Bölüm 9 Sınırı aşmak

1.9K 143 1
                                    

Oy verip yorum yapmayı unutmayın...
İyi okumalarrr

Gözlerim aralanırken başımdaki şiddetli ağrı beni delirtiyordu, zorlanarak kalktığımda yerdeki kanlar beni dehşete düşürdü, o kan bana aitti. O pis canavar bana saldırdı! Allah'ım ben ne tür delilerle uğraşıyorum, özel güçler, palyaçolar, değişik mavi yaratıklar! Şuan gözlerimi açıp kendimi kaldırımın birinde uyuyakalmış bir şekilde bulmak isterdim, elim başıma gittiğinde elime gelen sıvıyla korkudan kalbim ağzıma geliyor, ellerim titriyordu. Başım dönmeye devam ediyordu, yer ayaklarımın altından kayıyordu. Ağaca tutunarak gözlerimi sıkıca kapattım, gözlerimi ovuşturarak bulanıklığın geçmesi için bekledim, kendimde gücü bulduğum an üsse yürümeye başladım. Ne kadar süredir baygındım? O canavar nereye gitmişti ve neyin nesiydi! Şapkamı çekerek yaramı gizledim, elimi cebime koyup asansöre bindim. Birileri yaralandığımı görmeden odama çıkmalıydım, yeşil gözlü o huysuz herif tabi ki de beni azarlayacaktı. Sanki ben kendime saldırdım! Adi Allah'ın belası adam! Gözlerimi ovuşturuyor bulanıklığı geçmesini ümit ediyordum. Bu canavarın başıma bir sürü bela açacağı belliydi, neden her haltın sonunda ben zararlı çıkıyorum? Ulan Viata başına daha ne kadar bela gelecek! Kimseye belli etmeden yaramı sarmam gerekiyordu, aksi takdirde yeşil göz başımı şişirecekti. İkinci katta durduğumda lanet ettim, içeri giren Ardil'le gözlerim büyüdü, fark etmemeliydi! "Burada mıydın? Badin seni arıyordu, spor salonuna geç. Önemli bir duyuru var." Sessiz kalıp asansörün spor salonunun bulunduğu kata ulaşmasını bekledim. Bu yeşil gözlü adam neden ben olmadan yapamıyordu? Bir saat gözü önünde olmasam kıyamet mi kopuyor diyeceğim şuan ki halim aklıma geldi. Viata bazen çok gereksiz atarlanıyorsun. Şu saçma duyuruyu öğrenip odama çıkmalıydım, asansör durduğunda inerek yavaş adımlarla içeri geçtim. Herkes bir yere toplanmıştı, topluluğun en arka taraflarında kapıyı gözetleyen yeşil gözle göz göze geldiğimizde öfkeli bakışları bana döndü. "Neredesin sen saatlerdir?" Başım dönmeye başlıyordu, ellerim titrerken bacaklarım beni taşıyamayacak raddeye gelmişti. Hayır hayır burada olmaz, onun yanında asla olmaz! Yanında durduğumda benden cevap bekliyordu, onun sesine ekip başımıza toplanırken dengemi sağlayamadım. Yeşil gözün koluna sıkıca tutunduğumda gözlerime bakıyordu. "Viata?" Bedenim birden yığılırken kanlı elim açığa çıkmıştı, kahretsin!  Başımdaki şapka açılırken yeşil göz afallayarak bana bakıyordu. Gözlerim kararıyordu. Neden ışıklar kapandı? Karanlıktan korkardım ben. Uğultular yavaş yavaş kesildi, dünya kayboldu. Evren yok oldu..
                      *****
"Kameralara baktılar, en son bahçeye çıkmış ormana doğru ilerlemiş. Bir kaç saat sonra ise zorlanarak üsse girmiş. Ormanda yerde kan izi bulduk, sanırım orada yığılıp kalmış. Vücudundaki izlerde biriyle dövüştüğünü gösteriyor. Ormandan biri ya da bir yaratıkla muhtemelen. Çünkü o saatlerde kimse üsten dışarı çıkmamıştı."

"Uyandığında öğreniriz zaten."

"Uyanıyor."
Gözlerim zorlanarak açılırken başımdaki ağrı hiç dinmemişti. Uykum da bile çekmiş gibiydim. Başımdaki sargıya gitti ellerim, başımı oynatamıyordum, tutamadığım inlemem canımın hala yandığının en büyük göstergesiydi. Ne olmuştu bana yine? Ben neden hep bayılıyorum ve her uyandığımda aynı kişiler tepemde oluyordu?  "Viata?" Kusursuz sesin sahibi tabi ki de yeşil gözdü. Ayağa kalktığını hissettim, başıma dikildiğinde ilk karşılaştığım yosun yeşili gözleriydi. Rahat nefes alırken gözleri doğrudan gözlerimi delip geçiyordu. Kalkmak istediğimi belirtircesine ellerimi uzattım. Tutup kaldırdığında odamda olduğumu daha rahat kavrayabilmiştim. Sırtımı yatak başlığına yasladım. Ardil, Doğan ve Betty odamdaydı. Hepsi pür dikkat beni izliyordu, "Nasılsın?" Yeşil gözün sorusuyla yüzümü buruşturdum. Evet Viata, ölüm fermanı yazıldı bu yeşil gözlü uyuz adam senin başını fena ağrıtacak. "Başım ağrıyor."
Normal olduğuna dair mırıltılar çıkardı. Ne olduğunu merak ediyorlardı, sormasını bekledim. Çünkü hiç bir şey olmamış gibi davranacak kadar  aptal değillerdi. "Ne oldu da bu hale geldin?" ne olmuştu bana? Canavarın bana saldırıdığını hatırlıyorum. Oradan sonrası çok bulanıktı, belirsizdi, "Doğan'ın odasından çıktıktan sonra bahçeye indim, sana söyleniyordum. Ormana girdiğimde değişik bir yaratık belirdi simsiyah gözlü, mavi yüzlü. Beni yere yapıştırdığı için bedenini göremedim. Bana saldırdı, bende karşılık verdim, yardım istemeye kalktığımda engelledi, en son beni ittiğini hatırlıyorum yere düşüp kafamı taşa vurdum sanırım. Oradan sonrası çok bulanık." ellerimi başıma bastırıp hatırlamaya çalıştım. Anılar bir bir canlandı, her şey daha netleşti. "Üsse girdim, asansöre bindim," bakışlarım Ardil'e yöneldi. "Ardil'le karşılaştım, bana senin beni aradığını söyledi. Spor salonuna girdik, sen bana kızmıştın. Sonrasını gerçekten hatırlamıyorum." Dedim, çaresizlikle. Orada mı bayılmıştım yoksa yine kuytu bir yerde mi bayılmıştım? "Canavar siyah gözlü mavi yüzlüydü. Çuvaş olabilir mi? Bir kaç aydır ortalıkta gözükmüyorlar zaten." Ardil'in dediğiyle kaşlarım çatıldı. Çuvaş neydi? "İyi de uzun süredir yağmur yağmıyor." Betty ona cevap verirken araya yeşil göz girdi. "Yaşlı bir Çuvaş olmalı, genç olsaydı Viata'ya daha büyük bir zarar verebilirdi. Otuz kilometrelik bir yolun orada göl var, bazen balıkçılar oluyor orada. Aralarından biri orada boğulmuş olabilir, ya da öldürülmüş. Akıntıdan da bu tarafa gelmiştir. Üsle akıntının bulunduğu mağaranın arasında beş kilometrelik mesafe var. Oradan gelmiştir muhtemelen." Anladığım kadarıyla bu Çuvaşlar boğulmuşlardı. Yani sanırım. Hepsi aralarında fikir yürütmeye devam ederken yeşil göz muhafızları çağırıp mağaraya gitmelerini söylemişti, odada ikimiz kaldığında odaya sessizlik hakimdi. Başımı geriye yaslamış bu acının dönmesini istemekten başka bir şey yapmıyordum. Boynumda duran elle gözlerim aniden açıldı. Yeşil göz boynumda ki bir damarı sıvazlıyordu, sıvazladığı yerin rahatlığı başımdaki ağrıyı dindirirken ufak gıdıklanma hissi ona eşlik ediyordu. Huzurla yaptığı masajın keyfini çıkarırken bir kaç dakika sonra bırakmıştı. "Teşekkür ederim." Fısıltımla yavaşça tebessüm etti, o yanağında ki neydi? Gamze! Yanağında hafifçe beliren gamzeyle yüzümde aptal bir gülümseme belirdi. "Seni çok zor şeyler bekliyor, Expontia özelliğin başına çok fazla şey saracak." Dediğiyle yutkunamadım, gülüşüm soldu. Daha beteri ne olabilirdi? "Bir an önce iyileş, çok çalışman gerekiyor. Kendini savunabilmen için çok çalışman gerekiyor." Endişeyle parlayan gözlerim doğrudan gözlerindeydi. Yapabilecek miydim? Yapamazdım, bu kadar fazla gücü kullanamazdım çok zordu! "Her insana taşıyabileceği yük verilir. Bende senin yaşında hatta senden daha küçükken öğrendim. Daha on üç yaşındayken üç gücümü birlikte öğrendim. O acıyı üç kez tek başıma ne olduğunu bilmeden yaşadım, yanında  seni seven ekibin var. En önemlisi ben varım , sen her düştüğünde tepene dikilir yardım ederim sana, benim yaşadıklarımı yaşamana izin vermem. Yeter ki sen kendine güven." Hemen yanımda oturduğu için sıkıca sarıldım, bedeni kaskatı kesilirken umursamadan sarıldım. Amber ve beyaz misk kokusu burnuma dolarken çekinerek ayrıldım. Tepki vermeden ayağa kalktı. "Yat ve dinlen. Bir kaç saate yemek için uyandırırım." Yatmama yardım etti, başıma dikkat ederek ağrımayan tarafı yastığa yasladım, utancımdan sesimi çıkarmıyordum. 
                      *******
Bir kaç haftanın sonunda toparlamış ayağa kalkmıştım. Yeşil göz her ne kadar itiraz etse de, odamda sıkıldığım için gizlide kaçıyordum.  Kapıma muhafız dikmediği günleri sayarsak tabi! Şimdi ise yeşil gözden iznimi almış yemekhaneye gidiyordum. Tamamen iyileştiğim için derslere bugünden itibaren başlayacaktık, yeşil göz ortalıkta görünmüyordu bu aralar fazla ortalıkta değildi, her saat başı yanıma gelip beni kontrol eden adam iki günde bir yanıma gelmeye başlamıştı. Onun yerine Ardil benimle ilgileniyordu. Soğuk nevale tam karşıma otururken kendimde onunla inatlaşacak gücü bulamamıştım. Susmayı tercih ederek yemeğime yöneldim. Bu adam beni delirtiyordu, bir insan bu kadar ruhsuz olabilir miydi? Yeşil göz bir soğuk nevale iki! "Silah eğitimine Ardil'le devam edeceksin. Kıvanç'da Azad'la devam edecek, yemeğini ye aşağı in." İyi de Doğan ne olacaktı? Sonuçta o Azad'ın badisiydi? "Doğan ne olacak?" Sorumla bitirdiği tepsiyi alarak kalktı. "Her şeyi kurcalama Minik." Yeşil gözün bana hitap ettiği gibi hitap ederek gitti. Neden soru soramıyorum sanki? Düzenim mahvolmuştu ve ben yine her şeyden uzak kalıyordum. 
Yemeğimi yedikten hemen sonra aşağı inmiştim, Ardil silahların bulunduğu kutunun üzerine oturmuştu. Beni gördüğü gibi ayağa kalkıp ayağıyla kutuyu açtı, siyah kargo pantolonu ve boğazlı vücut hatlarını belli eden kazağı vardı, kutudan çıkardığı kılıcımı bana uzattığında tutup onun da almasını bekledim fakat o kılıcıyla karşıma geçmedi, arkama geçip kollarını kollarıma dolayıp kılıcı tutuş şeklimi değiştirdi. " Omuzların dik, ayağın önde hazırda olacaksın. Kılıcını tutarken bakışların kılıcın ucunda, savurduğun yerde olacak. İleri savur." Dediğini yapıp, iki elimle tuttuğum kılıcı ileri savurdum. Fakat ağırlığından dolayı dengemi sağlayamayıp kılıcımı düşürdüm. Ardil bana gülerken sinirle dizine tekmemi geçirdim. "Komik değil!" Kılıcı tekrardan kaldırıp üst üste ileri savurdum. Kılıç sürekli olarak yeri boylarken hırsla tekrar alıyor tekrar savuruyordum. Bu şey bana gelince neden devriliyordu? Tekrardan ileri savurduğumdan elimden düşmedi, üst üste ileri savururken bileğim acıyordu, hırsla çıkan inlememin ardından kılıcı yere sapladım. Nefes nefese kalırken Ardil tekrarlamamı söyledi. Bir kaç saatlik çalışmanın sonunda Ardil'in getirdiği maketler parçalanmıştı, ben yapamadıkça o benimle dalga geçiyor bende ona vuruyordum, hırs yaptığım an kimseyi görmüyordu gözüm. Bu eğitmenlerin gereksiz egoları beni delirtecek! Ardil yeşil göz ve soğuk nevalenin aksine dinlenmeme izin veriyordu. İnsaflı adam. Benimle konuşuyor, ilgileniyordu. Doğrusu bu çok hoştu, birilerinin insan olduğumu hissettirmesi çok güzeldi, zira yeşil göz ve soğuk nevale insan değilmişim gibi davranıyordular. Ardil fazla kibardı, çoğu zaman gıcık olabiliyordu fakat zaman geçtikçe bana alışıyor ve daha iyi davranıyordu. Yaptığı şakalar ve alaylar beni daha çok hırslandırmak içindi, işe yarıyordu da. "Kahve göz olayında ciddi miydin?" Sorduğu soruyla kaşlarım çatıldı. Birden böyle bir soru sormasını gereği neydi? "Sayılır, yeşil gözle ilgili her şeyden nefret ettiğim için ona öyle dedim ama sana bir aralar kahve göz dememin nedeni gözlerinin kahvesini beğenmemdi." çapkınca gülümseyip göz kırptı. Tebessüm etmekle yetindikten sonra ikimizde dinlenmek için yere oturmuştuk. "Doğruyu söylemek gerekirse senin gözlerinin rengi de çok hoş." kısık bir gülümseyle başımı gökyüzüne çevirdim. "Sekiz yaşına kadar gözlerimin mavi olduğunu bilmiyordum." dediğim şeyle kaşları hayretle kalktı. "Ciddi misin? İyi de hiç mi aynaya bakmadın, veya birisi söylemedi mi?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Gözlerimin mavi olduğunu bana tecavüz eden adam söylemişti. O anlar gözümün önünde tekrar tekrar canlandı.
"Ne olur bırak! Yalvarırım bırak!" Çığlıklarım boş sokakta yankılanıyordu, kimse bana yardım etmiyordu. Neredeydi bu insanlar? "Gözlerin, gözlerinin rengi.." sarhoştu, ve tekrar edip duruyordu. "Gözlerinin mavisi çok güzel. Onlara dokunmak istiyorum." Diyerek elindeki camın sivri ucunu gözlerime doğrulttu. Fakat sonra açılan atletimle elindeki cam düştü, gözleri açlıkla bedenimde dolandı...
Olduğum yerde sıçrarken kirli anıları zihninden atıp Ardil'e döndüm. Merakla bana bakıyordu gözlerim yavaş yavaş dolarken yaşımı sertçe sildim. Keşke o gece gözlerimi oysaydı da bana dokunmasaydı. "İçinde çok büyük bir savaş var. Herkesten gizlediğin bir şey var ve onunla savaşıyorsun, bize söylemiyorsun. O savaş asla bitmeyecek ve sen o savaşı andıkça çok büyük bir boşluğa düşüyorsun. Her yere düştüğünde sana uzatılan eli itme." dediğiyle sessizliğimi sürdürdüm. Ona cevap veremezdim, herhangi bir cevapta hüngür hüngür ağlamaya başlayacaktım, kapıya çıkmış olan Azad bana doğru bakarken gözlerimle sinyal verdim, beni kurtarması gerekiyordu! Azad anlamış gibi bize doğru gelirken Ardil'in dikkati tamamen üzerimdeydi, sakladığım şeyleri o da biliyordu fakat ne sakladığımı bilmiyordu. "Ardil, Doğan'ın yanına git, durumu iyi değil." Dediğinde Ardil ayaklanarak üsse doğru ilerledi, fakat bakışları hala üzerimdeydi. Bu adam yeşil gözden de beter! Benim özelim neden onları bu kadar ilgilendiriyordu? Kabul ediyorum onlara göre fazla gizemliydim fakat herkesin sırları vardır. Kimin yoktur ki? Sır kimseye anlatılmadığında sır olur. Diyeceğim ben Azad'a da anlatmıştım, Azad yanıma oturduğunda kolunu belime dolayıp beni kendine yasladı, burnum sızlarken ağlamamak için direndiyordum, ve başardım. Yaşlarımı geri gönderdim. "Aklıma getirme artık. O anlar geçmişte kaldı, olan oldu geçmişi düzeltemeyiz. Kötü bir geçmişimiz olmazsa geleceğimizi nasıl güzelleştiririz?" haklıydı, kötü geçmiş olmadan güzel gelecek olmazdı fakat geçmiş her daim aklıma geliyorsa geleceğimi de mahvederdi, "Öyle ama aklımdan çıkmıyor, Ardil ve yeşil göz merak ediyor. Canım yanıyor Azad, o adam yüzünden ben her şeyimi kaybettim, çok güçsüzüm. O anlar aklıma geldikçe deliriyorum! Kendime gelemiyorum. Beni neden daha fazla burada tutuyorsunuz? Benden hiç bir şey olmaz, bu güçsüzlükle size hiç bir konuda yardım edemem. Burada durdukça hem bana hem de kendinize eziyet ediyorsunuz." isyan ederken beni sessizce dinlemişti. Buradan gitmek istiyorum, hiç kimsenin olmayacağı bir yere. Eskisi gibi kaldırımlarda uyumak, banklarda sabahlamak istiyorum. "İnan her şey bu kadar basit değil. Bu saatten sonra biz seni bıraksak üs ekipler seni tekrar bulur, bunun sonu yok. Sen bizim gibi değilsin, çok özelsin." özel de özel! Ne özelliğim var? Onlardan fazla özelliğe sahip olmam beni özel kılmaz, kılsa bile işime yaramaz, acısını çekiyorum ama yararı yok! "Hep aynı şeyler, özelsin özelsin özelsin özelsin özelsin!  Yeter artık! Bunun bir sonu yok tamam mı? İlk önce saçma bir palyaço, ondan sonra ise mavi iğrenç yaratık! Bunların sonu var mı Azad? Siz ilk önce buranın güvenliğini sağlayın, ondan sonra zorla kaçırıp burada eğitim verin!" diye, adeta nefretimi püskürttüm. Kalkıp hızla üsse ilerledim, daha fazla tahammül edemeyecektim, kimseye bir gram dahi tahammülüm kalmamıştı. Sabrım taşmıştı, can güvenliğimizi bile sağlayamayan bir ekip güya bize eğitim verecek. Ben bu işi bozarım! Merdivenlerden sinirle çıkarken odamın bulunduğu kata girdim, Afra bana doğru ilerlerken elimle durdurdum. "Sırası değil Afra!" odama girip kapıyı sertçe kapattım. Onun kalbini kırmak istemiyordum, sonuçta o da benim gibiydi. Buraya zorla getirilmişti. Ona kızmaya veya patlamaya hakkım yoktu, keşke onu terslemeseydim. Yanına gitmeli miydim? Yumruğumu sinirle sıkıp masaya geçirdim, içimdeki öfke bir şekilde dinmeliydi! Aynaya baktığımda karşımda daha önce hiç görmediğim bir Viata gördüm, aslında bu Viata değildi. Lidya'ydı. Lidya çok agresifti, fazla sinirli. Bir yandan da çok sabırlı, uysal ama inatçı. Lidya'yı istemiyorum, Lidya benim zayıflığımdı. Lidya'yı kabul edemiyorum, onu istemiyorum. O bütün acılarımın beden almış hali. Kirli düşüncelerimi rafa kaldırıp duşa girdim. Saçlarım kısaydı, doğrusu hala alışamamıştım. Ama kısa saç bana daha çok yakışmıştı. Daha güzel olmuştum.
Hayat çok zor. Fazla zor ama ben ondan daha zorum. Ona sürekli olarak meydan okuyorum fakat ne kazanan ne de kaybeden vardı. Barışta yoktu, ne olduğu belli olmayan bir mahşer meydanı vardı. Bir gün ya ben o mahşer meydanına yenilecektim, ya da mahşer meydanını dağıtacaktım. Hangisi olur bilmiyorum ama pes etmeye hiç niyetim yoktu. Özellikle de burada tanıştığım insanlardan sonra.

Son..
Viata naptın aslanım?
Şimdi bu aralar Viata ismine fazlasıyla taktım. Viata için düşündüğüm ilk isimler Toprak, Aybeniz, Açelya, Yazgı'ydı. Yeşil gözün ismi çoktan belli fakat değiştirmeyi planlıyorum ama o karaktere uygun da bir isim bulamıyorum. Viata'nınikinci ismi yani Lidya ismi ise kulağa hoş geliyordu. Anlamıyla alakası yok anlamı cennet bahçesi zaten, kulağa hoş geldiği için Lidya koydum. Bugünlük bu kadar başka bölümlerde görüşmek üzere ❤️👊

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin