Bölüm 39 Yemin

1K 93 1
                                    

"Ayaz!" Diye bağırdım, giden hava vârisinin hemen ardından. Umursamaz bakışlarını bana çevirdiğinde cinnet geçirecektim. Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu?!
Hava vârisi ne kadar anlayışı göstermiş olsa da Ayaz da bir o kadar adamın tepesine çıkmıştı.
Bu akşam olacak balo için ikimizde davetliydik lakin Ayaz'la gitmek gibi bir hata yapmaya kalkarsam balo suya gömülürdü.
"Adam içine düşecekti! Sakın benimle inatlaşma!"
Dibime mi düşecekti!
"Ayaz abartıyorsun! Koskoca su vârisi düşe düşe benim gibisine mi düşecek? Ayrıca adam bizi davet etmeye geldi, ilk önce annemi çağırdı, amacı kötü değildi!" Sakindi, derin nefes alıp gözlerini bana çevirdi, elini çeneme yerleştirip beni kendine yasladı. "Seni kimseyle paylaşmak istemiyorum. Anlasana. Seni sadece ben görmek istiyorum, güzelliğin bana özel olsun istiyorum. Ne yapsam seni kuleye falan mı kapatsam? Ya da yatağa mı zincirlesem?" İnanamaz gibi ona baktım, gülmeye başladığında göğsüne vurup bende güldüm, ikimiz yan yana gelince çok tehlikeli oluyorduk.
Ondan uzaklaşamam.
"Mantıklı geldi aslında, hem balodan da yırtarız." Mırıldanarak bana eğildiğinde hızla geri adım attım, "Hop! Söz verdim. Hem seninle gideceğimi kim söyledi?" Kaşları çatıldı, alaylı hali tamamen kaybolurken ciddiyet yüzüne zırh gibi yerleşti. "Ne saçmalıyorsun?"
"Ciddiyim Ayaz, partiyi mahvetmek istesem seninle giderdim lakin öyle bir amacım yok."
"Viata!" Dişlerini sıkarak bana doğru eğildi, sırtım masayla buluşurken masanın sivri ucu tenime saplanıyordu, sinirlendiğinin farkındaydım lakin onun siniri bana sökmezdi.
Ayaz benim yanımda ne kadar şen şakrak olsa da karakteri asla öyle değildi. Gülümsemez, kahkaha atmaz, duygularını belli etmez, sinirlenmez, istediğini yapar ve kimse için uğraşmaz. Görevi olanı yapıp çekilir, tabii hayatına ben girmeden önceydi. Başkalarının yanında eski haline dönse de benim yanımda öyle değildi.
"Ayaz-"
"Sana söz veriyorum, hiç bir sorun yaratmayacağım." Yüzümde aptal bir gülümseme peyda oldu. Ona güveniyordum.
Ayaz sözünü her daim tutar.
"Lakin," diye devam etti.
"Bana güvenmeyişinin hesabını çok pis soracağım." Gözlerimi devirip yavaşça ittim, gidecekken eli karnımı sarmaladı, beni kendine çektiğinde kokusu yine burnuma dolmuştu, saçlarımın kokusunu içine derince çekerken gülümsedim, beni serbest bıraktığında büyük salonun kapısına ilerleyerek çıktım.
"Lâl'e haber verin su vârisi ve benim için kıyafet getirsin. Derhal!"
****
Aynada son kez kendime bakıp gülümseyerek arkamı döndüm, Lâl hayranlıkla bana bakarken göz göze gelince utanarak gülümsedi.
"Böyle bir vârise sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çok güçlüsünüz, zekisiniz, güzelsiniz." Yüzümdeki gülümseme genişlerken elbiseme son kez baktım. Fazla iddialı bir elbiseydi, ince uzun göğüs dekoltesi, tülden balon kolları vardı. Eteğinde kalçamın bir tık altında biten yırtmacı olan şarap kızılı bir elbiseydi. Tamamı tüldü. İddialı olduğu kadar zarifti de.
Kapının tıklanma sesinin ardından açıldığında içeri yeşil gözlü uyuz badim girdi. Üzerinde krallığının temel rengi olan mavi bir takım vardı, hayranlık dolu bakışları beni süzerken bende aynı şekilde onu süzüyordum. Lâl ikimize sırıtarak bakarken izin isteyip odadan çıktı, "Bu evrene layık olamayacak kadar güzelsin." Utançla başımı eğdiğimde önümde durdu, eli çeneme yerleşti, başımı hafifçe kaldırdı.
"Nasıl bir o kadar deli olup bir o kadar da zarif olabiliyorsun?" Şakağıma bıraktığı sıcak buseyle elimi tuttu. Odadan çıkarken dikkatli adımlarla aşağı indik, bahçeye çıktığımızda ekip de bahçedeydi, onlar hala buradaydı. Baloya gelmek istemedikleri için burada kalacaklardı. "Oha!"
"Kız olmayı becerebilmiş." Betty'in sesiyle ekip gülerken abartıyla gözlerimi devirdim, kızıl kafa.
"Bebeğim çok güzel görünüyorsun!" Aybar'ın şaşkın sesiyle önümde reverans yaparak elini uzattı, gülerek elimi uzattığımda ciddiyet doku gözleri gözlerime çevrildi. "Ah leydi, neden leydisin sen?!" Ekip kahkahaya boğulurken gözlerimi devirip elimi geri çektim, birden kalkıp kalbinden vurulmuş gibi kalbini tuttu. "Beni çok kırdınız! Ah leydi, neden-" Doğan kafasına vurduğunda yeşil göz gözlerini deviriyordu. Doğan ise söylenmeye devam ediyordu.
"Papağan mısın oğlum? Papağanları teklersin bu çeneyle, açık ara farkıyla öndesin." Doğan ve Kıvanç hala söylenirken Lâl bizim için bir portal açmış ve girmemizi bekliyordu. O da bizimle gelecekti, herhangi bir saldırı olayı olma ihtimaline karşı.
"Aybar, anneme bakar mısın? Belki yardımcı olabilirsin." Soğuk sesimle Aybar hemen bana döndü, alaylı hali giderken ciddiyet yüzüne yerleşti. "Ediyorum zaten, ona yapabileceğim tek şey enerji takviyesi. Bu ona en iyi gelebilecek şey. Annenin sorunu bu zaten, çok yorgun, senin de ne kadar yorgun olduğunu biliyorum, annende bizim gibi bunun farkında ve seni yormamaya özen göstermiş. Ve kendini tüketmiş." Titrek bir nefesin ardından elini omzuma koydu, içten bir tebessümle yüzüme baktı. "Anneni iyileştireceğiz Viata. Önce annene sonra da bu krallığa hayat vereceğiz, unutma sen yaşamsın."
Viata yaşam demekti.
"Teşekkür ederim."
Vedalaşıp portala girdiğimizde Lâl hemen ardımızdan geliyordu. Lâl'in üzerinde benimkiyle aynı renkte bir ceket ve beyaz pantolon vardı. Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı.
Hava krallığı bembeyaz duvarları olan surlarla çevrilmişti, su ve ateş sarayının aksine. Nedenini merak etsem de dile getirmedim.
"Hava krallığı efsanesi göre büyük savaş çıktığında hava krallığına saldıran tek şey gökyüzüymüş. Gözükmese de üzerinde şeffaf bir kubbe var. Bu kubbe ve surlar sarayı bütün felaketlerden koruyormuş, tabii kral ve kraliçenin ölmesi ve vârisin kaybolmasıyla bu surlar ve kubbe yıkılmış. Hava sarayı uzun bir süre Succubus ve İncubusların evi olmuş." Lâl bana açıklama yaparken hayretle surlara bakıyordum, gözlerimi kısarak kubbeye bakmaya çalıştım lakin gözükmüyordu, muhtemelen yanıltmak için gizlemişlerdi.
Hava nedenini bilmediğim şekilde kasvetliydi, içime oturan huzursuzlukla saraya girdim, misafirlerin arasından sıyrılırken Ayaz sesini çıkarmadan elimi tutuyordu. "Vârisim, bir arzunuz yoksa ben kapıdayım?" Başımla ona izin verdiğimde o dış kapıya ilerledi. Ayaz'la beraber bulduğumuz boş masaya geçtik, diğer masalara kıyasla tenha yere oturmuştuk. Ayaz kaşlarını çatarak bana bakıyordu. "Neden daha önlere geçmedik?" Dudak büktüm.
"Çok göz önünde olmak istemiyorum." Başını onaylamaz şekilde salladı.
"Aksine göz önünde olman gerekiyor, sen dört büyük krallığın tek kadın vârisisin. İnsanlar seni görmeli ama sen rahat etmiyorsan burada kalabiliriz, hoş seni başkalarıyla paylaşmak gibi bir niyetim yok." Yüzümü buruşturdum, salona giren hava vârisiyle herkes ona dönüp, başındaki ufak taçla içeri girerken şatafatlı tahta ilerledi, tahtın önünde durup beyaz takımının yakasını düzeltti, herkes onun için susmuştu.
Yaptığı kısa konuşma ardından müzik çalmaya başladı, hareketli müzikle bir çok çift boş piste çıkarken hava vârisi daha önce görmediğim biriyle dans ediyordu. Giyimine bakılacak olursa o da bu krallıktandı. Herkes açık renk giyinirken tek koyu giyinen bendim. Tuhafıma giderken Ayaz elimden tutup beni kaldırdı, belerttiğim gözlerimle ona bakarken o beni umursamadan piste ilerletti. Belimi saran ellerine karşılık ellerimi omzuna yerleştirdim. Etrafta göz gezdirdiğimde bir kaç kişiyle göz göze geldim, lakin bu göz göze gelmeler sıklaşınca izlendiğimizi daha rahat kavrayabilmiştim. "Herkes bize bakıyor." Gergince konuşurken Ayaz'ın gözlerine çevirdim bakışlarımı, o doğrudan gözlerime bakıyordu.
O en çok gözlerimi seviyordu, gözlerimde gördüğü bütün duyguları seviyordu.
"Çünkü biz iki imkansızız. Sen ateş ben su."
İkimiz birbirimizin zıttıydık lakin hala birbirimizi deli gibi seviyorduk.
Adımlarımız hızlanırken müzik sona erdi, yerimize geçmek için adımladığımızda büyük kapı sert bir şekilde açıldı, içeri giren şeyle şok içinde kalırken Ayaz beni arkasına aldı. Havadaki şeyler İncubus ve Succubus'tu başlarında olan siyah giyimli ve siyah kanatlı İncubus ve Succubus sırıtarak hava vârisine bakıyordu, kapıdan içeri girmeye çalışan muhafızlara arkalarındaki iblisler engel oluyordu, aralarından sıyrılan Lâl doğrudan yanıma gelmişti.
"Ooo hava vârisi, bozduk mu partini?"
Alaylı bir ses ve kahkahanın ardından kaşlarım çatılırken Ayaz bileğimi sıkıca tutmuştu.
"Sizin ne işiniz var burada! Derhal terkedin sarayı, canınızı bağışlamamı istiyorsanız derhal terk edin!" Noron büyük bir öfkeyle bağırırken üzerinde dekolte beyaz elbisesi olan Succubus yere indi, onunla birlikte diğerleri inerken gözleri etrafı taradı. "Bende seni misafirperver sanardım, biz buraya iyi dileklerimizi getirdik! Sesini sonda yükseltirken büyük bir sis bulutunu üzerimize saldı, elimi hızla yukarı kaldırdım.
"Sol bana ışığını ver!" Sis bulutu Sol'ün ışığıyla kaybolurken hepsinin gözleri bana çevrildi, öndeki kız öfkeyle bana bakarken düz bakışlarım üzerindeydi.
Ben ondan bin kat daha güçlüyüm.
"Bu ne cüret!" Elini tekrardan havaya kaldırdı, büyük karanlık bir topla bize doğru gelirken bu sefer iki elimi birden göğe kaldırdım.
"Sol bana ışığını ver, Luna bana karanlığını ver!" Diye bağırdım, onun oluşturduğu karanlığı içime çekerken güneşimle onun gücünü emiyordum.
Öne doğru ilerledim, yere düşen Succubus doğrudan ayaklarımın dibindeydi, can çekişirken arkasındaki yaratıklar gelip gelmemek arasında kaldı. "Bu kadar yeter." Ayaz mırıltısıyla elini havaya kaldırdı, büyük bir balon oluşturdu. Oluşturduğu büyük balona çekilen Succubuslar ne yaşadığını şaşırırken Ayaz balonu Hava vârisine teslim etti, o da alıp dışarı götürdü. Bir süre geri gelmeyen hava vârisinin gittiği yola, boşluğa baktık.
"Beş dakika içerisinde her şey eski haline dönecek. Merak etme."
Kaşlarım çatıldı, saldırının üzerine partiye devam mı edilecekti?
"Viata burası dünya gibi değil, savaşın olmadığı, tehlikenin olmadığı her an onlar için normal bir andır. Bir saniye önce savaş çıksa bile, etrafı toplar eğlenmeye geri döner. Burada böyle."
Bir bakımdan güzeldi, saçma sapan hüzünlenmeler, yakınmalar yerine anı yaşıyordular.
İnsanı daha az delirtir.
Parti Ayaz'ın da dediği gibi beş dakika içinde eski haline döndü, insanlar dans ederken biz sadece onları izlemiştik, Hava vârisine tebriklerimizi iletip saraydan ayrıldık.
Çok saçma bir gün geçirmiştik.
Portalla evin bahçesine girdiğimizde ışıklar yanmıyordu, içeri sessiz adımlarla girdik, Ayaz mutfağa yönelince otomatikman bende onun peşine ilerledim.
Aldığı kadeh ve şişeyle kaşlarımı çattım, bu saatte içecek miydi? O ise beni umursamadan yanımdan geçip gitti, dona kalırken karanlıkta ilerleyerek Ayaz'ın peşine, salona girdim. Işıkları yakma gereksinimine girmemişti, yukarı kattaki koridordan gelen hafif sarı ışık loşluk katıyordu.
Bardağı ağzına kadar doldurup birden diktiğinde büyümüş gözlerimle onu izliyordum. Neyi vardı?
Koltukta yanına daha çok yaklaştım, ona doğru kayarken o sabit yere bakıyordu, çıplak kolum koluyla temasa geçtiği an başını kaldırdı.
Nedensiz bir çekim beni ona çekerken bacaklarımı iki dizi arasındaki boşluğa atıp dizine oturdum, başını kaldırıp bana baktığında bu sefer ben bakışlarımı ondan çektim, bardağı elime alıp dibindeki sıvıyı içtim, boğazımı yakan sıvıyla başımı geri attım, boynumdaki boşluk tam burnuna denk gelirken kokumu içine çekti, yüzümde oluşan tebessümle ona bakarken kolumu omzuna attım.
Ne yapıyorsun Viata?
Olması gerekeni.
Ayaz Pars Varis...
Ensemde gezen soğuk eli irkilmeme neden olurken loş ışık yüzünü azda olsa gösteriyordu. Büyük laciverte kaçan gözleri yüzümde geziyordu, o bana böyle yakınlaştıkça kendimi tutamayacak gibi oluyordum.
Dudakları aniden boynumda gezmeye başladığında kendimi geri çektim, sarhoş olabilirdi.
"Viata kendinde değilsin. Yapma."
Gözleri gözlerime tırmandı, gözlerindeki inat sarhoş olmadığını adeta haykırırken hareketleri aksini kanıtlıyordu.
"İstemiyor musun? Bana tam üç defa istediğini söyledin."
Sakin kal.
Kalamadım
Derin nefes almaya çalış.
Alamadım.
Kendine gel.
Gelemedim.
İma ettiği şey, gözlerimi sıkıca yumdum, o şuan sarhoş ve ne dediğini bilmiyor.
"Sarhoş değilim. Sana iyileşmem gerektiğini söylemiştim, oysa ben çoktan iyileşmişim. Senin elini tuttuğum her dakika, yanında olduğum her saniye, yanında nefes aldığım her an ben daha iyi oluyorum. Ve ben..."
Yutkundu.
"İstiyorum."
Şaşkınlıkla aralanan gözlerimle ona bakarken o da aynı ciddiyet ve inatla bana bakıyordu. Dudaklarıma yaklaşan dudaklarını kavrayıp onu öptüm, onu defalarca öptüm.
Geri çekildiğimde elini tuttum, bu sefer elini öptüm. "Ellerini seviyorum, benim elimden başka bir ele değmiyorlar. Saçlarımla oynuyorlar." Dudaklarını tekrar öptüm, geri çekilmeme izin vermeden üzerime eğildi, elim yırtmacın açıkta bıraktığı bacağına gitti, elim çıplak kısımda gezerken hızla kucağıma aldım, etrafa çarpmamaya özen göstererek yukarı çıktım.
Kendi odama girdiğimizde narin bedenini yavaşça yatağa bıraktım. Üzerine eğildiğimde dudaklarını öptüm, oda kapkaranlık ve soğuktu, oysa biz yanıyorduk.
Dudaklarından çenesine oradanda gerdanına indim, bana izin veririken üzerindeki elbiseyi yavaşça aşağı indirdim, belinden kavrayan onu kaldırdım, gözleri yosun yeşili gözlerimden ayrılmazken elbisenin fermuarını indirdim, elbise yerle buluşurken dudaklarım teninin her milimini keşfetti.
Ve biz o gece Viata'yla beraber olduk, ruhlarımız gibi bedenlerimiz de birbirine tümüyle ait olurken ikimiz de bir an bile pişman olmamıştık.
Kısık iniltiler, şehvetin verdiği ateş bizi fazlasıyla aç bırakmıştı.
Biz birimize açtık.
Biz birbirimizin sevgisine de açtık.
Bir sürü yol vardı, bir sürü seçenek lakin benim tek doğrum, tek iyi bildiğim yol onun olduğu yoldu.
Tutku ve şehvet bu gece ikimize uğramış saatlerce durmadan bize yoldaş olarak bizi ateşe atmıştı. Biz her ne kadar devam etsek de o ateş dinmemişti.
Bedenlerimiz tüm çıplaklığıyla birbirine ait olduğu gece başlamıştı her şey.
Biz yaşadığımız acılarla her şeyin başladığını zannederken, bu geceden sonra başlamıştık her şeye.
Tek fark vardı, biz her şeyimizle birbirimize aittik.
Ona doyamıyor, daha fazlasını istiyordum, saatlerin ardından şafak sökerken ikimizde yorgunca uzandık.
Çıplaklığımızı örten pikeyi üzerimden atarak banyoya ilerledim, sıcak suyu küvete doldururken içeriye girdim, yorgunca uzanan bedenini kucaklayıp banyoya girdiğimde küçük bedenini yavaşça suya bıraktık, büyük küvete, yanına yerleşirken suyun sıcaklığı az olsa da bizi rahatlatıyordu. Yorgun gözleri açıldı, yüzümde gezinirken bana doğru eğilip saçlarımı avucunun içine aldı.
"Bu bir yemindi. Bu bizim yeminimizdi. Bir daha ayrılmayacağız, hiç bir şey bize engel değil. Biz seninle iyisiyle kötüsüyle her şeyi yaşayacağız." Mırıltısıyla dudaklarına kısa süreli bir buse kondurdum. "Bu yemin bu gece verilen bir şey değildi. Bu yemin ben seni öptüğüm ilk günün gecesi verildi. Ben senden hiç gitmem Viata'm."
Biz yemimizi çoktan etmiştik.
Şahidimiz ise gökyüzü olmuştu.
"Gökyüzü şahit olsun ki."
"Gökyüzü şahit olsun ki."
İkimizde aynı anda konuştuk, uyumumuz yüzünde büyük bir tebessüme ev sahipliği etti.
Gökyüzü şahit olsun ki biz birbirimizden ecel harici ayrılmayacaktık.

Bitti.
Utandım yav
Bu sahneler okurken çok doğal geliyor ama yazarken tuhaf bir his geliyor.
Sanırım linç yeme korkum bunu yaptırıyor bana şuan ikinci kitapyız ve bir kitap boyunca Viata'yla Ayaz birbirini temas olmadan sevdi ve vazgeçmedi.
Sevgileri bedensel değildi, ruhsaldı.
Ve ben bunu bozmaktan korkuyorum lakin bozmayacağım.
Desteklerinizi bekliyorum sizi seviyorum başka bölümlerde görüşmek üzere<33333

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin