14. BÖLÜM

2.5K 75 4
                                    

     Aptal, aptal aptal sen gerçek bir aptalsın Yağız. Etrafımızda yorgun kuşun gibi dolanan bir insan müsveddesi olduğunu sen de en az benim kadar iyi biliyorsun. Neden, nasıl inanırsın bu yazanlara?  Mesajların farklı bir numaradan gönderilmesi mi seni ikna etti gerçekliğine?

     Bir de resim. Ben bu resmimi hatırlıyorum. Efsun la, onların arka bahçesinde çay içerken Sıla çekmişti. Yalnız yanımda gülümseyerek sarıldığım kişi Efsundu. Bu resim de sadece onun telefonundaydı... Belli ki canım arkadaşım da bu düzenin içindeydi. Canı sağolsun ne diyeyim. Zaten bu sıralar Asya"nın arkasından iş çevirmeyeni, sokakta çevirip dövüyorlar anladığım kadarıyla.

    Allah'ım sen yardım et, ben bu halime katıla katıla güleyim mi, yoksa hıçkırıklara boğularak ağlayayım mı bilemedim...

     Ellerimi semaya açıp, gün iyice aydınlanana kadar dualar ettim, yardım diledim Rabbimden. Artık beklediğim vakit gelmişti. Titrek, yorgun bedenimi zorla ayağa kaldırıp. Lanet odaya yeniden girdim. Gece nasıl yattıysa hâlâ aynı pozisyonda uyumaya devam ediyordu. Uzunca bir süre de uyanacak gibi durmuyordu. Başına dikilip bir süre uykudaki yüzünü seyrettim. İçimden bir çok duygu, gözümün önünden birçok anı geçti gitti.  Bir tek içim titremedi, eskiden yüzüne her baktığımda olduğu gibi.

       Dolaptan ihtiyacım olabilecek bir kaç parça eşyamı tıkıştırdım, alt kısımda bulduğum sırt çantama. Bir de içi bomboş olan cüzdanımı aldım yanıma, içindeki kimliğimin hatrına. Ne telefon ne başka birşey bu kadarı yeterdi bana gideceğim yerde. Mesafe bir hayli uzak, beş kuruş param da olmadan nasıl gideceğimi bende bilmiyordum ama burada bir saat daha kalmaya bile tahammülüm yoktu artık.
   
      Bir kez daha ardıma dönüp bakmadan çıktım. önce uğursuz odadan, sonra zaten bir kişiyi daha içinde barındırmaya niyeti olmayan o evden. Sanıyorum saat yedi sularıydı. Mesai saati yaklaşanlar yavaş yavaş dökülmeye başlamıştı sokaklara. Bu civarı da çok iyi bilmiyordum aslında ama gece gelirken gözüme takılan mekânları takip ederek bir şekilde yolumu bulacaktım.

    Perişanlığıma birde açlık eklenmişti sanırım, sürüye sürüye yürümeye zorladığım ayaklarım pes etmek üzereydi. Gözümün önü kararmaya başlamıştı artık. İki adım daha zorla atıp hemen yanımdaki banka attım kendimi. Düşüp bayılıp ayılmadan bir an önce gideceğim yere varsam çok iyi olacaktı ama nasıl? Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre oturdum. Hissizce...

      Artık kalkmam gerekiyordu, sürünerek de olsa bugün oraya gitmeliydim. Kimsenin yüzünü görmek kimseyle konuşmak istemiyordum. Yalnız kalmaya ve sadece düşünmeye ihtiyacım vardı. Karma karışıktım. Şu an adımı sorsalar eminim söyleyemezdim. Kalbimde hiç geçmeyen bir sızı durmadan kendini hatırlatıyor. Göz yaşlarım da aralıksız dökülüyordu yanaklarımdan.

      Daha ben kalkmadan yanımda hissettiğim hareketlilik ve omzuma dokunan el beni hazırlıksız yakaladı. İrkilip kendimi sakındım hemen. Omzumdaki elin sahibini görmemiştim ama aklımdaki  olmasını istediğim isim belliydi... Şimdi gelse sarıp sarmalasa yaralarımı "affet" dese...

   Gelmez ki...
   Affedemem ki....

" Yenge korkma benim Mete. Ne yapıyorsun bu saate burada, abim neden yanında yok. Hem neden bu kadar korktun ki. Yenge bana bakarmısın?

  Aklımdan birçok cevap geçti ama, sustum. Ona verebileceğim en açıklayıcı cevap sanırım yüzüne bakmak olacaktı. Yavaşça çevirdim yüzümü Mete 'ye. Bir süre göz göze bakıştık. Sonra gözlerini gözlerimden çekip yüzümü incelemeye başladı. Yüzündeki şok olmuş ifade hiç değişmedi. Ne o konuşabildi ne ben. Sonunda bana yapılandan ben utanıp, kafamı eğdim önüme.

SIĞINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin