Bölüm 47 İdam

787 71 5
                                    

"Herkes ateş vârisini korusun! Bu kız önemli." Kızlardan biri seslenirken şaşkınlıkla ona baktım, ben beni onlara atıp kendilerini kurtarırlar diye düşünürken onlar beni korumaları gerektiğini söylüyordu. Hepsi beni arkasına alırken İsyankarlar bir bir odaya daldı, son bir kez elimden geldiğince bir bariyer kurdum, dişlerimi sıkarak hepimizi bariyer içine alırken İsyankarlar bariyeri yumrukluyordu. Yüzlerce İsyankar bariyeri yumruklarken canım yanıyordu, güçlerimi olabildiğince aktif hale getirmeye çalışıyordum. Karnımdaki sızı yeni bir sancının haberciliğini yapıyordu.
İki büklüm olurken bir saniyeliğine gözlerimi onlardan çekmiştim. Önüme siper olan bedenler, kılıç çeken öğrenciler, ölümü umursamadan onlara kafa tutup beni korumaya çalışanlar. Canım yanmasaydı onlara yardım ederdim, hem canım yanıyor, hem de bitap düşmüştüm Zorlanarak doğrulurken göz göze geldiğim yaratıklar gözlerimin kocaman olmasına neden oldu, yerdeki cesetler korkulu bir çığlığa neden oldu. Gözlerim beni korumaya çalışan öğrencilerde gezindi. Hepsi bir ölüden ibaretti.
Dizlerimin üzerine düşerken sızlanmaya devam ediyordum. Üzerimdeki gölgeyle başımı kaldırdım, İsyankar ensemden kavrayıp beni kaldırdığında anlamıştım onun ne kadar büyük olduğunu. Benim on katım kadar büyüktü. Bir yandan ağlıyor, bir yandan ona nasıl karşılık vereceğimi düşünüyordum fakat o kadar yorgundum ki karşılık veremezdim.
Üsten kimse mi kalmamıştı bana yardım edecek? Yoksa biri onları engelliyor muydu?
Umarım bir an önce bana yardım ederler!
Normalde canım umurumda olmazken karnımdaki bebekten sonra canım elbette umurumdaydı.
Benim.
Ayaz'ın bir parçasıydı o bebek.
Yanağımı çizen pençelerle beni bırakırken yan bir şekilde düşmüştüm. Dudaklarımda daha fazla barınamayan çığlık büyük salonda yankı yaptı. Karnımdaki dehşet verici acı gözlerimin kocaman olmasına neden oldu, saçımda hissettiğim iri eller beni sürüklerken yeni bir çığlık bu üsse bininciye hediyem oldu.
Ölüyordum.
Beni değil, ruhumu öldürüyorlardı.
Bu acı, ah! Çok kötüydü, boynuma yerleşen eller beni kaldırdı, duvara yerleşen sırtımla beraber yaratıkla göz göze geldim, ellerim karnımı sararken saçlarım yüzüme dökülmüştü, boynumdan göğsüme inen pençelere göğsümden aşağı akan kan eşlik etti, o an fark etmiştim. Yüzümden, çenemden damlayan kanları. O an fark ettim, yine ölümle burun buruna geldiğimi. Yüzüme bağıran canavara attığım tekmeyle yere düştüm, hızla kalkarak çıkışa doğru koştum, beni tutmaya yeltenen İsyankârın belindeki büyük kılıcı saliseler içinde kavrayıp göğsüne sapladım, hızla geri çekerek koşarak spor salonundan çıktım. Üste kimse yoktu, etrafı saran İsyankarlar beni fark etmişti. Hızla merdivenlere yönelerek yukarı çıktım, yemekhaneye girerken  koşarak mutfağa girdim, kapıyı kapatıp saklanacak yer aradım. En azından biraz olsun dinlenebileceğim bir yer. Ekmek kesme makinasının ardına yerleşip soluklandım. Elimi karnıma koyup okşadım. "Sakin ol, kurtulacağız. Onlara asla izin vermeyeceğim, asla. Asla. Asla." Kendi kendime mırıldanırken bebeğimin beni hissetmesini diledim, en azından dövüşürken bana zorluk çıkarmazdı. Mutfak kapısı gürültüyle açılırken nefesimi tuttum.
Kafamı kaldırmaya korkarken bir adım sesi duymayı bekledim.
Önce bir hışırtı.
Ardından sert bir adım sesi.
Ve gürültü.
Bum!
İsyankar diye tahmin ettiğim şey mutfağı alt üst ederken tahminim kadarıyla beni arıyordu. Kapı tekrardan açılıp kapandığında derin nefes verdim. Gitmişti.
Yakamda hissettiğim iri elle o kadar büyük bir çığlık attım ki, sesimin yankı yaptığını fark ettim. Ensem soğuk metalle yüz yüze gelirken ürperti bedenimi sarmaladı, bıçak hızla parmaklarım arasından kayıp giderken bağırarak onu tekmelemeye çalıştım.
Hissettiğim hareketlilik ve makine sesi korkuyla gözlerimi aralamama neden oldu.
Bu psikopat şey beni doğrayacaktı! Korkuyla bağırırken kolumu önce koluna ardından boynuna çıkarak kendimi makineden uzaklaştırmaya çalıştım, ayaklarımı dizleriyle ezerken makinenin saçıma değdiğini hissettim. Başımı geriye yatırarak keskin bıçaklarla göz göze geldiğimde dişlerimi sıkarak dizine bir tekme savurup hızla onu altıma aldım, kafasını makineye yasladığım an makine onu bir diğer tarafa sürükledi.
Paramparça olan başıyla yüzümü buruşturdum.
Bu iğrençti.
Eğer biraz daha erken davranmasaydım sonum onun gibi olacaktı. Hıçkırarak ağlarken elimle yüzümü örttüm. Herkes gitmişti ve ben bu kadar yaratıkla tek başıma kalmıştım.
Yemekhaneden sessizce çıkarken kattaki büyük tuvalete girdim, erkek tuvaleti olması umurumda değildi. Kabinlerden birine girip kapıyı kapattım, kapıyı kilitleyip klozete oturdum. Bacaklarımı karnıma kadar çekip yüzümü dizlerimin arasına gömdüm.
Herkes neredeydi? Doğan, hiç bir yere portal açılamadığını söylemişti. Herkes ölmüş müydü? Spor salonunda yaklaşık kırk tane ceset vardı, geri kalanlar neredeydi? Hepsini en son merdivenlerde bırakmıştım lakin orada yoktular.
Kaçmış mıydılar? Beni almadan gitmiş olamazdılar, Doğan ve Kıvanç buna asla müsaade etmezdi.
Belki de beni de o kalabalığın içinde zannediyordular?
Neden olmasın?
Ah! Aptal kafam.
Portal açacak herhangi bir kalemim yoktu. Yukarı çıkmaya çalışsaydım bu sefer gerçekten ölürdüm çünkü onlar çok kalabalıktı.
Normal şartlarda hepsini basit bir şekilde alt edebilirdim lakin karnımdaki minik beni çok zayıf düşürüyordu.
Onlar beni bulana kadar saklanmam gerekiyordu. Beni bulmak zorundalardı çünkü ben mühürüm! Evrenin anahtarı, ölümü ve yaşamı isteğine bağlı kontrol edebilen tek kişiydim.
Mühür bendim fakat ne yapacağımı bilmiyordum çünkü bu bir ilkti. Yani sanırım.
Böyle bir olay veya bu olayla ilgili herhangi bir teori illa ki olmalıydı.
Kendine gel Viata! Şuan düşünmen gereken en önemli şey elbette buradan nasıl kurtulacağın?
Kasıklarım ağrımaya başladığında kaşlarımı çattım, çünkü bir ıslaklık hissediyordum, altıma baktığımda üzerimden akan kan beni dehşete düşürdü.
Bebeğimi kaybediyordum!
Ayaz Pars Varis...
"Herkes hazır mı?"
"Başlayacağım hazırlığınıza! Viata, orada tek başına. Ya başına bir şey geldiyse! Ah, hadi!" Diye bağırdım. Portaldan ilk içeri giren ben olmuştum, doğrudan spor salonundaydık, kapıdaki İsyankarlar bizi fark ettiğinde hızla elimi kaldırdım, onları içine alan su damlası büyük bir hızla kendini yere bıraktı. Hepsi Yok olurken kemiklerim sızlamaya devam ediyordu.
Yerdeki cesetler arasında korkuyla sevgilimi aradım.
Lakin bulamadım.
Bulamadığıma sevinse miydim hiç bir fikrim yoktu lakin onun cansız bedenini görememek mutlu olmama neden olmuştu. Atalan ve diğerleri önden ilerlerken hepimiz toz toprak içerisindeydik. Günler sonra bir portal açılmış, bizi içeri almışlardı. Diana kendinden geçtiği için onu sağlık çadırlarına kadar taşımak zorunda kalmıştım.
Üs herkesi büyük bir hanın içine toplamıştı. Doğan ve Kıvanç'a sorduğum ilk soru elbette ki o olmuştu fakat onlar da onu bulamadıklarını söylemişti. Badilerden biri onu en son spor salonuna girerken gördüğünü söylediğinde hızla buraya yeni bir portal açmıştık. Merdivenler ve koridor kanla doluyken yerdeki cesetler yumruğumu sıkmama neden oluyordu. Bütün cesetlerin arasında eğilerek onu arıyor bulamamak için ümit ediyordum.
Onu bulmak istiyordum ama bu şekilde değil.
Böyle değil!
Üst kata çıkarken yemekhane katına girmiştik, ekip her bir yana dağılmış onu arıyordu. Yemekhane kapısından sızan kan, kan çanağı olmuş gözlerimi kocaman açmama neden oldu. Koşarak içeri girdiğimde ekmek kesme makinasının üzerinde parçalanmış olan İsyankar cesedi hoş bir görüntü sağlıyordu fakat makinenin giriş kısmındaki saç oraya adımlamama neden oldu. Saç tutamını aldığımda öfkeyle gözlerim parladı.
Onun saçıydı.
"Viata, durumu değiştirmiş. Paramparça o olacakken altına almış onu. Baksana yerde minik el izleri var. Onu itip yere düşmüş. Kan izleri taze. Yarım saat kadar önce olmuş. Yaşıyor olabilir, tabi son anda karşısına biri çıkmasıysa." Atalan mırıldanırken gözlerimi ona çevirdim. Viata ona karşılık vermeseydi veya o an eli boşluğa gelseydin, en ufak bir boş anda paramparça olabilirdi.
Onu kaybedebilirdim.
"Pars burada da kan var!" Ardil'in sesiyle hızla yemekhaneden çıkıp kattaki tuvalete girdim, kabinden dışarı akan kanla kapıya asıldım fakat kilitliydi. Havaya yaptığım anahtar deseniyle kapı açılırken bir eli zarifçe boşluğa düşmüş olan, üzeri kan dolu olan sevgilimi gördüm.
Ve o an ilk yaşımı döktüm.
Hayatım boyunca bir çok şeye maruz kalmıştım. Şiddet görmüştüm, ölümden dönmüştüm, annemi kaybetmiştim fakat hiç birinde tek göz yaşı dökmemiştim.
En son o yine saldırıya uğradığında ağlamıştım.
Ve yine aylar sonra ağlıyorum.
Kıpırdamaya cesaretim yokken Atalan'ın küfrü kulağıma ilişti.
"Siktir!"
"Abi,"Ardil mırıldanırken ona doğru bir adım attım, elim nabzına gittiğinde parmağımın altında hızla atan bir kalp hissettim. Şaşkınlık nidasıyla hala yaşamaya çalışan bedenine baktım. "Pars! Kız düşük yapıyor! Görmüyor musun, kan nereden geliyor?!" Ardil seslenirken hızla ona doğru eğilerek kucağıma aldım, baygın olmasına rağmen adeta çığlık attı.
Canı yanıyordu!
Atalan'ın çoktan açmış olduğu portala girdiğimi an hanın oradaydık. Sağlık çadırına ilerleyip beyaz çadırın içine girdim. Sedyelerden birine yatırırken Ardil hemşireye sesleniyordu. "Pars efendim, sizi dışarı alalım lütfen!"
"Burada kalmak istiyorum!"
"Bakın, acil müdahale gerekiyor, kendisi düşük yapıyor. Bunu siz buradayken yapamayız." Atalan ve Ardil beni tutup dışarı sürüklediğinde yere çöktüm, ellerimi başımın arasına aldım. Onu kaybediyordum, hem onu hem de hayalini kurduğumuz bebeğimizi.
Nasıl onu fark etmeden o portaldan içeri girerler? Nasıl onu tek başına bırakırlar, ayağa fırlayıp Doğan ve Kıvanç'a ilerledim, ikisinin de gözleri bana çevrildi. "Onu nasıl tek başına bırakırsınız?! Onu size emanet etmiştim!" Doğan öfkeyle güldü.
"Evet, onu sen Devran denen it oğlu itine sor! Adi şerefsiz önce Viata'yı zindana attı, sonra da onu almadan portaldan bizi geçirip kalemi kırdı."
Devran onu zindana mı attı?
Delireceğim!
"Ayaz! O nerede?! Ayaz! AYAZ!" Boğaz yırtan çığlıkla çadıra daldım, hemşirelerin zapt etmeye çalıştığı inatçı sevgilim elini iç güdüsel olarak karnına koymuş bağırıyordu. "Viata!" Gözleri bana çevrilirken ayağa kalkmaya çalıştı hemşire onu tutarken kolunu sinirle çekti. Yanına vardığımda kollarını bana sardı, sıkıca ona sarılırken kokusunu içime çektim. Hıçkırmaya başladığında göz yaşlarını hissediyordum. "Ayaz, çok... Çok korktum. Onu... Onu kaybediyordum!" Ağlamaya devam ederken ellerini karnına bastırdı, başını göğsüme koydu. Saçına buse kondurdum, defalarca.
*****
"Başka?"
"Odası kahve rengi olsun. Açık kahve ama, kızda olsa erkekte olsa uyar zaten. Değil mi?"
"Evet güzelim." Onu onaylarken ellerimi tutup karnına koydu. İkimizde karnını okşarken ikimiz de hala sedyedeydik. Başını göğsüme yaslamış sırtımı sedyeye yaslamıştım.
"Umarım erkek olur. Sana benzer. Ya da kız olsun. Bilmiyorum, senin parçan olsun, yeter."
Diyerek saçmalamaya devam etti, kendi kendi konuşmaya devam ederken kısa süre sonra uykuya daldı, saçlarını okşayıp başına buse kondurdum. Atalan çadırın başında belirirken içeri girdi, gözleri Viata'ya düştü. Ardından bana çevirdi. "İyisiniz?"
"İyiyiz, hemşireler stresten ve aldığı darbelerden olduğunu söyledi. Erken bulmuşuz, biraz daha geç kalsaydım," gözlerimi Viata'ya çevirdim. "İkisini de kaybedebilirdim." Mırıltımla gözlerimin dolduğunu hissettim. Ben daha onu koruyamazken karnında bebeğimiz vardı, onu nasıl koruyacaktım? İkisine nasıl kalkan olacaktım. Atalan bana şok içinde bakarken emin olmak için eğilip yüzüme baktı, "Se...sen ağlıyor musun?!" Homurdandım. "Kes sesini." İkimizde bir süre sustuk, tek dinlediğimiz şey Viata'nın nefes alış veriş sesiydi. "Nasıl yapacağım Atalan? Onları nasıl koruyacağım? Baksana daha Viata'yı koruyamıyorum, sekiz ay sonra bebek doğacak. Gidecek yerim yok, onun güvenli olduğu hiç bir yer yok. Yanım desen? Yanım daha tehlikeli!" Sinirden ellerim titrerken Viata'nın üzerinden çekip yüzüme yerleştirdim, Atalan sakin bir şekilde beklemeye devam etti. "Saraya gidin. Bir süre orada kalın, Viata iyileşince dünyaya geçersin. İnsanların arasına. Kim ulaşabilir size?" Dünyaya, insanların arasına girmek bizi bir nebze güvende tutardı. Çadıra adeta dalan Aybar'la Atalan küfür savurdu. "Gerizekalı mısın? Kız uyuyor, aptal!"
"Sesini kes! Viata'yı buradan götürmeniz gerekiyor, acilen!" Kaşlarım çatıldı, telaşıyla gözlerimi ona çevirdim, doğrudan bana bakıyordu. "Ne oldu?"
"Solyetluna birliği onun mühür olduğunu öğrenmiş, onun hakkında idam kararı çıkartmışlar! Onu öldürecekler." Korkuyla Atalan'a baktım, böyle bir şey nasıl mümkün olurdu?  "Pars, kaç!" Viata'yı kaldırırken ayağa kalktım, Viata'yı kucağıma alıp Aybar'ın portal açmasını bekledim. Aybar portal açıp bana döndü, "Saraya git, nereye gitsen seni bulurlar ama saraya gidersen onlara engel olabilirsin. Hera'ya haber gönder, diğer bütün krallıklara haber gönder. Eminim bize destek olacaklardır." Başımla onu onaylayıp portaldan içeri girdim.
"Ayaz?" Viata'nın uykulu sesiyle gözlerimi ona çevirdim, gözleri kapalıydı, başını oynatmaya çalıştı. Yapamayınca başı tekrardan göğsüme düştü. Sarayın kapıları açılırken hızla içeri girdim. Baş muhafız beni büyük salona yönlendirirken Viata'yla ilgili sorular sorup duruyordu. Ona cevap vermeden salona daldığımda masada oturan hava, toprak kralı ve babamla göz göze geldim. Hepsi şaşkınlıkla bize bakarken muhafıza döndüm. "Girişleri kapatın, Solyetluna'dan bir kişi dahi alınmayacak. Saray çevresine ve köylere muhafızları dikin." Beni onaylarken sorgusuz sualsiz salondan çıktı. "Pars ne oluyor, Viata'ya ne oldu?" Abimin sorusuyla gözlerimi kırparak anlatacağımı belirttim, salondan çıkarak merdivenlere yöneldim, Viata'yı sarsmadan yatırmam gerekiyordu. Odama çıkarıp onu yatağıma bıraktım, hızlı adımlarla aşağı inip salona girdim. Hepsi ayaklanmış beni bekliyordu. "Solyetluna birliği Viata hakkında idam kararı çıkartmış. Onu arıyorlar." Hepsi şok içinde bana baktı, bu karar fazlasıyla gereksiz bir karardı. "Viata mühür. Mühür Viata'nın kalbinde, onlarda bunu öğrenmiş. Muhtemelen mührü kullanacağını düşündükleri için onu öldürmek istiyorlar." Dişlerimi sıkarak konuşurken sinirden kasıldığımı hissediyordum. Bedenim kaskatı kesilmişti. Masaya yerleşmemle hepsi oturdu, yüzümü ellerimin arasına alıp yorgunca ovaladım. "Viata eskisi kadar güçlü de değil. Bir süre burada kalacağız. Tabii sorun olmazsa?" Diyerek babama döndüm. Normalde sormazdım ama babamla arama öyle bir mesafe koymuştum ki beni sarayda isteyip istemeyeceğini kestiremiyordum. "Saçmalama Pars. Elbette kalacaksın."
Derin nefes alıp gözlerimi ona çevirdim, " Ve bir sorun daha?" Noron şaşkınlıkla bana baktı. "Daha ne var?" Sorusuna gülmek istedim, belalar başımızdan eksik olmuyordu ki. "Viata hamile."
"NE?!" Şaşkınlık nidaları odada yankılanırken tepkisini ölçmek için pür dikkat babama baktım. Beni işaret ediyordu, bebek elbette bendendi! Başımı onaylarcasına salladığımda gizlemeye çalıştığı gülümsemesini esirgemedi. "Sizin bir bebeğiniz mi olacak? Pars, bu... Bu çok güzel bir haber!"
Evet baba çok güzel bir şey ama tadını çıkarmama bile izin vermiyorlar.
Düğün yapma konusu bir süre masada dolaştı, bu işe onların karışmamasını söyleyip konuyu kapatmıştım. Viata'yla ikimiz düğün istemiyorduk, abartıya, gereksiz insanlara gerek görmüyorduk.
Babamı yok sayma şansım yoktu ama nikahı muhtemelen dünyada kıyar, burada da parti tarzı bir şey düzenlenirdi.
Ve bizde birlikteliğimizi herkese duyurmuş oluruz ama bunun için Solyetluna birliğini durdurmalıydık.
Bu idam kararını yerle bir etmeliydik.

Bitti...
Bu bölümde diyecek pek bir şeyim yok, bana kızıyorsunuz, bunlar ne zaman gülecek.
Ne zaman rahatlayacak diye.
Merak etmeyin güzel günler bizi bekliyor.
Kötü günler mazide kalacak.
Sizi seviyorum başka bölümlerde görüşmek üzere<333333

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin