*rica ediyorum okurken şarkıyla birlikte okuyun Viata'yı biraz olsun anlarsınız belki de (şarkı ne kadar aksini söylese de)
Ben bir kadındım, belki de bir çocuk. Çocukluğunu yaşayanamış, bedeni hala çocuk olan ama kadın gibi görülen bir kızdım. Hani hep deriz ya hayat bizi buna zorladı hayat bize bunu yaptı diye. Bizi bunu yapan hayat değildi, insanların ta kendisiydi.
Oysa suç hep hayata atılmıştı.
Oysa hep insanlar aciz görünmüştü.
Oysa ki aciz olan hayattı, lakin insanlar hayatı suçluyor kendini aciz gösteriyordu.
Elindekiyle yetinemeyen bir evrende yaşamak...
Ne kadar acı verici!
Yatağımda ölü gibi yatarken kapı açıldı, istifimi bozmadan kimin geldiğini merak etmeden öylece durdum.
"Güzelim?"
"Doğan?"
"Viata?"
"Doğan?!"
Sırıtıp odama girdiğinde pozisyonumu bozmadan tavanı izlemeye devam ettim, kapıyı ardından kapatarak ayakucuma oturdu. Elimi tutup baş parmağıyla okşarken öylece yatakta uzanıyordum. Afra'yla olan kavgamızdan sonra beni odama çıkarmıştı, yemek getirmişti lakin yemeye tenezzül bile etmemiştim. Açtım lakin hiç bir şey istemiyordum, en ufak yemek kokusuyla midem alt üst oluyordu. İç çekerek başımı ona çevirdiğimde gözleri yüzümde geziyordu, dudak bükerek ela gözlerini gözlerime çevirdi. "Çok tatlısın." Dil çıkardım, yanağını sıkmaya başladığımda dehşetle bana bakıyordu, "Sende çok tatlısın." Kaşlarını çattı, inanamaz gibi bana bakıyordu. Onunla uğraşmak kadar güzel bir şey yoktu. Doğan bir abi gibi bana yaklaşıyor, her moralim bozulduğunda moralimi yerine getiriyordu. "Acıyım lan. Ne tatlısı. Kaslı tatlı mı olur?" Homurdanırken sırıttım. Bedenini yatağıma yığdı, beklentiyle bana bakarken bende ne oldu anlamında kaşlarımı kaldırmış ona bakıyordum. Ne demek istediğini elbette anlamıştım. Afra'yla olan kavganın nedenini merak ediyordu lakin bildiğine adım kadar eminim. Muhtemelen olayı birde benim ağzımdan dinlemek istiyordu. Afra'ya olan öfkemi ondan çıkarmaktan korkuyordum, sonuçta Afra onu ilgilendirmeyen bir konuya girmişti. Bana Ayaz'a ihanet ettiğimi söylemişti, bir ölünün arkasından daha ne kadar yas tutabilirdim ki?
"Doğan bana cevabını bildiğin sorularla gelme." Gözlerini devirdi, bakışlarına derinlik çökerken tehlikeli sularda olduğumuzu anlamıştım. Onunla böyle saçma şeyler için aramı bozmak istemiyordum, güvendiğim insan sayısı bir elimdeki parmak sayısını geçmezken onu da kaybetmek son isteyeceğim şeydi. "Atalan'la aranda bir şey mi var Viata?" Bakışlarımı kaçırdım, bu konuya beni azarlamak için girmişti, yine kavga edecektik. Kavga etmek istediğim son insan oydu oysaki. "Sende mi laf edeceksin Doğan? Hem onunla bir ilişkim olsa bile ne yapabilirsiniz? Sizi ne kadar alakadar eder bu durum?" Ağzını açtı, ardından kapattı. Derin nefes alarak gözleri gözlerime çevrildi, normalde olduğunun aksine sakindi, ben ise öfkeliydim. Ela gözlerinde sakinlik vardı, her zamanki Doğan'ın aksine. Herkes her kararımı sorgulayıp burnunu sokuyordu, ben bunu yaptığımda ise suç oluyordu! Yaptığım her hareket insanların gözüne batıyordu, insanlara göre değil kendi kararlarıma göre hareket etmek istiyordum. "Elbette hiç bir şey yapamam. Senin duygularının önüne geçemem. Geçmem de zaten. Aylardır yastasın, bir daha geri gelmeyecek bir adamın yasını tutuyorsun. Başkasıyla mutlu olmak elbet hakkın fakat böyle bir durum varsa ben bunu bilmek isterim. Sana destek olmak isterim." Sıcak eli elimi kavradı, yüzüme gülümseyerek baktı, "Seni seviyorum Viata. Bir kardeşten farkın yok, sana Afra'ya veya Kıvanç'a vermediğim değeri veriyorum. Nedenini bilmiyorum ama seni kendime daha yakın görüyorum. Ne olursa olsun, ne karar alırsan al ben sana destek olurum. Sen yeter ki bunu benimle paylaş." Acıyla gülümsedim, sağ gözümden süzülen yaş çenemden aşağı indi. Eli çeneme yerleşti yaşımı sildi. O iyi ki vardı.
****
"Bırak!" Ok iki parmağımın ucundan hızla firar ederken hızla gözümün üzerindeki bandanayı çıkardım. Ok hedefini parçalarken gözlerimi Atalan'a çevirdim, o ise elindeki tablete not tutmaya devam ediyordu. "Ben cidden çok sıkıldım yapabildiğim şeyleri tekrar tekrar deneyip yapmaktan." Gözlerini bana çevirdi, bıkkın bir şekilde bana bakıyordu. "Bende çok sıkıldım her seferinde sana aynı açıklamayı yapmaktan. Gücüne göre eğitim alıyorsun, ok atmayı öğrendin, uzağa ok atmayı da öğrendin, şimdi de gözlerin kapalı ok atmayı öğrendin. Kılıç kullanabiliyorsun, mızrak kullanabiliyorsun, muşta eğitimini aldın ve tamamladın, kırbaç eğitimini de geçtin. Ok zor iştir, dikkat gerektirir, malum bu aralar kafan yerinde değil." Gözlerimi devirip yere oturdum. Neredeyse bütün eğitimlerimi başarıyla tamamlamıştım, tamamıyla bir savaşçı olmuştum. Üs bana burada badilik teklifi etmişti lakin burada daha fazla kalmak istemediğim için reddetmiş ve son derslerimi bitirip burayı terk edeceğimi bildirmiştim. Ne saraya ne buraya, dünyaya geçecektim. Orada yaşamıma devam edecektim. "Buradan gitmene çok az kaldı. Her şey bitiyor, bir görev var. Haftaya gideceğimiz bir görev, gelmek istersen-" başımı anında hayır anlamında salladım. Göreve gitmek istemiyordum, yedi ay boyunca hiç bir göreve gitmemiştim. Gitmek gibi bir planım da yoktu. "İyi. Vampirlerle tek başımıza başa çıkabiliriz." Vampir mi demişti? Hızla ona dönerken yüzünde sinsi bir gülümseme vardı, elbette vampir görevine hayır demeyeceğimi biliyordu! Lanet soğuk nevale. "Haftaya?" Başıyla onayladı.
"Haftaya, şafak vakti sökünce Solyetluna'da ki büyük kanyona gideceğiz. Oradan mağaraya ineceğiz." Başımla onayladığımda dersin bittiğini belirtip üsse girmişti. "Sürtüğün tekisin! Bütün erkekleri kendine çekip onların hayatını karartacaksın değil mi?!" Duyduğum kinli sesle ve lekeli sözcüklerle başımı ağaçlıkların arasına çevirdim. Asena bana öyle bir nefretle bakıyordu ki bu kadar nefreti nasıl kaldırdığına inanamıyordum. Gözleri tehlikeyle üzerimde geziyordu, bana ettiği küfrü yeni idrak ediyordum. Bana doğru ilerledi, önümde durdu. İkimizde karşı karşıya dururken yumruğunu sıkıyordu. Ona karşı sakin kalarak onu daha çok delirtmek gibi güzel bir planım vardı. "Ayaz'ı öldürdün. Onu sen öldürdün, aylardır mezarına bile gelmedin şimdi ise Atalan'a yanaşmak için geri döndün!" İnanamaz gibi ona bakıyordum, hala kinliydi. Hala nefret doluydu, hala aptaldı. Ayaz'ı benim öldürdüğümü düşünüyordu, aslında onun ölümünü en az benim kadar kabullenemiyordu, bu günahı mantıklı bir şeyin, yerin veya kişinin üstüne yıkmalıydı. Yani benim. "Hala aptalsın. Hiç bir şeyin değişmemiş, seninle muhattap olmayacağım." Arkamı döndüm, üsse ilerlemeye başladım, gerçekten aptaldı! Ayaz'ın ona bakacağını mı zannediyordu? APTAL! Kolumdaki elle kan beynime sıçtamıştı, hızla arkama dönüp kolunu çevirdim. "Yeter! Haddini fazlasıyla aşıyorsun sen, sabrımı sınama!" Gözlerimi öfkeyle belertip ona baktım, sınır çizgimde geziyordu. Tehditkar sesimle bir an gerilse de ormandan gelen sesle ikimizin de gözleri büyüdü, duyduğumuz ses vahşi bir hayvanın hırıltısına benziyordu. Gözlerimi arkasına çevirdiğimde gördüğüm yaratık gözlerimin kocaman olmasına neden oldu, kırmızı bedenli ve neredeyse çıplak olan bir yaratıktı. Siyah gözleri ve beyaz saçları vardı.
Lanet gelsin neden hep beni buluyor böyle şeyler! Bu üste başka insan mı yoktu?
Yedi ay boyunca mitoloji okumuştum lakin asla böyle bir yaratığa denk gelmemiştim. Kolunda dolanan yılan birden fırladığında Asena'nın bacaklarını sardı, ince bedeni anında yere yığılırken çığlık atıyordu. Hamle yapmak için elimi kaldırdığımda o da yeni bir yılan bana doğru fırlatmıştı. Gerçekten uğursuzsun Viata!
"Viata yalvarırım yardım et!" Asena korkuyla çığlık atarken yaratık ağzını araladı, ağzından kan akarken daha şiddetli bir çığlık attı. Elimi göğe kaldırdım, avucumda beliren ışıkla yaratık çığlık attı, lakin kolu Asena'ya dolandı elimi hızla indirdim. Ona zarar vermeden bir şekilde ona engel olmalıydım. Asena yalvararak ağlarken gözlerim hemen arkasındaki sarmaşıklara çevrildi, arkamdaki adım sesleriyle hızla başımı arkama çevirdim, Atalan ve bir kaç muhafız korkuyla Asena'ya bakıyordu. "Sakın." Bir adım gerilerken avucumu sıktım, doğanaya emrettim, sarmaşıklar yaratığın bacağına dolanırken yaratık tepetaklak oldu. Asena'ya koşup hızla yılanı alıp ileriye doğru fırlattım, onu tutup kendime çektim. Hıçkırarak ağlarken tırnaklarını omzuna geçirmişti. Bariyerler yeniden kurulmuştu, bu canavarın buraya girme olasılığı yoktu, nasıl girmişti buraya? Canavara daha detaylı bakarken onun henüz çok tecrübesiz olduğunu fark etmiştim. Muhafızlar öldürmek için ilerlediğinde hırladım. "O bir öğrenci. Arındırma işlemi için üsse yollayın." Muhafızlar beni onaylarken Asena hala aynı pozisyondaydı, benden bu kadar nefret edip bana iğrenç imalar yapıp şuan bana sığınıyordu. Yüce gökyüzü!
"Senden nefret ediyorum!" Diye bağırdı, şaşkınlıkla ona bakarken yaşlı gözleri bana çevrildi lakin bu sefer gözlerinde kin yoktu. "Benden daha iyi olduğun için , sana o kadar laf sayıp beni koruyup benden üstün olduğun için senden nefret ediyorum!" Gözlerimi devirip üzerimdeki kollarını çekerek ayağa kalktım. Gerçekten hastaydı! "Manyaksın sen." Daha fazla bir şey demeden üsse ilerledim. İçeri girdiğimde Umay bana şaşkınlıkla bakıyordu, Asena'yı koruyup onu kurtarmam elbette ki onu şoka uğratmıştı. Ben onun üzerinde olsaydım onlar canavarın beni çiğneyişini zevkle izlerdi. O yaratık bir öğrenciydi, bütün öğrenciler savaşçı olacak diye bir kural yoktu. Bu öğrenciler dünyadan getiriliyordu ve kimin savaşçı, kimin vampir, kimin İncubus veya Succubus olduğunu bilmiyorduk. Yaratık, arınma işlemine sokularak bütün özellikleri alınacak, normal insan hale getirilip dünyaya yollanacaktı. Dünyaya gittiklerinde ise ölen kişilerin başka beden halinde yerlerine geçiyordular.
Hızla merdivenleri tırmanıp odamın bulunduğu kata girdim, koridor yine kalabalıktı. İnsanların arasından sıyrılıp odama girdim, kapıyı hızla ardımdan kapatıp banyoya daldım. Üzerimdekilerden kurtulup soğuk suyun altına girdim, Demeter gücümü kullanmak bana iyi gelmiyordu. Doğana bana alışmamıştı, henüz beni kabullenememişti. Nedeni ise Ateş vârisi olmamdı. Ateş yok etmek demekti lakin Demeter gücüm benim yaratan olmamı istiyordu, hayat olmamı istiyordu.
Havluma sarılarak odama girdim, dolaptan iç çamaşırlarımı ve eşofman tişört alıp kapıyı da kilitleyip giyindim. Saçlarımı ise havluyla tepeden sarıp sabitledim, koltuğa oturup boş boş ormanı izlemeye başladım, muhtemelen bir kaç dakika sonra ekipten biri gelecekti. Çünkü beni boş bırakmıyorlardı. Sürekli olarak ya dünyada ya da sarayda olduğum için çok az görüşebilir olmuştuk. Hepsi Ayaz'ın ölümünden sonra benim çöküşüme şahit olmuştu ve hala endişe duyuyorlardı. Oysa ben iyiydim. Sadece kendini kandırıyorsun Viata.
Ve kapı tıklandı, ritim şeklinde tıklan kapıyla kimin geldiğini anlamıştım. Elbette ki Aybar! Kapıyı açtığında yüzünde aptal ama kocaman bir gülümseme vardı, gözleri kısıktı, her zamanki gibi enerji doluydu. Sekerek yanıma gelip karşıma oturdu, sessizce ben ona baktım o bana baktı. Komik bakışları gülmem için beni zorlarken gülmemek için dudaklarımı içe kıvırdım, o ise yapay bir gülümsemeyle doğrudan gözlerime bakıyor, göz bile kırpmıyordu. Dudaklarım arasında tutamadığım lanet kahkahayla o da sırıttı. Bakışıyla bile beni güldürüyordu. "Nasılsın bebeğim?" Bana bebeğim demesi elbette iğrençti lakin Doğan'a bebeğim dediğini duyduğum günden beri bebeğim demesi beni rahatsız etmiyordu. Vıcık vıcık yapay sözlerden nefret ederdim lakin bu kelimeler Aybar için yaratılmış gibiydi! Muzipliği her daim üzerinde kırılmaz bir zırh gibiydi. "İyiyim çocuk sen?" Cevap vermek yerine otuz iki diş sırıttı, ardından bana doğru eğilip yanaklarımı sıktı, yüzümü buruşturup kendimi geri çektim, avucumla yanağımı ovaladım. "Seni gördüm daha iyi oldum be çocuk bebeğim. Doğan bebeğim bana küfredip duruyor bende sen daha kibarsın diye sana geldim."
"Hoşgeldin."
Yanaklarını şişirip gözlerini odada gezdirdi, ardından gözüne kestirdiği telefonumu kaptı, bir kaç dakikanın ardından çalan müzikle kaşlarım çatıldı, ayağa kalkıp önümde diz çöktü, elini bana uzattı. "Bu dansı bana lütuf eder misiniz leydim?" Kocaman gülümsedim.
"Elbette!" Hızla eli belime yerleşti, bir elimi omzuna koydum, odada yavaş adımlarla müziğe ritim tutarken keyfi yerindeydi. Bir kaç kez beni döndürdü, müziğin sonuna geldiğimizde hızla son kez döndürüp üzerime eğildi. Geri çekilip elime kısa bir buse kondurdu. "Ah leydim. Çok güzel, tatlı, öfkeli, gıcık, odun ve tatlısın." Gözlerimi devirdim, aptal bana iltifat etmeye çalışıyordu. Leydi kelimesini öğrenmemesi gerekiyordu! "İki defa tatlı dedin." Omuz silkti. Umurunda değildi. Saçlarını karıştırıp çektim, yüzünü buruşturdu. Tekrardan koltuklara yerleştiğimizde gözleri doğrudan üzerimdeydi, bir şeyi çözmek istercesine bakıyordu. "Yalan konuşuyorsun, Doğan Atalan'la aranda bir şey olduğunu söyledi fakat yok. Aklında bir şey var." Kaşlarımı çattım, nereden anlamıştı? Boş boş suratına bakarken o ise fazlasıyla agresif duruyordu. "Ne çeviriyorsun Viata?" Dudaklarımı birbirine bastırdım, ellerimle yüzümü kapattım, amacım utancımı bir şekilde kapatmak değildi. Gözyaşlarımı gizlemekti. Birden hıçkırmaya başladım, o ise ne yaşadığını şaşırmış vaziyette bana bakıyordu. "Bıktım! Kendimden, güçlerimden, bu üsten, krallıklardan, mühürden, her şeyden herkesten nefret ediyorum! Beni bu hale getiren her şeyden!" Artık bağırıyordum, hıçkırıklarım ardı ardına gelirken ayağa kalktı. Bana ilerleyecekken yerimden fırladım, bana yaklaşmasını istemiyordum, beni sakinleştirmesini istemiyordum. İçimde olan kırıklıkları dışa vurmak, bir şeyleri dindirmek istiyordum. "Herkesin yapay yüzüne katlanmaktan bıktım!" Diye adeta çığlık attım, sehpanın üzerindeki bibloyu hızla kavrayıp duvara sabitli olan aynaya fırlattım. Bana yaklaşmaya çalışıyordu ama kendime zarar vermeden korkuyordu. Şuan canım asla umurumda değildi. O kadar doluydum ki bir şekilde içimdeki bu iğrenç histen kurtulmam gerekiyordu, bir şeyleri üzerimden atmak, rahatlamam gerekiyordu. İçimdeki fırtınayı bir şekilde dindirmek istiyordum, kalbimdeki bu acıyı söküp atmak istiyordum. Aybar korkuyla bana bakıyor, bir şeyler diyordu lakin onu duyamayacak kadar kendimden geçmiştim. "Beni saf yerine koymanızdan, kendinizi üstün görmenizden bıktım!" Diye bağırdım. Sehpayı tekmeledim, öfkeden deliye dönmüştüm, sonunda çıldırtmışlardı beni. Aptallık mı? En âlâsı bende. Güç mü? En büyüğü bende. Hepsi bende ama en arkaya atılan yine bendim.
Sen güzel dostum, kendime bile itiraf edemediğim, kabullenemediğim şeyleri itiraf etmemi bekliyorsun lakin o kadar yorgunum ki hiç bir şeyi düşünecek halde değildim. Kabullenmemiştim, kabullenememiştim. Yakıştıramamıştım, konduramamıştım.
Dizlerimin üzerine çöktüm, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım, zorlanan kapıyı yeni fark ediyordum. İçeri giren Doğan, Atalan ve Azad şok içinde önce dağıttığım odaya sonra da bana bakıyordu. Aybar hızla yanıma çökerken kolları beni sarmaladı. Gözlerim kararken kendimi dik tutmaya çalışıyordum. Zorlanarak nefes alırken istemsiz iniltiler çıkıyordu. Atalan Aybar'ın yüzüne baktığında ne gördü bilmiyorum ama şaşırmış olmalıydı. "Onu bu hale siz soktunuz!" Diye gürledi. Ben ise kendimi Aybar'a yaslamış kararan gözlerimi kontrol etmeye çalışıyordum. Dik durmam lazımdı, onların dediğini anlamaya çalışıyordum ama bütün algılarım kapanmış haldeydi. "Ne saçmalıyorsun Aybar?"
"Saçmalamak öyle mi? Aybar zaten hep saçmalar değil mi bilmiş badim! Sizin aptallığınız yüzünden bu kız bu halde, onu bu hale siz ve sizin aptal baskılarınız soktu! İlk önce buraya getirdiniz gücün var dediniz, üstelik sokaklarda doğmuş büyümüş bir kıza! Birden fazla gücü çıkıyor, onu daha da zorluyorsunuz! Sonra birden bire annesi kayıp ateş kraliçesi Hera çıkıyor! Tutuyorsunuz kızı vâris yapıyorsunuz! Ayaz konusuna değinmiyorum bile! Benim ağzımı açtırma Atalan, açarsam bana 'ne saçmalıyorsun Aybar' lafını bak bakalım bir daha kullanabiliyor musun?!"
Sesler tamamen kesildi, tek hissettiğim şey bedenimi taşıyan ellerdi.
****
"Sesinin tınısına dikkat et!"
"Etmiyorum lan!"
"Abi yine kavga etmeyin işte."
"Sen sus! Çok oldu bu."
"Çok oldu diyene bak! Sen gitsene, ne yüzle buradasın!"
Derin nefes aldım, bıkkınlıkla verdim.
"Susun artık susun." Mırıldanırken sesler kesildi, gözlerimi hafifçe araladım. Bir saattir kavgalarını dinliyordum ve başım şişmişti. Doğan, Atalan ve Aybar üçlüsü. Doğan gülümseyerek bana bakarken yanıma çöküp elimi tuttu, "Korkuttun kız beni." Gülmeye başladım, bu Doğan beni öldürecekti. Otuz iki diş sergiledim, onun yanındayken mutlu olmamak gibi bir şansım yoktu. Ela gözleri mutlulukla parlıyordu. Yanağını sıktım, yüzünü buruştururken inatla sıkmaya devam ettim. "Korkma çocuk. Unuttun mu başını beladan çıkaramayıp ölmeyi beceremeyen kızım ben." Gözlerini öfkeyle devirdi, dudaklarım arasından ölüm kelimesinin geçmesini sevmiyordu. Ama gerçek buydu, başı beladan çıkmayıp ölmeyi beceremeyen aptalın tekiydim. Dışarıdan ne kadar güçlü gibi dursamda içimde hala bir çocuk vardı. Ki öyleydim, henüz on sekiz yaşındaydım.
Ben hala ruhu güçlü bir bedene sıkıştırılmış küçük bir kızdım. Ben hala öfkesini ve nefretini dindirememiş, kendinden büyük yükü taşıyan çocuktum. Oysaki insanlar beni kendileriyle bir görüyordu.
Çocukluğumu tamamıyla kaybetmiştim.
Tek umudum sevdiğim adamken çocukluğumu onun ölü bedeniyle beraber gömmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Fiksi IlmiahHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...