Bölüm 22 Merhem

1.3K 129 4
                                    

"Aybar üzerimden kalk!"
Diye çığlık attım, lanet adam üzerime çıkmıştı.
Yeşil göz gittiği görevde yaralandığı için izinliydi bu yüzden soğuk nevale beni çalıştırıyordu. Soğuk nevale neyin eksik olup olmadığını anlamak için beni Aybar'la dövüştürmek istemişti. Aybar göründüğü gibi asla değildi, alaylı hali kayboluyor, yenilemez hale geliyordu.
Boynunu kavrayıp dişlerimi sıktım, ani bir hareketle altıma aldım. Boğazını sıkıp yere yasladım, bacağımı kavrayacağı an erkekliğine sıkı bir tekme geçirdim. Elini yere vurup pes ettiğini belirttiğinde üzerinden kalktım. Nefes nefese kalırken soğuk nevale dikkatle beni izliyordu, Aybar yerdeyken bacağımı tutmak için yeltendi ama zıplayıp yüzüne tekme attım. Burnundan akan kanla sırıttım. "O kadar da saf değiliz." Gözlerini devirip ayağa kalktı, soğuk nevaleden izin isteyip salondan çıktı. Soğuk nevale ise dikkatle bana bakıyordu, "Dövüşürken iyisin, vuruşların gayet yerinde. Yıllardır çalıştırdığım öğrencimi bile yenebildiğine Pars seni sıkı çalıştırıyor olmalı. Sen şimdi biraz oyalan, çalışmaya devam et.  Aybar'la kalan dersimi bitirip silah bölümüne geçeriz. Mızrak dersi alacaksın." Başımla onaylayıp boks torbasının önüne geçtim, yerde duran eldivenleri alıp iplerini çözdüm ilk önce sağ elime geçirip dişlerimle çekiştirip bağladım, sol elimi zorlukla eldivenin içine soktum ama bağlayabileceğimi zannetmiyordum. Önümdeki heybetli bedenle başımı kaldırdım, yeşil gözdü. Sol omzu yaralıydı elinde alçı vardı.
Dün geceki tuhaf karşılaşmamız da dikkatli inceleme fırsatını bulamamıştım lakin şuan daha net görüyordum. Yüzünde bir kaç darbe izi vardı. Canı yanıyor olmalıydı, elim istemsizce havaya kalktı ama salonda olduğumuz fark edip kendime gelmek için gözlerimi kırpıştırdım.
"Tut." Dedi, dediğini yapıp boştaki elimle iplerden birini tuttum, o da diğerini tuttu. Ona uyarak bağcığı bağladım. "Silahını sol elinle kullanıyorsun, Aybar ise sağ. Onun sol eline yönel." Başımla onayladım. Geri çekildiğinde torbayı yumruklamaya başladım.
"Viata!" Duyduğum yabancı erkek sesiyle kaşlarım çatıldı. Arkamda beni izleyen çocukla göz göze geldiğimde yüzünde gereksiz bir tebessüm belirdi. Beni tanıyor muydu? Bana doğru adımlayıp elini uzattı. "Yiğit. Bir kaç gündür çalışma şeklini izliyorum ve bir kıza göre gerçekten iyi dövüşüyorsun." Kaşlarım hayretle havalandı. Ve aniden gülmeye başladım. "Bir kıza göre, öyle mi? Hatırladığım kadarıyla taşıdığınız tanrılar kadınlar sayesinde varolduğu söyleniyor. Değil mi? Zeus ve onun gibi büyük tanrılar güzel tanrıçalara dişi takıp diğer tanrı ve tanrıçaları var etmiş. Ve sen bir "kıza göre" diyorsun. Ne kadar yazık, kadınları küçümsememen gerektiğini hala öğrenememişsin." Bozulmasını beklerken otuz iki diş sırıttı. Arsız mıydı bu çocuk? Sarı saçları ve kahve gözleri vardı, kaslı değildi ama yapılıydı. Benden fazlasıyla uzundu.
"Bu kadar asabi olabileceğini tahmin edememiştim." Biri beni buradan kurtarsın! Bu erkeklerin kızlarla flört etmek harici bir işi yok muydu? Delirmek üzereydim!
"Viata!" Ardil'in sesiyle gözlerim ona döndü, rahatça nefes alıp ona ilerledim. Kurtarıcım Ardil olmuştu! Yanımdakini bırakıp ona ilerledim, gülümseyerek bana bakıyordu. "Bizimkiler sahaya indi. Silah dersine benimle gireceksin." Kaşlarımı çattım, ben neden gitmemiştim? Gözlerini devirdi, muhtemelen içimden geçirdiğim şeyi anlamıştı, "Derslerinden çok geride kaldın." Oflayarak onu onayladım. Başıyla çıkışı işaret ettiğinde onu takip ettim. Spor salonundan çıkıp merdivenlere ilerledik, hızla aşağı inip bahçeye çıktık.
Ayaz Pars Varis...
"Ardil!" Diye bağırdı Viata. Ardil ise sırıtarak kollarını yere yasladı. İkisi de fazlasıyla yakındı, çok fazla hemde.  Kolumun sakatlığı yüzünden onu çalıştırmama izin vermiyorlardı, benim yerime Atalan çalıştıracaktı fakat aniden saha görevi çıktığı için bütün ekip, Ardil hariç, göreve gitmişti.
Tamam, içimde onu kıskanıyor olabilirdim ama bu kıskançlık değildi ki! Fazla yakınlardı ve Viata'nın badisi olarak karışmak elbet hakkımdı. Viata, lanet kadın çok güzel ismi vardı.
Onun ismi Hayat demekti.
Ardil her ne kadar dostum olsa da o da bir erkekti, nefsine yenik düşebilirdi. Lanet gelsin ki Viata güzel bir kızdı, herkesin ilgisini çekiyordu. Özellikle de büyük gözleriyle, kocaman gece mavisi gözleri vardı, sinirlendiğinde lacivert olan mavileri vardı.
Mavi rengi onun gözleri için yaratılmış gibiydi.
Gözleri hem gökyüzü hem de bir okyanusun en dibiydi.
Fazlasıyla derin ve bilinmez. Ama bakıldığında anlaşılmayacak kadar güzel.
Ama ona acıyordum, buraya gelip buraya alışması oldukça zorken annesi Hera çıkmıştı, o da ateş vârisi olmuştu. Yakın bir zamanda annesi tahta yeniden geçecek ve halkta eski düzenine dönecekti ve her şeyi toparlaması için Viata'ya ihtiyaç duyacaktı. Varisi çok büyük bir tehlikenin içindeyken.
Viata'nın Expontia özelliği yüzünden üssün kalkanları indirilmişti, kalkanlar en son on yedi sene önce inmişti, ben buraya ilk geldiğimde.
Expontia özelliğimiz bizi buradaki insanlardan üstün kıldığı için özel kalkanlar kendiliğinden kırılıyordu, kırıldığı için önüne gelen her canavar veya yaratık dilediği gibi buraya ışınlanabiliyordu. Diğer öğrencilerden ziyade Viata fazlasıyla tehlikedeydi, ekiple olan konuşmanın sonucunda mührün Viata'yla bir alakası olduğu sonucuna varmıştık. Ateş krallığına ilk gittiğimizde Viata'nın Demeter'in gücünü aldığını anlamıştım her ne kadar basit dursa da bu asla normal bir şey değildi.
Gecenin...
Gündüzün...
Ve doğanın gücünü alıyordu.
Üstelik ateş varisiydi!
Mühürler büyük bir bağlantısı vardı ve bütün yaratıklar bunun farkındaydı, mühürü elde eden kişi bütün evrenleri, kontrol edebiliyordu. Ve mühür en son kötü ellere düştüğünde neredeyse herkesin, hatta bütün evrenlerin sonu geliyordu.
Ve şimdi bu küçük kızın en ufak bir boş anında yeniden bir savaş çıkabilirdi.
İkisi kafa kafaya vermiş çarpışırken Ardil eğleniyor, Viata ise onun aksine ona öğrettiğim her şeyle ona karşılık veriyordu. Ardil'in hamlelerinden ustaca kaçıp güzel darbeler veriyordu.
Herkesin düşündüğü tek bir şey vardı, onunla aramda bir şey olup olmadığı...
Nedenini bilmediğim şekilde bir kaç kez kendimi onu öperken bulmuştum ve her defasında da asla pişman olmadan yinelemeyi dilemiştim.
Bunu iki defa yapmamın nedeni Viata'nın da boş olmamasıydı. Viata fazlasıyla hırçın bir kızdı ve dileseydi beni o an itebilirdi, itip bağırırdı, kızardı, öfkelenirdi ama hiç biri olmadı. Aksine ikinci öpüşümde gülümseyerek memnun olduğunu belirtti. O da benim gibi ne yaptığının farkında değildi lakin yanlış olmadığının farkındaydı.
Ardil'le dövüşmeye devam ederken gözlerim yanağıma kaydı, onunla çalışırken bir yere dalmıştı, o an boşluğuma gelip onu yaralamıştım. Görevde bile aklımda olan tek şey yarasının acıyıp acımadığıydı.
Yaklaşık bir kaç saatlik çalışmanın ardından durmadan ikisini izlemiştim, her ne kadar onu çalıştıramıyor olsam da izleyip ne durumda olduğunu bilmem gerekiyordu.
Öğlen saatine geldiğimizde onlardan önce içeri girdim, yemekhaneye çıkıp büfe kısmından tabağıma çörekotlu poğaça koyup bardağa Medine çiçeğini koyup termostaki kaynar suyu üzerine döktüm.
Masaya geçtiğimde Ardil ve Viata içeri girdi, Viata'nın bakışları anında bana çevrildi. Tebessüm ederek başıyla selam verdi, umursamadan önüme döndüm.
O da her zamanki gibi çörek alıp karşıma oturdu, onun yanına da Ardil geçti.
Üzerinde siyah bir atlet ve siyah tayt vardı, üzerine ince bir hırka atmıştı, saçlarını topuz yapmıştı ama dövüşürken bozulmuştu. O da aynı şeyi düşünmüş gibi tokasını çıkarıp saçlarını at kuyruğu yaptı.
Ardil'in saatine gelen titremeyle ayağa kalktı, "Devran geliyor. Toplantı varmış, girecek misin ben mi gireyim?" Kaşlarım çatıldı, bu ani toplantının nedeni neydi? Normalde bana sormadan böyle şeyler asla yapmazlardı, saatine tekrardan bakıp kaşlarını çattı. "Viata'yı da çağırıyorlar." Ayağa kalktım, toplantıya ben girecektim. Muhtemelen Viata için önlemler alınacaktı, bunun için kurulu toplamışlardı. "Ben girerim. Sen yemeğine bak." Diyerek Viata'ya yaptığım baş işaretiyle yemekhaneden çıktık. Çok fazla kat olduğu için Viata'yı yormamak adına asansöre binip yirmi dört katını tuşladım. Mavilerini kocaman açmış bön bön bana bakıyordu, yüzüme yerleşecek olan tebessümü silip ona döndüm,  toplantıya neden girdiğini merak ediyordu. "Senin güçlerinle birlikte üssün özel bariyerleri kırıldı, önüne gelen her yaratık buraya girebildiği için önlem alacaklar. Kötü bir şey yok yani." Usulca beni onaylayıp gözlerimi aynaya çevirdim, aynadan onun yansımasını izlerken onun doğrudan beni izlediğini fark ettim.
Fazlasıyla terlemişti, atleti ve saçları tenine yapışmıştı, gözlerinin altı parlıyordu, saçları terden ıslak duruyordu. Göğsü hala nefesini düzene sokmaya çalışıyordu, ellerini stresten avuç içine geçiriyor, ayağını stresle sallıyordu. "Toplantıdan sonra duş al. Soğuk vurursa hasta olursun." Sessizce onayladı. Asansör durduğunda kapılar açıldı, hızla Viata'nın kolunu tutup peşimden çekiştirmeye başladım. Büyük cam kapıdan içeri girdiğimizde herkes içerideydi. Devran, bizim başımızdı. Bu üssün yöneticisi, her ne kadar bana emir veremiyor olsa da.
Güçlerim ve bulunduğum konum yüzünden bana emir veremezdi, ki muhtemelen aynı şey Viata için de geçerli olacaktı. Saçları gri tonuna bürünmüştü, aynı sakalları gibi. Ciddi yüzü asla ödün vermiyordu, gözleri dikkatle Viata'yı süzdü, ve şaşkınlıkla aralandı. Bize ayrılan iki sandalyeye oturduğumuzda Viata'nın eli hızlıca elimi kavradı. Herkesin ona dikkatlice bakması rahatsız etmişti, gözlerimi hırsla masadakilerde gezdirdim, hepsi önlerine dönüp yerlerinde hareketlendiler.
"Konuyu biliyorsun Pars." Başımla onayladım, ellerini birbirine kenetleyip Viata'ya döndü. "Bir kaç kez saldırıya uğradın ve bunların neredeyse hepsi burada gerçekleşti. Güçlerin bariyeri kaldırdı ve yeni bariyeri oluşturmak zaman alacak. Güvenliğin için en iyisini yapacağız." Viata başını teşekkür edercesine salladı. Ardından Devran'ın bakışları bana çevrildi. "Dünyaya gideceksiniz, hem oraya bütün yaratıklar giremez hem de önemli bir görev var. İnsan kılığına giren iblisler dünyaya saldırmaya başladı ve sayıları giderek artıyor. Ekiple birlikte inip hem görevi tamamlayacaksınız hem de bariyerin tekrardan oluşturulmasını bekleyeceksiniz." Viata'ya döndüm, görev görevdi itirazım yoktu lakin Viata onaylamazsa hemen vazgeçebilirdik. "Sen ne diyorsan o. Badim olan sensin." İşte benim kızım!
Tuttuğum elini bırakmadan ayağa kalktım, o da hemen peşime kalktı. "Bu gece biz yola çıkıyoruz, bütün ekibe gerekli malzemeleri dağıtın. Görevden geldikleri gibi dünyaya gidiyoruz." Devran beni onayladığında Viata'yla beraber odadan çıktım.
"Odana git ve hazırlan, iki saatin var." Hızla onaylayıp merdivenlere ilerledi.
Viata Lidya Hazan...
Büyük siyah sırt çantamla odadan çıktım, bütün ekip bizim kattaydı, Afra'nın üzerinde mavi bir bluz ve mavi bol pantolon vardı, saçlarını açık bırakmıştı, Betty ise yine dekolteli göbek üstü bir crop ve altına deri tayt giymişti. Makyajıyla gözlerini belirginleştirip etrafa kışkırtıcı bakışlar atıyordu. Erkekler ise düz pantolon ve tişörtlüydüler. Ben ise altıma kahverengi bir eşofman ve kahverengi tişört giyinmiştim. Betty bana inanamaz gibi bakıyordu, "Lanet olsun bu hal ne?!" Diye ciyaklamasıyla bakışlar bana çevrildi, bende korkuyla kendime baktım. Neyim vardı? "Viata çantanı böyle şeylerle doldurduğunu söylersen seni bu kattan aşağı sallarım!" Dudağımı ısırarak bakışlarımı kaçırdım, derin nefes alıp yeşil göze döndü. "Bana bir kaç saniye ver." Diyerek odama daldı, avucumu alnıma bastırıp ofladım, ekibin erkekleri bana gülerken ben kaderime razı gelmiş Betty'in cici elbiselerini bekliyordum.
Bir kaç dakikanın sonunda büyük bir bavulla gelip bavulu yeşil göze verdi, sırt çantası yeteri kadar küçükmüş gibi ona vermişti, ondan alacakken geri çekip kolumu tuttu. Soğuk nevale elindeki kalemle hilal ve güneş deseni çizdi. Açılan portala önce biz girdik, peşimize ekip girdiğinde kendimizi büyük, hem de çok büyük bir evin bahçesinde bulmuştuk. Ev tamamıyla köyü kahveydi, ve yandan sarı ışıkları vardı, bahçebin girişinin iki tarafında küçük çamlardan ve çakıl taşları dolu olan bir yol vardı, yol evin büyük ahşap kapısına gidiyordu. Yerlerde ise küçük ışıklar vardı, burada mı kalacaktık?
Ah burası çok büyük, hem de fazlasıyla. Önceden bu tarz evlerde kalan insanların bu evlere nasıl eşya doldurduğunu düşünüyordum. Sanırım birazdan görmüş olacaktım. Yeşil göz kapıyı elindeki anahtarla açıp hemen sağına elini uzatarak ışığı yaktı. Oha!
Çüş!
Yuh artık!
Bu ev fazlasıyla güzeldi!
Hemen solumuzda kapısı olmayan bir mutfak ve hemen karşımızdaki büyük sütunun arkasında büyük bir salon vardı, salon ikiye ayrılmıştı, bir tarafında büyük kahve koltuklar ve kocaman bir televizyon vardı, diğer tarafında ise kocaman bir masa ve hemen arkasında yukarı kata çıkan merdivenler vardı. Hayranlıkla evi izlerken krem rengi duvarlarda dolaştı gözlerim. Ev ağırlıklı krem ve kahveden oluşuyordu ve asla göz yormuyordu.
"En büyük hayalim dünyaya gelip bar denilen yerlere kendimi atıp deli gibi içip dans etmekti. Ve sanırım Viata sayesinde bu gerçekleşecek!" Diye bağırdı Betty. Bar mı demişti o? Ah hayır!
"Diana kızları korkutuyorsun. Bu gece herkes güzelce dinlensin, yarın doyasıya gezersin." Diye söylendi Azad. Oflayarak onayladı, biz diğerlerini salonda bırakarak yukarı çıktık, uzun koridorda bir sürü kapı vardı, hepsi de karşılıklıydı, kapıların arasında bir kaç tablo vardı.
Koridorun sonundaki kapılara ulaştığımızda solda kalan kapıyı açtı. "Burası senin odan. Karşında ise benim odam var. Herhangi bir soru yaşarsan ilk geleceğin kişi ben olmalıyım. Ardil değil." Diye tısladı yeşil göz. İnanamaz gibi ona baktım, Ardil'i mi kıskanıyordu. Kendimi nedensizce fazlasıyla rahatsız ve kötü hissettim, odasına gidecekken koluna yapışıp duvara yasladım, yaptığım şeyle hem o hem ben afallamıştım. "Ardil konusunda ciddi değilim, Diaspora 'dan nefret ettiğimi biliyorsun, seni o an sinirlendirecek şey Ardil mevzusuydu. Benim badim sensin, beni öpmesine izin verdiğim kişi de sensin. Bu konuyu asla açma." Sinsice gülümseyip belimi kavrayıp beni çevirdi, bu sefer sırtı duvara yaslanan bendim, gözleri ise doğrudan dudaklarımdaydı, "Bahsi açılmışken, tekrarlasak mı?" Derken duyduğumuz iniltiyle bakışlarım arkamıza çevrildi, koridorun başına. Tanrım ben tam olarak ne görüyordum?!
Kıvanç ve Afra deli gibi öpüşüyordu! Yeşil göz şok içinde gözlerini açmış ikisine bakıyordu, bizi görüp utanmamaları için yeşil gözü kapısı açık odama çektim.
"O neydi öyle? Biz bile bu kadarını yapamıyoruz." Diye söylendi, kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. "Onlar birbirlerine aşıklar." Dediğimle yüzünde çok tuhaf bir ifade peyda oldu. Çok anlamı bakıyordu ve ben bakışlarının nedenini asla çözemiyordum.
"Biz?"
"Ne biz?"
"Biz aşık değil miyiz?"
"Öyle miyiz?"
"Bilmem, olmak ister miydin?"
"Eğer canımı yakmayacak bir şeyse çok isterdim." Büyükçe gülümseyip gamzesini bana bahşetti. Derin nefes alıp kokusunu içime çektim, başını boynuma eğip burnunu sürttü, ardından kısa bir buse kondurdu.
Boynumdan öpmesi bana değer verip güvendiğini temsil ediyordu...
"Asla." Diye fısıldadı, bu sefer alnıma bir buse kondurdu.
"Aşk ne?" Diye sordum. Neydi aşk? Onun için veya benim için ne anlama gelecekti. Elimi yüzüne koydu, sıcak elim ısısını soğuk yanağına bastırırken dudaklarından bir şarkı sözü belirdi.
"Ben aşkı böyle bildim, gel merhem ol yarama."
"Yarana merhem mi olmamı istiyorsun?" Diye sordum. Başıyla onayladı.
"Benim için aşk öpüp birlikte olmaktan geçmiyor. Yaraya şifa olup, merhem olmaya deniyor."
Ben onun merhemiydim, o beni aşk olarak görüyordu. O yaralıydı, en az benim kadar ve ona merhem olmamı istiyor. Onu iyileştirip beni iyileştirmek istiyor. Eli sağ yanıma düşen saçımı tuttu. "Mentollü şampuan kullanıyorsun ama yine de kokunu bastıramıyor. Sen nesin böyle?"
Gülümsedim.
"Merhemin."
Gülümsedi, onun merhemiyim.
Ben Ayaz'ın, bana aşk diyen adamın merhemiyim.

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin