Yaşadıklarımın ağırlığı beni yoruyordu. Dışlanmışlığım, yalnızlığım, uğradığım şiddet ve hakaret. Kendi karışıklıklarım beni yoruyordu, bazen unutup hayata sıfırdan yeni bir adım atıp, kirlilikten uzak bir hayata başlamayı diliyordum. Fakat yansımamda gördüğüm küçüklüğüm bana engel oluyordu. Bana yalvarıyor, herkes gibi onu yok saymamamı istiyordu. Yaşadığı acıyı hissediyor, çocukluğumun katillerini bir kez daha hatırlıyordum. O iğrenç yüzler yaralarımla alay ediyor, sanki yaptıkları çok normalmiş gibi yüzüme bakabiliyorlardı. Kabuslarımın sebebi onlar değilmiş gibi bakıyordular! Bir kaç dakika daha Azad'la konuşmuş, yarının yorucu geçeceğini söyleyip odama yollamıştı. Koridorda Badimle karşılaşmıştım fakat ikimiz de birbirimizi görmezden gelmiştik. Odama geçip doğrudan yatağıma atmıştım kendimi. İlk defa yumuşak bir yerde yatmanın hissi beni mutlu etmişti. İçimdeki çocuksu mutluluk alevlenmişti. Yastık ve pike yumuşacıktı. Pikeyi tepeme kadar çekip kollarımı yastığa sardım. Sanırım mutluydum. Yaklaşık altı saatlik bir uykunun sonunda kapım aniden açılmış içeri Afra girmişti. Utançtan yanakları kızarırken gülerek ona baktım. "Günaydın." neşeli sesimle tebessüm edip bana baktı. "Günaydın. Özür dilerim odana birden daldım, eğitmenin seni uyandırmama gerektiğini söyleyip beni birden içeri itti. Ve şey dedi..." çekingendi. kaşlarım hayretle kalktı. "Ne dedi?" fazla çekingen olması usandırırken gözleri kapıya gitti. Ben ise doğrudan onun ne diyeceğini bekliyordum. "Söyle şu aptala hemen uyansın, bu dediğimi de tam olarak ilet dedi." sinirle nefes aldım. Sensin aptal! Allah'ın hödüğü. "Sağ ol Afra! Mükemmel eğitmenime söyle o aptal beş dakikaya hazır olurmuş!" sessizce odamdan çıktığında ayağımı sertçe yere geçirdim. Dolabımı açıp göz gezdirdim. Bulduğum siyah tulumu alıp hızlıca üzerime geçirdim. Vücuduma yapışan fakat hareket etmemi engellemeyen bir tulumdu. Lacivert pelerini hızlıca geçirip göğüs kısmımda olan düğmelerini ilikleyip kol bağcıklarını koluma bağladım. Pelerinin eteği yere kadar geliyordu. Kumral saçlarıma özensiz bir topuz yaptım. Hızlıca odadan çıkıp kahvaltıya indim. Afra üzerini değiştirmişti. Kahverengi taytı vardı, üzerine botlarıyla aynı renkte olan crop giyinmişti. Sarı saçlarını kusursuz bir şekilde at kuyruğu yapmıştı. Doğan ve Kıvanç ise kargo pantolon ve düz bir tişört giyinmişti. Hepsi badileriyle birlikte otururken benim badim ise yemeğine odaklanmıştı. Onunla oturmayacaktım. Yontulmamış odun! Kafeterya kısmından bir kaç çörek ve çilekli süt alıp kimsenin olmadığı bir masaya geçecektim ki sert bir ses duydum. Yeşil gözün sesiydi.. "Buraya gel." ona baktığımda bana bakmıyordu bile. Umursamadan ilerleyecekken bakışları aniden bana dönmüştü. "Tek seferde algılamama problemin mi var?" gözlerimi devirdim. "Ruhsuz badimle aynı masada yemek yemek istemiyorum." hiç bir tepki vermedi. "Ceza ister misin? Üst kademene hakaretten haftalarca süründürürüm seni." oflayıp tam karşısına oturduğumda kendi kendine bir şeyler mırıldanıp yemeğine devam etti. Çöreklerimi iştahla yerken dik dik bana bakması rahatsız etmişti. "Ne var? İlk defa mı yemek yiyen biri görüyorsun?" gözlerini devirdi. "Hayır, on altı yaşında olup sekiz yaşında davranan birini ilk defa görüyorum." bu sefer gözlerini deviren bendim. Cidden aptaldı. Sessiz kalıp çöreklerimin hepsini bitirip sütümü içmiştim. Yeşil göz yemeğini benden önce bitirmiş, fakat masadan kalkmamıştı. İkimiz beraber kalktığımızda beraber spor salonuna ilerledik. Tekrardan kum torbasının önüne geçtiğimizde ofladım. Eldivenleri elime geçirdiğimde yaklaşık bir saat kum torbasıyla kapışmıştım. Yorulduğumda ise dinlenmeme izin vermeden benimle dövüşmüştü. Tabii ki de kazanan o olmuştu. Özel güçlerim olduğunu söylemişlerdi fakat bana sadece dövüşmeyi öğretiyorlardı. "Ne zaman özel güçlerimi kullanmayı öğreteceksin? Beni mi kandırıyorsun?" Sessizliğine devam etti. "Daha zamanın var." Beni kandırıyordular. Verdiği cevap beni tatmin etmemişti. İnat edeceğimi bildiği için gözlerini gözlerime çevirdi. "Bak, mitolojiyi biliyorsun değil mi? Geneli tanrı ve tanrıçalardan oluşuyor?" Tabi ki de biliyorum! Anladığımı anlayıp devam etti. "Her birimiz birer tane tanrı veya tanrıçanın özelliğini taşıyoruz. Bu yüzden testler uygulayıp hangi tanrıçanın özelliğini taşıdığını anlamaya çalışıyorum." Şaşkınlıkla ona baktım. Bir sürü mitolojik kitap okumuştum fakat böyle bir şey. Hayran kaldığım herhangi bir tanrıçanın özelliğini taşıyor olabilirdim.
Derse devam ettiğimizde bir kaç kez daha dövüşmüştük. Sonunda kazanan tabii ki de ben olmuştum. Yeşil göz asla acımıyordu. Karşısında on altı yaşında bir kız değil de onunla yaşıt bir erkek var gibiydi. Bu beni daha çok hırslandırıyordu. Bir ilk yaparak beş dakika mola yapmama izin vermişti. Ardından sessizce merdivenlere ilerlediğinde peşine takıldım. Bahçeye çıktığımda neredeyse bütün gruplar buradaydı. Bizim grupta dahil! Bizim grubun olduğu tarafa ilerlediğimizde bizimkiler çok gergindi. "Ne oldu? Sorun mu var?" hepsinin bakışları bana çevrildiğinde cevap veren Kıvanç olmuştu. "Yarışma yapacaklar. Gruplar yarışacaklar, bu yarışta; koşu, ok atma olacak. En çok puanı alan grup kazanacak ve kaybeden gruplarda ceza alacak. Şunların tiplerine baksana hemen yeniliriz!" karşı takımlara baktığımda ağzım açık kaldı. Geneli bizden büyük ve iriydi. Kimi yapılı ve atletikti? Hey! Bu haksızlık! Derin nefes alıp bizimkileri süzdüm. Ben koşamazdım, astımım vardı. Kıvanç hepimize göre daha atletik ve enerjikti, Afra da her ne kadar çekingen olsa da iyi koşuyordu. Bize ise ok atmak kalıyordu. "Afra ve Kıvanç koşsunlar, benle Doğan'da ok atmaya geçeriz. Bizden büyük iri veya yapılı olmaları bizden iyi oldukları anlamına gelmiyor!" onları gaza getirdiğimde ikisi de beni onaylamıştı. Badilerimiz diğer badilerin olduğu tarafa geçerken koşacak olan öğrenciler hazıra geçmişti. Azad yarışma kurallarını belirtip geri çekildi. "Kıvanç sen başla." çizginin yanından ona seslendiğimde Afra bir adım geriledi. Çalan düdükle Kıvanç yerinden fırladı. Koşarak ilerlerken diğerlerine çoktan gerisinde bırakmıştı. Parkur yaklaşık on beş metrelik bir koşu alanıydı. "Cidden şu cüceler mi bizi yenecek?" yan takımdan gelen kinayeli sesle tahammülsüz bakışlarım o tarafa döndü. "Boy bir işe yarasaydı en önde olan sizin takımdakiler olurdu. Sanırım cüce dediklerin seni yerin dibine sokacak!" sinirle gürlediğimde Afra'nın bakışları bana dönmüştü. Çatılı kaşlarıyla yan takıma bakarken ona doğru koşan Kıvanç eline çaktığı gibi Afra hırsla koşmaya başladı. Diğer takımdakiler bir kaç dakika farkla geriden gelirken erkeklerden biri Afra'ya yetişmişti. Yumruklarını sıkarak ilerleyen Afra biraz daha ilerlediğinde fark açmıştı. "Hadi Afra! Bizim için!" Doğan seslenirken Afra geri dönerek bize doğru koşmaya devam etti. Çizginin önüne geçtiğimde Afra hızla bize doğru koşuyordu. Çizgiden ilk o geçmişti, dizlerinin üzerine düşecekken kollarından tutup düşmesini engelledim. Gülümseyerek bana tutunurken sıkıca sarıldı. Yüzümde beliren tebessümle karşılık verdiğimde sevinçle sarılıyorduk. "Başardık!" heyecanla atılırken Kıvanç elime çaktı. "Sahne sizde." Hedef tahtaları yerleştirilirken Yeşil göz elindeki ok ve yayla bana doğru ilerledi, elinden almama izin vermeden arkama geçti, kollarını üzerime sarıp yayı elime tutuşturup oklardan biri verdi. Oku yaya yerleştirerek işaret parmağımı tam olarak okun üzerine, orta ve yüzük parmağımı da hemen altına yerleştirdi. Hedef tahtasını nişan alıp bıraktığında ok tam hedefe ulaşmıştı. Azad aynısını Doğan'a göstermişti. Bütün badiler birer tane örnek göstererek geri çekildi. "Yayı çene hizana getir, daha rahat nişan alırsın. Omuzlarını da dik tut. Duruşun dik olsun, çeneni kaldır. Bir bacağın önde." Bacağımı öne almaya çalışırken dik durmaya da çalışıyordum. Bacağımı kavrayıp birini öne çekiştirdi. Omuzlarımı dikleştirerek geri çekildi. İlk atışı Doğan yapacaktı. Vuruşlarımız yirmi üzerindendi. Doğan heybetli bedeniyle dikilerken "Serbest!" Azad'ın sesiyle oklar bir bir bırakıldı. Dikkatle Doğan'ın atışına baktığımda on dokuz olmasının sevinciyle Kıvanç'ın neredeyse üzerine atladım, ikinci atışı için hazıra geçtiğinde dikkatle atacağı atışa bakıyordum. "Serbest!" ve o an bir şey oldu. Yan takımda atıştığım kız Doğan'ın dizine vurdu. Hedef on puana yerleşirken öfkeyle o kıza bakarken üzerine doğru atıldım. Herkes fırlayarak beni tutmaya çalışırken kız ne yaşadığını şaşırmıştı. "Aptal! Bırakında yolayım şunu ya! Allah'ın gerizekalısı hile yapıyor!" Kıvanç beni tutarken Afra öfkeyle o kızlara bakmaya devam ediyordu, itirazlarım kabul edilmemişti. Doğan sinirden kıpkırmızı kesilmişti. "Doğan yardım et de şu deli fişeği tutalım! Kızım dursana ceza yiyeceksin!" sinirle yerime geçerken en yüksek puan şuan otuz altıydı ve biz on dokuzduk. Dikkatle oku yaya yerleştirdim. Çene hizama getirip dik durdum. Heyecandan kalbim çıkacaktı. "Serbest." Derin nefes aldım, fakat yirmi rakamı birden parlamaya başladı. Ok yirmi rakamının tam üzerine saplanırken şok içinde oka baktım. Tam hedeften atmıştım? Yapmıştım! Şaşkınlıktan gülemezken Yeşil göze baktım. O da biraz şaşırmıştı. Durum şuan en yüksek rakamla kıyaslanırsa kırk dokuza elli birdi. En yüksek rakam tam olarak yanımdaki sarı çıyandaydı. Tekrardan oku yaya yerleştirdim. Azad'ın seslenmesine bir kaç saniye kala onun Doğan'a yaptığı gibi dizine tekme atmıştım. "Serbest!" hedefe bakmadan oku bıraktığımda dua ederek hedefe döndüm. Sanırım delirmiştim? Yirmi! Tam hedeften atmıştım. Diğerlerine baktığımda en yüksek puan altmış dokuzla bizdeydi! Afra üzerime atlarken sıkıca sarıldım. Heyecandan ellerim titriyor, gruptakilere sarılıyordum. "Kazandık!" sarı çıyan bize doğru yaklaşırken elinde sıkıca tuttuğu okla bana doğru koştu. "Hile yaptın! Bana vurmasaydın yenecektim." Oku bana saplamaya çalıştığı an herkes dehşetle ona bakıyordu. Elini sertçe büküp dizine sağlam bir tekme geçirip yere düşürdüm. Elindeki oku kırıp üzerine attım. "Sakın bir daha hile yapıp karşılık vermememi bekleme. Emin ol bir dahakine bu kadar sessiz kalmam." üzerime tekrardan atıldığında dehşetle gözlerim açıldı. Birden beni yere yatırdığında ikimiz de yerde yuvarlanmaya başladık. "Viata!" yeşil göz öfkeyle bağırırken onu dinlemeden sarışının saçını yolmaya çalıştım. Yerde kırık olan oku bana tam saplayacakken oluşan şiddetli bariyerle geri savruldu. Beni koruyan bariyer hızla yok olurken şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bunu nasıl yapmıştım? Doğrusu bunu ben mi yapmıştım, yere yığılan bedenimi daha fazla taşıyamazken Doğan'ın kolları bedenime sarıldı. "Hop hop dikkat!" zorlukla nefes alırken zorlukla ellerimi cebime yerleştirip ilacımı aradım. Lanet ilaç yanımda değildi! öksürürken Doğan benimle beraber dizlerinin üzerine çöktü. Yeşil göz kriz geçirdiğimi anladığında cebinde tuttuğu ilacı Doğan'a verdi. Dudaklarımın arasına yerleştirdiği ilacı bir kaç kez sıkmıştı, derin nefes alıp havayı içime çektim. Dizine yatarken nefes almaya çalışıyordum. "Melek Önal, bir haftalık hücre cezan var. Bir hafta boyunca o hücrede kalacaksın. Hiç bir ihtiyacını gidermeyeceksin, günde bir öğün yemek alıp odana el koyulacak." Yeşil gözün net sesiyle sarı cadı şaşkınlıkla ona baktı. "O hile yaptı! Ne bekliyorsun, kazandı diye yenilgiyi kabullenmemi mi?" Yeşil göz ona ilerleyip tam önünde durdu. "İlk hile yapan sendin. İstersem seni sürgün bile ettirebilirim. Sakın kararlarımı sorgulama." Sert ve ürkünç çıkan sesiyle bende ürkmüştüm. Azad tepeme dikilirken bir elini belime diğerine bacaklarımın altına sararak beni kaldırdı. "O zamanda anlamıştım. Sen çok özel bir kızsın Viata Lidya Hazan." gözlerim yavaşça kapanırken Azad kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. "Duman." fısıltımla gülümsedi. "Efendim Lidya." Lidya ismimi kullanması gülümsememe neden oldu. "Sen hep bana özel olduğumu söylerdin ya?" sırıttı. "Evet, hala da öylesin." üsse girdiğimizde asansöre yöneldi. "Güçlerim olduğunu bildiğin için miydi? Yani o zaman anlamış mıydın?" sesini çıkarmadı. "Odana mı çıkarayım?" soğuk gelen sesiyle omuz silktim. "Dersimiz spor salonunda mı olacak?" başını hayır anlamında salladı. Kendimi iyi hissettiğim için derse girecektim. "Hayır, öğlen yemeği yiyeceksiniz. Oradan sonrası badine kalmış." asansör durduğunda yemekhane katında durmuştuk. Doğan tebessüm ederek badisine bakarken bana göz kırpmıştı. İştahım yoktu. Yeşil gözle sabah oturduğumuz masaya geçtim. Birden önüme koyulan tepsiyle afalladım. İçindeki vişneli çörekle çilekli sütle kaşlarım hayretle havalandı. yeşil göz kendi yemeğiyle karşıma otururken umursamaz şekilde yemeğine odaklıydı. "Ye şunları." bana kızacağını bildiğim için usulca onayladım. Zorlanarak yerken midemdeki kramp yememi engelliyordu. Yarıda kesip bıraktığımda bakışları otomatikman bana döndü. "Bakma bana öyle, yiyemiyorum. Midem sancıyor." çatılı kaşlarıyla karnımda duran ellerime bakıyordu. "İyi değilsin, betin benzin atmış odana git izinlisin." zorlukla kalkarak yemekhaneden çıktım. Merdivenlerden çıkmaya halim yoktu. Asansöre binip odamın bulunduğu katı tuşladım. Aynada kendime baktığımda yüzüm bembeyazdı. Beyaz bir tene sahiptim zaten, kapılar açıldığında boş koridordan geçerek odama girdim. Kendimi doğrudan yatağa atıp bacaklarımı karnıma kadar çektim. Ve bu acının bir an önce dinmesini diledim.Gözlerimi araladığımda hava karanlıktı. Oda kapkaranlıktı, karnımdaki sancı birden şiddetini arttırırken inledim. Karnımdaki acı tarif edilemezdi. Yatakta kıvranırken seslenmeye bile takatim kalmamıştı. Tam karşımdaki boylu boyuna duran aynaya baktığımda yüzümde yine o aciz duyguyu gördüm. "Hadi Viata, Lidya için neler yaptın sen. İyileşeceksin!" Zorlukla kendimi yatıştırmaya çalışırken aynada beliren korkunç yansımayla dondum. O adam vardı. Bana gülerek bakıyordu. O gece ruhumu öldüren adam, acizliğime gülen o adam yine acizliğime gülüyordu. Gerçekten buradaydı, bana doğru geliyordu, fakat koridordan gelen aciz çığlıkla aynaya koşarak aynaya ilerledi. Fakat yansıma hala duruyordu. Bana gülüyordu. O anlar gözümde canlandı.. "Dokunma! Yapma lütfen!" kısa bacaklarım onu tekmelemeye çalışıyordu. "İmdat!" boğaz yırtan çığlığım sokakta yankılanıyordu fakat üzerimdeki elleri asa inmiyordu. Devamı aklıma gelirken hıçkırmaya başladım. Sonra birden yansıma odaya girdi. O adam, gerilemeye çalışırken elleri kollarıma ulaştı. O günkü gibi. Tekmelemeye başladım. Aynı o gün yaptığım gibi. Acılı feryadım belki de tüm katlara ulaştı. "Viata!" kapıdan gelen endişeli ses Afra'ya aitti. Ellerim titriyor, dizlerim, bütün vücudum zangır zangır titriyordu. O ise üzerimdeki pelerini çıkarmış siyah tulumun üst kısmını açmıştı, yarım atletimle karşısında dururken utanç ve nefret bütün vücuduma yayılmıştı. Elleri bedenimde gezinirken onu itmeye çalışıyordum. Bağırıyordum, feryat ediyordum, ağlıyordum fakat hala bana dokunmaya çalışıyordu. Kapım zorlanıyordu fakat kilitliydi. Üzerimdeki beden doğrulup birden garip sesler çıkarmaya başladı. Nefesim kesilirken nefes almaya çalışıyordum. Yatağımın yanındaki dolaba ulaşmaya çalıştım. İlacım oradaydı. Öksürüyordum, nefes alamıyordum. Göğsüme giren sancıyla nefesimi çektikçe kalbim acıyordu. Boğuk çığlığım devam ederken bana doğru tekrar ilerledi fakat bana gelmesine izin vermeden sertçe tekme atmıştım. Nefesim kesilirken nefes almaya çalışıyor, hıçkırarak ağlıyordum. Tekrardan üzerime atladığında tulumu çekiştirmeye başladı. Kapı aniden açıldığında geriledi. Adeta gözleri öfkeyle parlayan Yeşil göz korkuyla bana bakıyordu. Arkasında Doğan ve Afra vardı. Adam tekrardan garip sesler çıkarıp birden Palyaçoya döndü. Simsiyah gözleri ve saçları vardı, üzerinde kanlı mavi bir tulum vardı. Büyük dişlerini bana saplamaya hazırlanmıştı fakat Yeşil Göz 'ün gönderdiği akımla geriledi. Bir dakika büyü mü yapmıştı o? Afra ilacıma uzanıp sıktığında bir kaç kez çekip derin nefes aldım. Hala zorlanıyordum. Hıçkırarak ağlamaya devam ederken Palyaço bana ilerleyip boğazımı sıkıca tuttu. Beni kendine sertçe çekerken Hızla büyük cama çıktı. Bedenim boşluktan sallanırken dudaklarımdan firar eden çığlık boş arazide yankılandı. Burası arka bahçeydi ve biz çok yüksekteydik. "Viata sakin ol! Ondan korkmadığını anlaması gerekiyor. O basit bir Palyaço." hızla nefes alırken korkuyla siyah gözlerine bakıyordum. Simsiyah gözleri vardı, korkmam onu sevindiriyordu. Koluna yapışıp kendimi yukarı çekip karnına sert bir tekme geçirdim. Bir an geri sendelesem de korkuluklara sıkıca tutundum. Kendimi yukarı çekip hızlıca içeri girdim. Birden şekil değiştirip yine en büyük kabusumun kılığına girerken kendime onun beni kandırmak isteyen bir palyaço olduğunu hatırlattım. Dişlerimi sıkarak ondan korkmamaya çalıştım. Bana saldırmak için yeltendiğinde içimden çıkan topla yere serildi. Saçlarım yükselirken kalbim sancıyordu. Bedenim kasılırken etraf apaydınlık olmuştu. Birden bütün oda ışığımla aydınlanırken Palyaço aynaya koşarak kaçtı, hemen ardından ayna kırıldı. Bedenim aynanın kırılmasıyla birlikte yere düşerken Yeşil Göz hemen tutmuştu bedenimi. Yorgunluk vücuduma hükmederken gözlerim ağır ağır kapandı. Korkumla yıllar sonra yüz yüze gelmiş, hatırlamıştım. Zorla sardığım o yara tekrar açılmıştı. O zamandan bu yana tek fark vardı; o zaman yaramı ben kendim sarmıştım fakat burada yaramı sarmaya hazır bir Yeşil göz vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Science-FictionHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...