ölmeyecektim, canım çok yanacaktı ama ölmeyecekyim çünkü ben olmadan kimse yeni bir savaş çıkaramazdı, onların amacı da yeni bir savaştı.
Çok kanlar dökülecek, çok canlar yanacak ama asla ölüm olmayacak.
Bir süre daha, kısa bir süre daha sabredersem eğer beni bulacaklardı.
İki hafta, iki hafta veriyorum onlara. Eğer iki hafta içerisinde beni bulamazlarsa, işte o zaman ölecektim.
O zaman gerçek bir ölümü tadacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Science-FictionHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...