Bölüm 26 Kayıp

1.1K 123 1
                                    

"Pars, Hera'nın karşısına çıkmak iyi fikir mi? Kadın öfke tanrıçası gibi bir şey! Viata ona anlattıysa sinirlidir."
"Ardil, Viata'nın iyi olduğunu göreyim. Yeter, sadece görsem bile yetiyor ya!" Üzerimdeki gömleğin düğmelerini açık bırakıp zincir kolyemi taktım.
Üzerime kırmızı bol gömlek ve siyah bol paça pantolon giyinmiştim.
Yaklaşık bir hafta geçmişti ve Viata'dan asla haber alamamıştım. Sinirli, kızgın veya kırgın olabilirdi lakin olay yanlış anlaşılmanın üzerine kurulmuştu.
En azından kısa bir açıklamayla kendimi anlatabilirdim.
Portalı açıp Atalan'ı bekledim. O da benim gibi bol bir gömlek ve pantolon giyinmişti, yavaş adımlarla yanıma gelip acele etme gereği duymadan portala girdi, Ardil'e diğerlerini emanet edip portala girdim. İhtişamlı ateş sarayının önünde bulurken ilerideki köy görünüyordu, güneş yeni doğuyordu lakin köylüler şimdiden çalışmaya başlamıştı, kimisi madenlere giderken kimisi hana ilerliyordu.
Ateş sarayına yavaş adımlarla ilerlerken sarayın bahçesine giren büyük kapı bizim için açıldı, ardından saraya yavaşça adımladık, ateş krallığı eskisinden bile güzel hale gelmişti, yaşam vardı artık.
Burada hayat vardı.
Burada Viata vardı..
Sarayın kapısı bizi gören muhafızlarla açıldı, muhafızlar saygıyla başlarını eğerek bize selam verdi, tepki vermeden dik duruşumu bozmadan saraya girdim, baş muhafız bize doğru ilerlerken önce selam verdi. "Hoş geldiniz vârisim. Kraliçe Hera odada. Geldiğinizi haber ettim, sizi beklerler." Başımla onaylayıp gösterdiği kapıya ilerledim, kapı son kez bizim için açıldığında yüzünde büyük bir tebessümle olan Hera'nın önünde ikimizde saygıyla eğildik. Başıyla selam verdi, tahtından kalkıp bize doğru ilerledi. "Hoş geldin Su vârisi." Tebessüm ederek başımla tekrardan selam verdim, Atalan'a da selam vererek nezaketini belirtti.
"Efendim, Viata anlatmıştır. İzniniz olursa onunla konuşmak istiyorum." Hera'nın kaşları çatıldı, yüzü gerildi, onunla birlikte bende gerilmeye başladım, yanlış bir şey deyip demediğimi sorguladım. "Viata burada değil." Dehşetle gözlerim açıldı, korkuyla Atalan'a baktım, ne demek yoktu? "Ne demek değil? Bizden mi gizleniyor, başka bir yere mi gönderdiniz onu? Buraya gelmiş olması lazım." Başını olumsuz anlamda salladı, yaptığı baş işaretiyle baş muhafız odaya girdi. "Viata buraya hiç gelmedi. Ne olduğunu anlatacak mısın yoksa her yeri kül etmemi mi bekliyorsun?!" Diye bağırdı, konu kızı olunca deliriyordu. Viata nerede olabilirdi, bir hafta önce bize ateş mektubu yollayarak annesinin yanında olduğunu belirtmişti. Hera'ya Viata'yla yaşadığımız tartışmayı kısaca özetledim, beni sakince dinlemiş ve ardından korkuyla salonda dolanmaya başlamıştı.
"Muhafızlar! Her yere haber salın, Ateş varisiniz kayıp!" Diye seslenmesiyle muhafızlar dehşete düştü, koşuştururken etrafa haber salıyor arama emri çıkarıyorlardı. "Nereye gitmiş olabilir bu kız? Yüce gökyüzü, yüce toprak, yüce su, yüce ateş yüce evren sen bize yardım et! Bu kızdan bir haftadır madem haber alamıyorsun niye şimdiye kadar aramıyorsun?" Diye sordu kederle, Atalan üslere haber salmış, Viata için arama emri çıkartmıştı, bütün krallıklara da haber yollamıştı. "Ateş mektubu yolladı, sizin yanınızda olacağını söyledi. Öfkeli olduğu için onu bırakmak istedim!"
Neredeydi bu kız?
Kim ne yapmıştı ona?
Biri onu tutuyordu, çünkü annesinin yanında olacağını söyleyip olmaması normal değildi. Ki Viata'nın annesinden başka gidecek hiç bir yeri yoktu, dünya da başka yere ışınlanmış olsaydı yeri şimdiye kadar tespit edilip bize bildirilirdi lakin öyle bir haber de gelmemişti. Üsler dünyadaki bütün canlıların özelliklerini takip ediyordu ve olağanüstü hiç bir şey bulunamamıştı. Viata dünyada değildi, evrenler arasında da başka hiç bir yere portal açmayı bilmiyordu, burası hariç hiç bir şeye portal açamazdı.
Kapı açıldığında baş muhafız tekrardan içeri girdi, Hera haber alma umuduyla ona ilerledi. Lakin geliş amacı müjdeli bir haber değildi. "Kraliçem, Toprak kralıyla Su kralı ve ve oğlu geldi sizinle görüşmek istiyor." Hera başıyla gelmelerini işaret ettiğinde içeri babam, abim ve toprak kralı Ivan içeri girdi. Babamın aksine kral Ivan fazlasıyla telaşlıydı, "Bende arama emri çıkarttım, muhafızlarımın hepsi onu arıyor. Umarım güzel bir haber alabiliriz." Hera sesini çıkarmadan odada volta atmaya devam ederken babam Atalanla nasıl olduğunu konuşuyordu, toprak, su ve ateş krallığı muhafızları dehşetle ateş varisini etrafta arıyordu lakin hiç bir haber yoktu.
"Hera, onu ateş simgenle bulamaz mısın? Sonuçta kızın ve bu sarayın varisi. Etrafında ateş varsa onu tanır." Ivan'ın dediğiyle Hera hazine bulmuşçasına ona baktı.
Ateş simgesi, kraliçenin kolunda olan bir simgeydi. O simgeye seslenerek bütün evrendeki yapay- gerçek bütün ateşe seslenip konuşabiliyordu. Ateş nasıl konuşsun demeyin, konu Hera'ysa konuşur.
Üzerindeki kırmızı elbisenin kolunu yukarı çekip ihtişamlı simgesini ortaya çıkardı, ateş simgesind bir şeyler fısıldarken odaya kasvet hakimdi, birden her yer soğumuş büyük şöminedeki ateş sönmüştü.
Birden ürperirken, Hera gözlerini kapatmış, simgesine bir şey fısıldıyordu, simgesine sesleniyordu.
Aynı simgeden dört krallıkta da vardı, babam suyla, Ivan bütün toprakla konuşabiliyordu. Ivan'ın seslenmesi daha yararına olurdu lakin Viata henüz yeni bir varisti, kimse özellikle de doğana onu tanımıyordu.
Hera'nın şarap kızılı havalandı, gözlerini sıkıca kapatmıştı, elbisesinin etekleri havaya uçuşuyordu. Kızını arıyordu, ateşe varislerini bulmasını emrediyordu.
Gözleri açıldı, şömine tekrardan ateşlendi, elbisesinin etekleri tekrardan yerleri süpürdü, saçları yerli yerine yerleşti ve gece mavisi gözleri hayal kırıklığına uğradı, "Ateş onu tanımıyor."
Hayal kırıklığıyla derin nefes alıp ümit ettim, onu bulabilmek için.
"Mühürle bir alakası olabileceğini söylediniz, bu yüzden olabilir mi?" Abimin sesiyle Hera iki kaşını birden kaldırıp bana baktı, ürkünç bakışları elbette ki bana işlemezdi. "Sol, Luna, Demeter, Hera, Artemis ve Afrodit. Bu altı tanrıçanın özelliğini alıyor, lakin Sol, Luna ve Demeter'in bir arada olması normal değil. Mühürle bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum, hatta var. Durduk yere yaratıklar hep ona saldırdı, sürekli olarak birileriyle savaş içindeydi. O kadar yaratık neden basit bir kıza bu kadar takar ki? Onunla ilgili bir sürü kehanet var ve hepsi de mühürle alakalı." Doğan elbette ki o özelliği boşuna almamıştı, anlattığına göre rüyalarında tanrıça olduğuna inandığı sesler "mühür" diye sesleniyordu ardından Viata beliriyordu.
"Biri onu bu yüzden kaçırmış olabilir mi? Mührü elde etmek isteyen biri Viata'yla bir bağlantısı olduğunu biliyordur ve yerini öğrenmek için Viata'yı kaçırmıştır? Viata mührün yerini söylüyor mu?" Ivan'ın sorusuyla herkesin başı bana çevrildi, Viata mührün yerini bilmiyordu. Başımı hayır anlamında salladım. Gözlerimin önüne uyku sersemiyken söylediği şey geldi.
"Ben çok kötü biriyim. Benim yüzümden insanlar ölüyor, ben ayrılıp bayılıp sıyırıyorum. Onlardan çok ölümü ben hak ediyorum."
Ölümü hak ettiğini söylemişti, kim ölümü hak eder ki?
Orada çok korkuyor mudur?
Merak ettiğim buydu, karanlıktan korkardı, belki de onu karanlık bir yere kapatmışlardı. Her ne kadar bana hiç bir şeyden korkmadığını söylese de.
"Herkes bir şeyden korkar, küçüklüğünde karanlıktan korkman gibi?" gülümsedim. O ise bunu beklemiyor gibiydi. "Kendini seven insanlar korkar. Bir insan neden karanlıktan korkar? Karanlıktan çıkan bir şey ona zarar vereceği içindir. İnsanın asıl korkusu karanlık veya başka bir şey değildir, insanın korkusu ta kendisidir. Kendi canına zarar gelmesidir. Canım umurumda değil, çünkü ben burada durdukça ölüme bir adım daha yaklaşıyorum."
Haklıydı. Orada olduğu her an ölüme bir adım daha yaklaştı. Belki de buldu bile. Kim bilir?
****
"Kraliçem artık denemeyin. Çok güç kaybediyorsunuz." Baş muhafız Hera'ya derdini anlatmaya çalışırken o hala simgesiyle uğraşıyor, boşa enerji kaybediyordu.
Saat sabahın beşiydi ve biz saatlerdir Viata'yı arıyorduk, bütün krallıklar çevreyi aramaya koyulmuştu lakin hiç bir haber yoktu.
Kraliçe Hera ise dün sabahtan beri simgesiyle ateşe emir veriyor, Varislerinin nerede olduğunu soruyordu ama ateş bize asla ümit vermiyordu. Yetersiz olan şey Hera'nın gücüydü, krallığı henüz yeni yeni toparlanıyordu bu yüzden güçlerini tam anlamıyla kullanamıyordu.
Kral, kraliçe veya varis gücünü krallığından alırdı ve Hera'nın krallığı bir ay öncesine kadar en ufak bir yaşam belirtisi vermiyordu.
Tekrar deneyecekken ateş onu reddetti, Hera geri yığılırken muhafızlar telaşla ona doğru geliyordu, yerle buluşmasına ramak kala belinden tutmuştum.
Gözleri tamamen kapanırken kraliçeyi kucağıma aldım, muhafızlar rahatlarken kapı açıldı, "Vârisim, kraliçemizi odasına götürelim. İstirahat etmeye ihtiyacı var." Başımla onaylayıp baş muhafızın yönlendirmesiyle merdivenleri tırmandık, uzun koridorun tam karşısındaki kırmızı kapılı odaya ilerledik, kapı açılırken etrafa bakmadan direkmen kraliçeyi yatağına yatırıp hızlıca odadan çıktım.
Kraliçe benden yaşça büyük olabilirdi lakin onun yanında her şekilde iri duruyordum.
Böylelikle onu rahatça taşıyabiliyordum.
Büyük salona geçip masaya oturdum ellerimle yüzümü kapatarak bir kaç saniye öylece bekledim.
Mühre hiç bir şekilde ulaşamayacaklardı çünkü mühür Viata'nın geçmişinde bir yerdeydi ve Viata geçmişe dair mühürle ilgili hiç bir şey hatırlamıyordu.
Viata'nın geçmişiyle ilgili bilinen tek şey gömülüp bir şekilde hayatta kalmasıydı, ardından da sokaklarda yaşaması. Onun geçmişi bundan ibaretti. Geçmişiyle ilgili bir pürüz olmalıydı, pürüz?
Lanet olsun!
"Atalan!" Diye bağırdım. Bir kaç dakika sonra büyük kapı açıldı ve yataktan fırlamış olan Atalan elindeki tabletiyle bana doğru ilerledi. "Viata'nın dosyasında babasının onu gömdüğü yer geçiyordu. Oraya bak." Kaşlarını çattı, sorgulamadan tabletten bir kaç yere girdikten sonra ekranı bana gösterdi.
İstanbul'un bir ormanıydı.
"Mühür Viata'nın geçmişinde bir yerde ve Viata'yla ilgili bilinen en eski şey onun gömüldüğü. Eğer onu kaçıran gerçekten mührün pesindeyse oradadır."
"Bizimkilere haber yolluyorum, oraya portallansınlar." Başımla onayladım. Viata'yı orada bulamayacağımızı biliyordum lakin ufakta olsa bir ip ucu bulmuş olacaktık.
Atalan portalı açarken onu seyrediyordum.
Portaldan içeri girdiğimizde kendimizi ormanın içinde bulmuştuk. Yaklaşık beş dakika sonra yeni bir portal yanımızda belirmiş içinden ekip çıkmıştı. Doğan bana fazlasıyla öfkeli bakıyordu, şuan onunla uğraşacak vaktim yoktu fakat o zamanı umursamıyordu bile. "Eğer ona bir şey olursa kendimden üstün falan demem seni öldürürüm."
Beni ölümle mi tehdit ediyordu?
O?
Ayaz Pars Varis'i ölümle mi tehdit ediyordu?
Gülmek istedim lakin o kadar gergindim ki gülemedim.
"Öfkene veriyorum ve bu dediğini duymazdan geliyorum." Ormana ilerleyecekken öfkeli sesi beni olduğum yere çiviledi. "O kadar adisin ki! O kız sana aşıktı, seni seviyordu ama sen onu bir hafta yok sayacak kadar adisin! Yanlış anlaşılma üzerine senden kaçan kızın peşinden gitmeyecek kadar karaktersizsin!" Hızla arkamı dönüp boğazına yapışıp ilk gördüğüm ağaca yaslamam bir oldu. Herkesin bir sınırı vardı ve o çoktan aşmıştı. "Viata'ya olan sevgin yüzünden öfkeni yok saydım, kendine gel ve ne konuştuğunu bil. Karşında Viata değil ben varım." Ürkünç bakışlarım ona asla işlemiyordu.
"Pars yeter! O da endişeleniyor, duygularını kontrol et! Çocuk değilsin." Atalan tıslarken ne yaptığımı sorguladım. Ben bu değildim, öfkesini belli eden biri değildim.
Duygularına hakim ol Pars.
Şuan önemli olan şey duyguların değil o kız.
Onu düşün.
Gece mavisi gözlerini düşün.
Gözümün önünde beliren gözlerle içime ferahlık oturdu. Ellerimi geri çekip etrafa bakımaya devam ettim. "Burada bir kulübe var!" Afra'nın sesiyle herkes otomatikman o tarafa döndü, eliyle ağaçların arasında olan bir tepeyi gösteriyordu, koşarak oraya ilerlerken tepeyi çıkıp kulübeye ilerledik, Viata'yı buraya getirip bir süre burada konaklamış olabilirlerdi.
Kulübeye girdiğimizde kapısı açıktı.
Buraya gelmişlerdi!
Yerdeki ip ve devrilen sandalyeyle hayal kırıklığıyla yere baktım. Değersizce onu bu sandalyeye oturup bağlamıştı. Yerdeki siyah bandajı elime aldım, ıslaktı, tahminim kadarıyla bununla ağzını bağlamışlardı.
Viata asla susmazdı ki.
Nedensizce güldüm.
Bandajın ıslaklığından burayı yeni terk ettikleri anlaşılıyordu. Yerdeki kan damlalarıyla yutkundum.
"Buradalarmış." Dudaklarım arasından firar eden cümleyle kapıda bekleyen Atalan içeri girip yerdeki eşyalara baktı. İpler bir şeyle kesilmişti,  bıçak veya başka keskin aletle değil. Diş veya pençeyle belki de. Onu kaçıran basit bir insan, lord, kral, varis veya başka biri değildi. Bir yaratıktı.
"Onu kanından bulabilir miyim? Ateş yüzünü tanımıyor olabilir ama kanını tanır?" Hera'nın titreyen sesiyle arkama döndüm, dolu gözleriyle yerdeki kanlara bakıyordu, başımla onaylayarak onu içeri çağırdım.
Belki ateş onun kanını tanırdı, yere eğildi ve kana dokundu, aynı anda gözyaşı hemen yanağından aşağı süzüldü, yıllar önce kaybettiği kızını tekrardan kaybedecek diye korkuyordu.
Onu yeni bulmuşken tekrar kaybedecek diye korkuyordu.
Gözlerini kapattı, kapı şiddetli rüzgarla kapandı, saçları dalgalandı, eteği tekrardan uçuştu.
Kan yavaş yavaş kayboldu, gözlerini açtığında hayal kırıklığı vardı lakin önümüzde beliren ani portalla gözleri kocaman oldu.
Başarmıştı.
Ateş vârisini tanımıştı.
Girecekken onu durdurdum, portaldan girip nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Öylece giremezdi, "Biz eşyalarımızı alalım, silahsız hiç bir şey yapamayız." Başıyla onayladı, Atalan hızla yeni bir portal açıp üsse girdi, silahsız ben hareket edebilirdim lakin Doğan, Kıvanç, Aybar ve Afra asla rahat durmazdı.
Bir kaç dakika sonra Atalan portaldan tekrar içeri girdi, elinde büyük bir kutuyla. Kutuyu önümüze koyup diğerlerini çağırdı, Doğan ok ve kılıç, Kıvanç mızrak ve kılıç, Afra ikili kılıç ve hançer, Aybar ise kılıçla hançer aldı.
Diğer bütün badiler kılıç aldı, hepimiz hazır olduğumuzda baş işaretimle Atalan Diana Hera'nın yanına gitti. "Siz saraya geri dönün, ne olacağı belli değil. Sizi tehlikeye atmayız." Her ne kadar ısrar etse de Diana'yla beraber saraya dönmek zorunda kalmış ve portal açıp gitmişti.
"Hazır mıyız?" Sorumla hepsi beni onayladı.
Portaldan içeri girdiğimde yine bir ormandaydık. Peşimden ilk önce Atalan, sonra Azad, sonra Ardil gelmişti, diğerleri yavaş yavaş dökülürken Azad'la Ardil öğrencileri arkasında tutuyordu.
Her ne kadar savaş için hazır olsalar da onlar bize emanetti. Ve ben daha büyük bir yük almak istemiyorum.
Çam ağaçlarının bulunduğu bir ormandaydık, önümüzde eski bir patika vardı. Atalan yere eğilmiş ellerini toprağın üzerinde gezdiriyordu. Ardından avucunu sıkarak ayağa kalktı, gülümsüyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım, avucunu açtığında zincire bağlı olan kanlı hançerle anlam veremeyerek ona baktım. "Hatırlasana, bu kolyeyi Viata'ya ben vermiştim. Bir şey olursa hançere dönüşüyor demiştim."
Buradaydılar.
Ve Viata hayattaydi, en azından şimdilik.
Rahatça nefes alıp kanlı hançere baktım. Ona karşılık verebilecek kadar kendindeydi.
"Burada bayağı tepinmişler. Viata rahat durmamış fakat tahminim kadarıyla kısa bir süre sonra Viata bilincini kaybetmiş. O da onu şu tarafa doğru sürüklemiş. Patikayı gösteriyordu.
Baş işaretimle patikada ilerlemeye başladık.
Bir ümit onu bulacaktık.
Mührü ele geçirmek isteyen her kimse onu öldürecektim. Kim olursa olsun onu öldürecektim.
"Atalan, üsse haber yolla. Ölüm izni çıkarsınlar." Başıyla onaylayıp saatine yöneldi.
Her kimse eceli olacaktım. Mühre kimse ulaşamayacağı artık.
Yeni bir savaşa ne tahammülüm ne de iznim vardı.

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin