Sanırım bir insanı en mutlu eden şeylerden biri birini mutlu etmekti. Birini mutlu etmek insana hem mutluluk hem de enerji veriyordu. Ayaz'la olan konuşmamız doğrusu benim ona ümitle adım atıp onun sessiz kalmasının ardından bütün moralim yerle bir olmuştu. Ara sıra ona kaçamak bakışlar atıyordum lakin o beni görmüyordu bile. Köye vardığımızda en başta tanınmamış olsam da beni inceleyen herkes beni tanıyordu, sanırım anneme fazlasıyla benziyordum.
Beklediğimin aksine gayet iyi bir şekilde karşılanmıştım, her ne kadar benden çekinselerde. Onlara yaklaşmamı sağlayan en büyük etken elbette ki çocuklardı. Bir kaç kız uzayan saçlarımı örmek istediklerini söylemişti, anneleri her ne kadar benim bir vâris olup karşımda saygıyla durmalarını söylese de ben bu güzel teklifi kabul etmiştim.
Meydanın ortasındaki çeşmenin önünde oturtmuştum, minik kızlar arkama yerleşip saçlarımı örüyor, aralarına çiçek koyuyorlardı. En son başıma çiçekten bir taç koymuşlardı, ben ise hepsine izin vermiştim. Ayaz ise şu kuyularını doldurmakla meşgul olduğu için yaklaşık bir buçuk saattir onu göremiyordum, onun beni bir yerden izlediğini biliyordum fakat onu göremiyordum.
"Vârisim!" Elinde sepetle gelen kız önümde durduğunda bana uzattığı sepete baktım. Elime alıp içine baktığımda açtığım gibi kokusu burnuma yayılan ekmek ve çörekler vardı. Tahminim kadarıyla yeni toplanmış kiraz ve limon vardı. Limon ne alakaydı bilmiyordum. Kız yaklaşık on üç yaşlarındaydı önüme yanıma oturup sepete uzandı, içinden bir bıçak ve limon çıkardı, limon o kadar güzel görünüyordu ki. Üzerindeki su damlacıkları yeni yıkandığını gösteriyordu, ortadan kesip ince bir dilim kesti, bana uzattığı dilimi elime aldığımda limona bakıyordum. "Kabuğuyla yiyin. Kabuğuyla daha güzel oluyor, inanın bana." Onu kırmamak adına kabuğuyla beraber ısırdım, ekşi tatla yüzümü buruşturdum lakin yemekten kendimi alamadım. Bir dilimi bitirdiğimde dilimi dudaklarımda gezdirip sırıttım. "Gerçekten güzeldi." Bilmiş bir tavırla gülümsedi, çoğu kişi bizi izliyordu. Bazı çocuklar gelip gelmemek arasında kalıyordu, küçük kızın ellerini tuttum. "Şimdi, dile benden ne dilersen. Bu güzel sepetin bir karşılığı olmalı değil mi?" Sevimli bir şekilde konuşmaya çalışırken bakışlarını ötede bizi izleyen çocuklara çevirdi, hepsinin üzerinde gezdi.
Ne istediğini anlamıştım.
Hem de fazlasıyla.
Gülümsemem büyürken başımı yana eğerek bakışlarını bana çekmesini sağladım. "Merak etme onlara da dilek hakkı vereceğim. Önce benim iyi biri olduğuma inanmaları gerekiyor." Gülerek dediğim şeyle güldü, başını göğe kaldırıp düşündü, ardından bana çevirdi. "Elbise! Seninkiler gibi temiz elbise olabilir! Tüllü, kabarık elbiseler." Dediğini onayladım, biraz ötede duran muhafızı gözüme kestirdiğim an ayağa kalktım.
"Muhafızlar!" Diye bağırmamla küçük kız ellerini hızla çekti, korkuyla geri adımlarken muhafızlar çoktan gelmişti. "Bu güzel kızlara bolca elbise. Saraydaki kızlara söyleyin hazırlamaya başlasınlar, bugün o elbiseler herkesin evinde olacak. Anlaşıldı mı?" Sorumu hızla onayladılar, uzaklaşırken küçük kız fazlasıyla rahatlamıştı, birden bana sarıldığında karşılık vererek küçük bedenine doladım kollarımı.Onunla beraber bir çok çocuk bana ısınmıştı, hepsi geliyor ve eksikliklerini anlatıyordu, ben ise muhafızlara söyleyip bütün ihtiyaçlarının karşılanmasını emrediyordum.
Vâris olmak ilk defa işime yaramıştı sanırım.
Muhafızlardan biri bana doğru gelirken küçük kızlar istifini bile bozmuyordu. "Vârisim, muhafız Lâl'den haber var. Kraliçemiz bu akşam sizin için bir balo düzenleyecekmiş, erkenden saraya döneminizi istediler." Başımla onaylayıp kalktım.
Öğrendiğim kadarıyla bütün halk ve Krallıklar da orada olacaktı, bu balo taç için vardı.
Akşam olduğunda gerçek bir vâris olacaktım. Tacı olan bir vâris.
Bakışlarım aniden beni izleyen Ayaz'a kaydığında öfkeyle parladı, bana bir söz veremeyecek kadar korkaktı. Ona arkamı dönüp saraya ilerledim, birden bire soğuk kesilmesi beni deli ediyordu! Bu kadar kararsız olması beni deli ediyordu! Kısaca Ayaz Pars Varis beni deli ediyordu!
Saraya girdiğimde ilk defa sarayı bu kadar kalabalık görmüştüm, hizmetliler etrafta dolanıyordu, büyü havada uçuşuyordu. Odama ilerlediğimde hızla içeri girdim, yatağın üzerinde olan elbise ve takımda gezdirdim gözlerimi, mavi gömlek ve siyah pantolon Ayaz için. Ve onunla aynı maviye sahip elbise benim için. Elbise göğüs dekolteliydi, eteğinin üzerinde taştan yıldız işlemeleri vardı. Mavi ve dalgalı eteğe sahipti, elbiseyi elime alıp üzerimi değiştirdim. Banyoya girip aynanın karşısına geçtim, makyaj malzemelerini elbisemin tonuna göre kullandım, yaklaşık yarım saatlik bir uğraşın sonunda saçım ve makyajım tamamen hazırdı. Odaya girdiğimde Ayaz büyük aynanın karşısında gömleğinin alt düğmelerini ilikliyordu, ona bakmadan yerdeki mavi bağcıklı topukluları hızla giyindim. Kendimi hazır hissettiğimde son kez aynaya baktım. Ayaz arkamda belirirken gözleri doğrudan gözlerimdeydi. "Neden bana bunu çektiriyorsun? Neden benden uzak durmaya çalışıyorsun?" Sorusuyla güldüm. Tamamen sinirden gülmüştüm, korkaklık edip bir söz bile veremiyordu sinirlenip onu yok saymam elbette ki normaldi! Sonuçta onu zorla tutamazdım, o benim için çabalamıyorsa ben neden onun için çabalayıp kendimi yorayım ki? Onun benden ne farkı vardı? Hiç bir şey. Hiç bir fark yoktu.
"Birazdan törenim var. Seninle kavga etmek istemiyorum."
Aynadan gözlerine bakarken bana bir adım daha yaklaştı, bedeni bedenime yapışırken beyaz misk ve amber kokusu burnuma ilişmişti. Gözlerim kendiliğinden kapanırken o da benim kokumu içine çekiyordu. "Emin olmak aptalların işidir, Viatam." Sesimi çıkarmadım. İkimizde odadan çıktığımızda salonda yüksek sesli müzik geliyordu. Merdivenden inecekken Ayaz durdu, baktığı yere baktığımda boş odadan başka bir şey değildi, içimde beliren kötü hisle yüzümü buruşturdum. Kalbim fazlasıyla hızlı atıyordu, üzerine dehşet verici bir ağrı girmişti. Nedenini bilmediğim şekilde bu acının sebebi Ayazmış gibiydi, bakışlarım Ayaz'a çevrilirken bana döndü. "Sen aşağı in. Geliyorum." Kabul edecekken dudaklarım bana engel olmuştu, onun yaptığı bir şeyi sorgulamak elbette haddime değildi, her ne kadar tuhaf bir ilişkinin içinde olsak da o hem özel bir badi, hem bir vâris, hem de Expontia özelliğine sahip nadir insanlardandı. Elbette ki bir bildiği vardı, lakin dudaklarım bana ihanet etmişti. "Neden? Gitmesen?" Nedensizce sesimde korku belirmişti, sanki dilimi ben yönetmiyor gibiydim, kalbime giren bu ani acı beni kontrol ediyordu, ellerim titrerken avucumu elbiseye sürttüm. Titreyen sesimi fark etmiş olacak ki yüzünde gülümseme belirdi, elini yüzüme yerleştirip okşadı. "Beş dakika içinde salondayım." Daha fazla itiraz etmeden merdivenlere yöneldim, her ne kadar içim rahat etmese de dizlerim bana ihanet etmeye devam ediyordu, zangır zangır titrerken trabzanlara tutundum. Aşağı yavaş yavaş inerken kalabalığın içine girdim, bazıları başıyla selam verirken kimisi hayran bakışlarını üzerimde gezdiriyordu, en tenha köşeye çekilip sırtımı sütuna yasladım, hizmetlilerden biri elindeki kadeh tepsisini bana uzatırken ne olduğunu bilmediğim kırmızı içeceği aldım. Direk kafama diktiğimde bunun şampanya olduğunu anlamıştım. Yüzümü buruşturup yenisini aldım, kapıya dikkatle bakıyor, Ayaz'ın gelişini hayal etmeye çalışıp kendimi bir nebze de olsa rahatlatmaya çalışıyordum. Ve işte, bir kaç dakikanın sonunda içeri giren adamla içimdeki huzursuzluk arttı, oysa azalması gerekiyordu. Yanıma geldiğinde gözleri üzerimde gezindi, başını boynuma gömüp öptüğünde ani değişimi kaslarımın çatılmasına neden oluyordu, daha bu sabah bana fazlasıyla soğuk davranıp benden uzak duran adam neden birden bire böyle kesilmişti? Geçen hizmetlilerden birini çevirmek yerine benim kadehimi aldı, kafasına diktiğinde inanamaz gibi ona bakıyordum.
"Viata! Ayaz! Giriş dansı sizde."
Annemin sesinin ardından çalan müzikle herkesin bakışları bize çevrildi, Ayaz belimi kavrayarak beni piste çekiştirirken ona uyum sağlıyordum. Bir eli belime yerleşti, diğeri ise elimi tutarken bende boşta kalan elimi omzuna koymuştum, yavaş adımlarla dans ederken herkes bizi izliyordu, elbette ki dansın sonunda Ayaz beni öpecekti.
Sonuna gelebilirse.
Ayaklarım yerden kesilirken beni kaldırıp etrafında döndürüp tekrardan ayaklarımı parlak zeminle buluşturdu, topuklarım zemine yumuşak iniş yaparken adımlarım giderek hızlanıyor, pistte etrafımızda dönüyorduk. Kendimi geriye çektiğimde ikimizde nefes nefeseydik, müzik kesildiğinde herkes soluğunu tutmuş bizi bekliyordu. Onun beni öperek aramızdaki her şeyi belli etmemizi, fakat o an Ayaz bütün ağırlığını üzerime verdi. Ne olduğunu anlayamazken Ekim sırtına gitti, elime gelen sıvıya bir kaç çığlık eşlik etmişti. Elindekinin kan olduğunu fark ettiğimde Ayaz'ın bedeni yere yığıldı, o da kocaman açtığı gözleriyle etrafa bakarken birden göğsüne giren kazıkla vampirlerin burada olduğunu anlamıştım, hızla bir elimle eteğimi kavrarken bedenimi ateşe çevirdim, büyük şömineye bakarken elimi boşluğa doğru uzattım, elimi yumruk yaptım, yumruk yaptığım elimi vampirlere çevirip açtığımda hepsi yanmaya başladı, konuklar masalara sığınırken masaya ilerleyip elime aldığım büyük bıçakla onlara doğru ilerledim, hızla bıçağı omzuna saplayıp geri çekildim, sarayın üst katından bize doğru koşan vampirlere bıçakla saldırıyor, hepsini yok ediyordum. Darbe vurduğum bütün vampirler toz olurken yenileri de geliyordu. Muhafızlar konukların kimisini çıkarırken kimisini saklamaya çalışıyordu, annem ise herkesi bir bariyer içine alarak onları koruma altına alıyordu. Bazıları portal açıp yok olmayı tercih ederken bazıları vampirlere karşılık veriyordu.
"Ateş vârisiniz emrediyor! Bu saraydaki ölümcül her yaratığın içini yak, onlara cehennem azabı yaşat!" Benden izinsiz dökülen kelimelerin ardından aşağı inen bütün vampirler durdu, başlarını göğe kaldırıp ağızlarını kocaman açtıklarında ağızlarından ateş çıktı, hepsi yok olurken misafirler şaşkındı, annem ise şok içindeydi.
Nasıl yaptığımı bilmiyorum lakin fazlasıyla işe yaramış görünüyor. Onları boş verip Ayaz'a ilerledim. Yerdeki bedenine dokunduğumda fazlasıyla soğuk olduğunu fark ettim, korku bedenimi ele geçirirken kalbim boğazımda atıyordu. Boğazım yanıyordu, beynim uyuşacak gibiydi. Bedeni çok soğuktu. Yüzü yavaş yavaş morarmaya başlamıştı, elim kalbine gitti lakin basit bir eşyaya dokunuyormuş hissiyatı hariç hiç bir şey yoktu. Hızla elimi geri çekerken şok içinde bedene bakıyordum, ölmüş müydü?
Hayır hayır.
Bu olmadı.
Ben şuan yine berbat bir kabus içindeydim.
Ayaz ölemezdi.
Birden beliren portalın içinde çıkan Atalan ve ekiple gözlerim büyüdü, hepsi şok içinde bana bakarken diğerleri donuk şekilde bana ve yerde yatan bedene bakıyordu. Atalan koşarak yanıma gelirken yanıma çöktü, tam nabız kısmına dokunduğunda donuk bakışları üzerindeydi, ben umutla onu bakarken elini bıraktı, yana düşen eliyle dudaklarım arasından bir çığlık döküldü. Birden hıçkırmaya başlarken bedenini sarsmaya başladım, "Ayaz uyan! Ayaz!" Atalan beni tutup çekerken gözlerimi kırpıştırdım ve idrak etmeye çalıştım. Gördüklerimin bir kabus veya beynimin bana yaptığı korkunç bir oyun olmasını istedim lakin öyle değildi, bazı ölümler insanı en derinden sarsarken bazı gerçekler acıyı yaşamamıza zorlar bizi.
Şuan ne dediğimi anlamadığınızı biliyorum güzel dostlarım lakin bazı şeyler gerçekliğe kavuştuğunda anlayacaksınız. Ruhum defalarca katledilirken, bedenim ölümden defalarca kez dönerken o tek darbeyle yere yığılmış, ve o güzel yosun yeşili gözlerini yummuştu. Beyaz misk ve amber kokusu dünyada onunla birlikte yok oldu.
Yosun yeşili gözleri kapalıydı, hiç bir mimiği oynamıyordu ve ben zangır zangır titriyordum. Ne yaşadığımı hala idrak edemiyordum, taç törenimde böyle bir vahşete tanıklık etmem için nasıl bir yorum yapabilirdim aklım almıyor.
Ayaz ölmüştü.
Ve ben bitmiştim.
Benim masalım bitmişti.
Ve benim gerçek sonum gelmişti.
Her hikayenin sonunda prenses bir şekilde prensine ve mutluluğuna kavuşuyordu lakin benim sonum öyle olamayacaktı.
Bu son ona yakışmamıştı, bu son ben ve yeşil gözlüme yakışmamıştı.
Bu sonu ikimizde hak etmiyordum.
Her ne kadar ölen o olsa da esas acıyı ve azabı çekecek olan bendim.
Ben geride kalandım.
Kader bana bir ceza vermişti, hem de çok büyük bir ceza. Ama bu neyin cezasıydı bilmiyorum, mutluluk kırıntısının mıydı bu ceza?
Kalbime inen güzel hazzın kefareti miydi bu ceza?
Yoksa kaderin ileride beni çok büyük bir ödülle şanlandıracağı bir ceza mıydı?
Ama her ne olursa olsun hepsinin sonunda ben aşık olduğum adamı kaybetmiş olacaktım.
Ne olursa olsun onu geri getiremeyecektim. İçimde yaşadığım savaş dışıma hüzünlü bir çift mavi göz ve hıçkırıklarla yansıyordu. Çığlık çığlığa ağlarken Atalan beni salonun çıkışına sürülüyordu, ayaklarımı yere bastırırken ondan uzaklaşmamak için hem kendimi hem onu zorluyordum.
Lakin o beni sürüklemek yerine omzuna atmayı tercih etti, deli gibi çırpınırken sevdiğim adamın soğuk bedenine sarılıp onu ısıtmak, kalbini yeniden hızlandırmak istiyordum.
Ama asla olmayacak bir hayali gerçekleştirmek istiyordum.
"Bırak! Ayaz ölmedi! Ölemez! O ölemez, ölmedi!" Diye bağırırken taş duvarlarla çığlıklarımın altında eziliyor, boş sütunlar arasında yankı yapıyordu, sesimi duyan muhafızlar yanıma gelip gelmemekte tereddüt ediyor, Atalan'ın öfkeli bakışları bu tereddütlerini imkansıza çeviriyordu.
"Viata o öldü. Yapabilecek hiç bir şey yok! Duyuyor musun? Hiç bir şey." Karşısına aldığı bedenime laf geçirmeye çalışırken gözlerine baktım, boynum bükülmüştü başımı zorlukla kaldırıyordum. "Bana neden bunu yapıyorsunuz? Çocuğum lan ben daha çocuk! Birden bire beni çekip yeni bir evrene getirdiniz, birden fazla güç dediniz, bana bir taç verdiniz vârissin dediniz! O bana sevgisini verdi, kalbini uzattı aşık oldum. Yıllar sonra annem oldu. Ve şimdi de benim hayatta kalma sebebim olan adama öldü diyorsunuz." İnanamaz gibi ona bakıyordum, sakinleşmiştim. Yaşlarım sessizce yanağımdan süzülüp giderken o ise donuk bir şekilde bana bakıyordu. Bildiğim elbette ki çok şey vardı lakin vakit susma vaktiydi. Bazı şeyleri konuşmak elbette ki gerekliydi.
"Şimdi de gelmiş bana yapılacak hiç bir şey mi diyorsun? Bunu belki de yüz defa dile getirdim ama ben yoruldum! O kadar çok yoruldum ki. Ben buraya geldiğimde on altı yaşındaydım, şimdi ise on yedi. Kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki, sokakta kaldığım günler bile daha mutluydum. Yemin ederim kaldırımda yatarken bile daha mutluydum. Çöpten ekmek toplarken bile çok mutluydum ben. Siz ise şimdi bütün hayallerimi kuran adamın öldüğünü söylüyorsunuz!" Sona doğru bağırırken ağlamam şiddetlendi, ensemden tutup beni kendine yasladığında sessizce ağlamaya devam ettim. Şuan bana ne iyi gelir diye sordum, hiç bir şey cevabını verdi kalbim.
Aynı soruyu beynine, yani mantığıma sordum.
O da aynı cevabı verdi.
Sevdiğim adam belki yarın toprağın altına gömülecekti, ben ise onunla geçirdiğim o güzel anların ve anıların altına gömülecektim. Asla tekrarlanmayacak olan anılara gömülecektim.
Onun ruhu bedeninden ayrılırken benim ruhum onun ayrılışıyla bedenimde can veriyordu.
Bu masal böyle bitmezdi.
Bu hikaye kâbusa dönemezdi.
Bu kadar çok çaba boşuna olmalıydı lakin çok geçti.
Dizlerimin üzerine çöktüm, avuçlarımı yere dayayıp başımı göğe kaldırdım.
Kader bize bir son yazmıştı.
Bu sonda ikimizin ayrılığı vardı, uzun bir ayrılık.
Bu bize verilen bir cezaydı. Bu kaderin cezasıydı...Bitti...
Size çok güzel bir haber vereceğim, Gecenin Mührü 2'nin çalışmalarına başladım, fazlasıyla iyi ilerliyor bölümü yazmaya henüz başlamadım fakat deftere taslak çıkardım, detaylı bir şekilde yazıp yayımlamayı planlıyorum umarım Gecenin Mührü fark edilir, şu anki tek dileğim bu.
Hepinizi seviyorum başka bölümlerde görüşmek üzere<333333
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Science FictionHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...