Ayaz Pars Varis...
19. Günüm sevgilim.
Sen olmadan aldığım nefesin bana haram olduğu günlerin 19. günü.
Bilir misin sensizlik ne demek? Anlar mısın?
Kokuna hasret kalmak, kokunu özlemek ne demek bilir misin sevgili?
Bilirsin, çünkü sende bensiz 19. gününe girdin.
****
"Pars!" Diana bağırırken arkamı döndüm, arkamda duran vampir dişlerini bana geçirmek için hazırlanmıştı, taki ben elimdeki kılıcı boynuna saplayana dek.
Solyetluna'nın yıkık dökük şehri olan Vaveyla'dayız. Buraya bu ismi vermelerinin nedeni halka çektirdikleri acıydı, bu şehir çığlık ve haykırış haricî bir şey duymamıştı. Ne bir rahat nefes ne de bir gülme sesi. Duvarlar bir tebessüm bile görmemişti. Patlayan arabalar, camları aşağı inen dükkanlar, yıkılan evler, içlerinde vampir dolu olan yüksek, camlı binalar.
Şimdi ise harabe bir hastanenin en üst katında saklanıyorduk. Hepimiz kan ter içindeydik, tebeşirlerimizi kaybetmiştik, Diana sancı çekip duruyordu, Ardil yaralanmıştı, Aybar hepimizi tedavi etmek için bütün enerjisini kullanmıştı.
Kısacası bitik durumdaydık.
İsyankarları bırakın vampirlere karşı çıkacak gücümüz kalmamıştı.
"Daha ne kadar burada kalacağız?" Diana'nın ağlayarak sorduğu soruyla öfkeli gözlerimi etrafta gezdirdim, ben nasıl bu kadar güçsüzdüm? Aslında güçsüz değildim, onları korumam gerekiyordu. Atak yapmak için kalksam biri onlara saldıracaktı, hiç biri karşı koyacak durumda değildi. Çantamda duran yemekte göz gezdirdim. Hala acıkmamıştım. Diana bir eli karnında tozlu yüzüyle duvara yaslanmıştı, gözleri yorgunluktan kapanıp duruyordu. Onlar benim aksime bütün yemeklerini yemiş, besin ihtiyaçlarını çoktan tüketmişti.
"Diana, yanıma gel." Diana önce yanında uyuyan Azad'a ardından bana baktı, yavaş adımlarla yanıma ulaştığında belinden kavrayıp yanıma çektim. Çantamda duran sandviçi ona uzattığımda başını olumsuz anlamda salladı. "Pars, bir tek sen sağlam kaldın. Senin yemeğini alamam, lazım olacak." Kızıl saçları kirden kopkoyu olmuştu, saçlarını okşayıp sandviçi eline tutuşturdum. "Onu ye, bebeğin için." Gülümsedi. Başıyla onaylayarak yemeye başladığında rahat nefes aldım, Diana'yı Azad'tan önce tanıyordum. Tek fark o yaşlı bir kadının başında nöbet tutarak para kazanıyordu, para kazandı dediğime bakmayın, verdikleri aylık parayla bir ekmek bile alınmazdı. Onu o harabe evde bulduğumda açlıktan ölmek üzereydi, onu kendi evime taşımış ona yemek vermiştim. Ona her ne kadar benim evimde kalabileceğini söylesem de kabul etmemişti, o kazandığı parayı bana veriyor, bende kendi paramı üzerine ekleyerek bize olabildiğince yemek alıyordum.
Sefalet içindeydik.
Sandviçin poşetini yere atıp başını göğsüme koydu. "Çok yoruldum." Titreyen sesiyle ağladığını anlamıştım, yüzümde mimik oynamazken başını kaldırdım, yüz yüze geldiğimizde yerde olan gözlerini bana çevirdi. "Kurtulacağız, sadece sizin tamamen güvende olduğunu bildiğim bir yere götürmem gerekiyor." Başıyla onayladı, bu sefer başını omzuma yasladı, gözleri kapanırken uykuya daldı. Onu gördükçe aklıma Viata geliyordu. O nasıldı? Şuan delirip bana sövdüğüne eminim, deli kızım onu getirmediğim için bana çok kızgın. Ama iyi ki de getirmemişim.
Diana'nın gelmesi bile hataydı ama olan olmuştu. Etrafta göz gezdirdiğimde şafak yeni çöküyordu. Vampirler inlerine çekilirken Diana'yı üzerimden çekip ayağa kalktım. Atalan ve Ardil bana döndüğünde dışarıyı gösterdim. Beklemeleri için de dur işareti yapıp kılıcımla birlikte çıktım. Dışarısı adeta bir hurdalık gibiydi, İsyankarların inine saldırmıştık lakin bir çoğu kaçmıştı. Bu iyi değildi, diğer bütün İsyankârlara haber gidecekti, neredeyse bütün şehri gezmiştim ama kimse yoktu, şuana dek belkide on defa saldırıya uğramış olmam gerekiyordu lakin şehir bomboştu. Şok ve dehşet içinde ekibin yanına döndüm, hepsi uyanmış merakla bana bakıyordu.
"Şehirde kimse kalmamış!"
Viata Lidya Hazan...
"Tık."
"Tık."
"Tık."
"Tık." Gözlerim korkuyla aralanırken odamın kapısındaki silüet dikkatimi çekti, hırıltılı bir nefes ve damla sesleri korkumu ikiye katlarken onun adını sayıkladım. "Ayaz?" Ses yoktu, hırıltılı nefes devam etti, ardından bir çığlık.
İkinci çığlık.
Üçüncü çığlık.
Ve duyduğum haykırış sesi.
"İsyankarlar burada!"
Karnıma giren sızı bana kötü bir şey olduğunu, hiç bir şeyin yolunda olmadığını haykırırken bir şey o haykırışa tıpa oldu.
Belki de ecel.
Vahşetin sesleri kulağıma ilişirken odama yansıyan ışık doğrudan onun yüzüne vurdu. Kahve tene sahip, yanmış yüzü olan o yaratığa.
O belki de bir insandı.
Ama onu bu hale getiren neydi?
Sanki beni duymuş gibi cevap verdi. "Bizi bu hale sen ve soyun getirdin." Hırıltılı ve ürkünç sese kulak asmadım, şaşkınlığım zırh gibi bana sarılırken merakım kalkan gibi dikildi. "Nasıl?" Dudaklarım sadece bu soruya yer edinmişti.
O kadar korkuyordum ki soru sormaya, hatta yataktan kalkmaya takatim yoktu.
"İsyan ettik! Sizin kurallarınıza uymak istemedik! Önce Hera ateşe verdi bizi, öldürmedi! Acı çekmemizi istedi! Bizi haftalarca yaktı! Sürgün etti! Ateş Krallığı getirdi bizi bu hale! İsyankarlar hepinizin, özellikle de soyu ateş olanın eceli olacak!"
"Eceliniz olmak için geldik ateş vârisi!"
Adeta çığlık atarak uyanırken nefes nefeseydim, terden saçlarım yüzüme yapışmıştı, derin nefesler alırken elimi saçlarıma daldırdım.
On dokuzuncu günün gecesine böyle veda etmiştim.
Merhaba yirminci günün sabahı.
Bugün nasıl yapacaksın canımı?
Gördüğüm kabus soğuk bir rüzgar gibi bütün bedenimi esir yaptı, hem kasvet hem de korku salan odamdan zorlanarak üzerimi bile değiştirmeden çıktım.
Doğan ve Kıvanç odadan çıkarken beni görmüş olmalılar ki kaşları çatıldı, hızlı adımlarla yanıma geldiklerinde Doğan'ın kolları kollarımı sarmaladı. "Viata, ne bu halin?"
"Kabus gördüm." Diye mırıldandım. Doğan saçlarımı okşayarak bana sarıldı. Kıvanç bana gülümserken göz kırptı. "Sadece kabus. İstersen odana git bir duş alıp üzerini değiştir. Ter içinde kalmışsın, hasta olursun." Başımla onu onaylayarak odama girdim, dolabımdan kendime bir kazak ve eşofman çıkardım. Güzel haber! Betty, hamile olduğumu öğrendikten sonra dolabıma eşofman koymuştu.
Sıcak suyu ayarlayarak hızlı bir duş aldım, saçlarıma şampuan dökerken aklıma Ayaz geldi.
"Şampuan olarak Mentollü şampuan kullanıyorsun ama yine de kokunu bastıramıyor. Hala tarçın ve vanilya kokuyorsun."
"İyi de benim kokumda tarçın yok ki?" "Tarçın huzur kokar, sende huzur gibi kokuyorsun."
Kokumda tarçın olduğunu o gün öğrenmiştim.
Saçlarımı iyice durulayıp duştan bornozuma sarılarak çıktım, ayırdığım iç çamaşırlarını ve kıyafetlerimi hızla giyinip saçlarımı kurutup odadan çıktım. Doğan ve Kıvanç bıraktığım yerdeydi. Yanlarına ilerlediğimde ikisinin konuşmaları kulağıma ilişti.
"Kehanetler yoruyor beni, ekip yirmi gündür ortada yok, üstüne bir de bu kehanet?"
"Olamaz mı? Belki de Pars ve ekibi orada kalmıştır, İsyankarlarda onlar yüzünden buraya saldıracaktır? Konu bizim ekip, bizim ekibin hiç bir yenilgisini gördün mü? Bu kadarı fazla, İsyankarlar belki de buraya saldırmak için saklanıyordur, ekipte onları henüz bulamadığı için geri dönmemiştir? Bir an önce onlarla iletişime geçmemiz gerekiyor." İşittiklerimle adeta beynimden vurulmuşa dönerken gördüğüm kabusun gerçeklik payı gözlerimin bir anlığına kararmasına neden oldu. Karnıma giren sancıyla bu gerçeği bebeğimin de kaldıramadığını anladım. Dudaklarım arasından çıkan inleme doğrudan o ikisine ulaşmış olmalı ki bana döndü, ellerim karnımda bağırmamak için zor dururken bebeğim beni daha çok zora sokuyordu.
"Sakin ol anneciğim, baba iyi. Hadi, zorluk çıkarma bana!" Kendi kendime mırıldanırken zorlukla nefes alıyordum.
"Viata!" Kıvanç hızla yanıma ulaşırken ne yapacağını bilemiyordu, sağ elim karnımdayken sol elimi kaldırıp dur işareti yaptım. "Geçiyor, sadece müsaade edin." Derin nefesin ardından sancım şiddetini bir nebze olsun azaltırken doğruldum. "İyiyim. Sadece, Devran'ın yanına çıkalım."
"Sen bizi duydun mu?"
"Elbette!"
****
"Çıldıracağım! Ne demek onlarla iletişime geçemiyoruz? Ya onlar üssün en iyi ekibi! Ne demek bilmiyoruz? Siz göreve yolladıklarınızdan haber alamayınca bırakıyor musunuz?"
"Bana sesini yükseltme! Ben Pars değilim!" Bana bağırdığında üzerine yürüyüp onu ittim.
"Öyle mi? Sen kimsin ki o olacaksın?! Sen onun tırnağı bile olamazsın! Ya o ekibi buraya getirin, ya da ben bu üssü yakayım!" Adeta çığlık çığlığa bağırırken kapı açıldı, içeri dehşetle giren Doğan bana döndü. İkisi aşağı katta bekliyordu, muhtemelen sesimi duyup yukarı çıkmışlardı.
"Kızım üssü inletiyorsun, sakin ol."
"Viata, bizde haber bekliyoruz. Hiç birinden haber alamıyoruz, biraz daha sabret-"
"Şaka yapıyorsun! Benim hiç aklıma gelmedi! Neyi bekleyeceğim ben ya, neyi? Ekibin ölülerini mi! Devran eğer onlar sağ bir şekilde buraya dönmesin, bu üssü yakmazsam en adiyim!" Adeta gürlerken odadan çıkıp kapıyı sertçe kapattım, kapı sesi bütün katta yankılanırken bir çok kişinin bakışları bana çevrildi. "Dönün önünüze!" Gürlerken merdivenlere ilerleyip aşağı indim. Şehre mi inmeliydim? İnsem bile onları bulamazdım ki.
Hem Doğan'ın gördüğü kehanete göre hem de benim gördüğüm rüyaya göre İsyankarlar buraya saldıracaktı.
Onlar güvendeydi belki de?
Kötü bir şey olsaydı illa ki haberi gelirdi.
Ellerimi saçlarıma daldırıp gergince çekiştirdim. "Viata!" Doğan hızlı adımlarla bana yetişirken yüzünde endişe vardı.
"Devran dünyaya ekip yollayacağını söyledi. Belki onları öl-" kaşlarımı çattım, hayır hayır! Öyle bir şey yoktu, olamazdı, olmayacaktı.
"Neden dünyada olsun Doğan? Eğer, eğeri falan yok, onlara bir şey olmuş olsaydı haberi gelirdi şimdiye kadar!" Sinirle bağırırken delirecek gibiydim, göz yaşlarım idam mahkumu, kirpiklerimde boynuna asılan ipti. Göz yaşlarım ölü bir beden gibi ipten koparken, kirpiklerim arasından düşerken yanağıma süzüldü.
Bu bir intihardı.
Zorlanarak nefes alırken elim boğazıma gitti, nefes alma ihtiyacı dört bir yanımı sardı, telaşlı adımlarla kattaki balkona çıktım. Doğan yanıma gelmek yerine beni yanlız bırakmayı tercih etmişti.
Elim karnıma gitti, eğer Ayaz'ı kaybedersem o diye bir şey olmayacaktı.
O ölürse ne ben, ne de karnımdaki kalır.
Onu hemen gözden çıkarmıyordum lakin ben kendim iki ayağımın üzerinde destek almadan duramazken, o olmadan duramazken yürüme bilmeyen bir bebeğe yürümeyi öğretemezdim. Onu bu dünyaya getirmek onu cehennemin ortasına koymak kadar kötüydü.
Ben bunu masum bir bebeğe yapamazdım!
Onu çok istiyordum.
Lakin Ayaz olmadan ben anne olamazdım!
Trabzanları saran parmaklarım sıkı sıkı tutunurken omuzlarım hıçkırıklarımın ritmiyle sarsılıyordu.
Sakinleş, o iyi olacak ve geri dönecek. Elimi karnımda gezdirip karnımı okşadım. Sakin ol anneciğim, baba gelecek ve bana kızacak. Seni üzdüğüm için.
Derin nefes alıp düşüncelerimin beni yormak harici bir şey yapmadığını farkına varmıştım.
O gün yine kabus gibiydi, Kıvanç bebeğim ve benim sağlığım için yemek yememi söyleyip zorla yemek yedirmiş, ardından odama kadar eşlik edip beni yatırmıştı, tabi ben uyuyana kadar başımda durmuştu.
Yine zehir gibi bir günü ardımda bırakmış, onun yokluğu ve yastığının soğukluğuyla yüz yüze gelmiştim.
****
"Daha yiyemem." Kıvanç anlayışla beni onaylarken Devran ve bir kaç muhafız yemekhane kapısında belirmişti. Hepsinin gözleri benim üzerimdeydi kaşlarım çatılırken Ayaz'la ilgili bir haber geldiğini anlamıştım. Yemekhanedeki bütün badiler şaşkınlıkla ona dönerken ayaklandım. Devran'ın buraya gelmesi elbette normal değildi. Yanına ulaştığımda yüzündeki sıkıntı kalbimin hızla atmasına neden oldu.
"Dünyaya giden ekip bir ormana girmiş. Ve altı tane ceset bulmuş. Kimlikler henüz tanımamış, iki kız dört erkek cesedi. Ve ekip bize ait..." Dona kalırken bedenim kaskatı kesildi. Ardından kahkaha attım, geri adımlarken herkes pür dikkat bizi izliyordu. Yemekhanedeki herkes bana bakıyor, sessizce beni izliyordu.
"Biliyorum, senin için kötü bir haber. Elimizden bir şey gelemezdi-"
"Tabi canım! Elinizden bir şey gelemezdi, değil mi?" Ellerimi havaya kaldırdım.
Ateş, varisin sana emrediyor. Benim yüreğimdeki yangını buraya taşı, taşı ki onlar anlasın.
Etraf birden alev alırken hepsi bana atak yapmak için atıldı ama ateş onların üzerine püskürdü. Kahkaha atarken sinirden kaskatıydım, onların sorumsuzluğu yüzünden ben belki de sevdiğim herkesi kaybetmiştim.
Onları yak! Onların da yüreklerine ateş düşür, aynı onların bana yaptığı gibi!
"Durdur şunu!" Devran bağırırken delirmiş gibiydim, hem gülüyor, hem ağlıyordum.
"Bak Devran! Burayı benim yüreğime çeviriyorum, yaktığınız yüreğime!" Diye bağırdım. Öyle bir çığlık attım ki, ateş şiddetini arttırdı. Etrafımı saran ateş kimsenin bana yaklaşmasına izin vermiyordu. "Viata! Yapma! Onlar değil, cesetler onlara ait değil!" Doğan'ın arkadan gelen sesiyle dondum, ateş birden dinerken elimi havaya kaldırıp ateşin verdiği bütün hasarı içime çektim, gözlerim bir anlığına kararırken Devran beni tutmuştu, o da benim gibi şok olmuştu. "Onlarla iletişime geçtim! Yaşıyorlar, hepsi yaşıyor." Hıçkırarak ağlarken dizlerimin üzerine çöktüm.
"Viata Lidya Hazan, üsse verdiğin zarardan dolayı sana hücre cezası veriyorum." Muhafızlar kolumu sararken gözlerim tamamen kararmıştı.
Kendimi oraya, beni hücreye götüren muhafızların kolları arasına bırakmıştım.
Yaklaşık yarım saat sonra gözlerimi zindanda açmıştım.
Doğan ve Kıvanç yanıma gelmiş buradan çıkacağıma dair sözler vererek kaybolmuştu. Doğan cesetlerin bu üsten ama bizim olmayan bir ekibe ait olduğunu söylediğinde sevinmiştim. Zindanda durmak şuan gram umurumda değildi.
"Viata." Devran kapıda belirirken bulunduğum yerin önüne geldi. Kilidi açtığında yüzünde öfke vardı. "Özür dile."
"Anlamadım?" Kaşlarımı çatarak sorduğum soruyla yüzünde bariz alay vardı. "Özür dile dedim! Açtığın hasar için, herkese yaşattığın korku için! Hatta, seni affetmem için..." Adeta sırıttı. İçeri girdi, ardından kapıyı kapattığında yumruğumu sıkarak ona baktım, kabahat işleyip birde benden özür mü bekliyordu? Ah, ben buna anca gülerim!
"Önümde diz çök, ve öp." Diyerek ayakkabılarını gösterdi, ona ciddi misin bakışı atıp önünde durdum. Sertçe erkekliğine tekme atmamla afallayarak zindanın demir parmaklıklarına tutundu. "Buradan siktirip gitmen için bir dakikan var. Ya git, ya da ben o güvendiğin erkekliğini sana öptüreceğim!" Diye adeta gürlerken gürültü koptu, yer sarsılırken gelen çığlıklar ve bağırışlarla kaşlarımın tekrardan çatılmasına neden oldu. Duvara tutunurken büyük bir gürültü daha koptu ardından gelen yaratık sesiyle gözlerim kocaman oldu. İçeri dalan Kıvanç koşarak yanıma geliyordu. Devran'ı es geçip kolumu tuttu.
"İsyankarlar, hepsi burada ve seni istiyorlar!"
"Onu neden istiyorlar?" Diye sordu Devran, neden isteyebilirler? Elbette mühür için!
"Mühür için, Viata mühür bilmiyor musun?!" Diye Kıvanç öfkeyle sorduğunda Devran şok içinde bana baktı. "Portal açamıyoruz, seni üssün dışına çıkarmamız gerekiyor." Kıvanç beni çekiştirirken Devran'ı ardımızda bırakarak üst kata çıktık, merdivenlerden aşağı inen öğrenciler, onları yönlendiren badiler ve... Büyük portaldan içeri giren İsyankarlar. Aynı rüyamdaki gibiydiler, yanık, buruş buruş yüzleri, kahve teni.
Ellerindeki kılıçları savururken bize doğru gelen bıçakları engellemek için kolumu kalkan olacak şekilde kaldırdım. Bizi saran bariyere gelen bıçakları bir bir yere düşerken hızla bariyeri onların üzerine ittim. Güçlerini kullanırken hala zorluk çekiyordum ve eskisi kadar güçlü değildim çünkü gücümü emen bir bebeğim vardı. "Viata! Geride kalman gerekiyor." Doğan ve Kıvanç öğrencileri indirirken diğer tarafta, spor salonunun kapısında duran öğrenciler çaresizlik içinde bize, çıkış kapısına bakıyordu, bariyeri oluşturarak koşarak yanlarına ilerledim, onları da bariyer içine aldığımda ateşten yardım dilendim. Ateş doğrudan bize saldıran İsyankârlara ilerlerken gücüm onlara işlemedi. Ah, onların ateşe bağışıklığı vardı. Portaldan geçen bütün İsyankârların hedefi ben olmuştum. Kurduğum bariyer bir bir tekmelenirken arkamdaki öğrencilere seslendim. "Salona girip içindeki bütün malzemeleri taşıyın, ben içeri girdiğim an kapıları onlarla örteceğiz!" Hepsi spor salonuna girdi, son kez bariyerle onları itip salona daldım, kapıyı sertçe kapatırken kapı anında yumruklanmaya başladı, bir kaç öğrencinin yardımıyla kapıyı tutarken diğerleri kum torbalarını, ağırlıkları kapının arkasına taşıyordu. Kapının ardı eşyalarla dolarken bu bir süre oyalardı. Tek sorun yanımızda hiç bir badi olmamasıydı.
Şuan hedefleri bendim.
Aptal gibi kendimi hedef haline getirmiştim.
Onların amacı ateş ve soyuyken ben ateş gücümü kullanarak kendimi belli etmiş, yanımdakileri de tehlikeye atmıştım.
Ah hayır! Kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Ve İsyankarlar bana böyle ulaştı...Bitti..
Bayramınız mübarek olsun ballarımmm
Hazırda iki taslağım daha var uzun süredir Viran bölümü atmıyorum bu bölümü okuduktan sonra onu da okursunuz:D
Harika bölümler sizi bekliyor, kaos ve kargaşa asla olmayacak;D
Ahdhixjdiz sizi seviyorum bol bol yorum yapıp oy vermeyi unutmayın başka bölümlerde görüşmek üzere<3333
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)
Khoa học viễn tưởngHayatını sokaklarda geçiren bir kız, metroda kalmaya karar verirse. Gözlerini kapatıp, açtığında kendini metro da değil de büyük bir askeri üssün odasında bulursa ne olur? Tanımadığı insanlanlar ona özel olduğunu söylerken kast ettikleri şey başk...