41.BÖLÜM

1.2K 57 3
                                    

YAĞIZ

" Abi sen nereden çıktın böyle ya?"  Çok şaşırmıştım. Çok uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Yakın zamanda gelmek istediğini biliyordum ama böyle haber falan vermeden çıkıp gelmesi, oturduğum kafede beni bulması hakikaten şaşırtmıştı beni.

" Ben böyle şaşkına çeviririm işte insanı. Napıyorsun oğlum burada  yalnız başına?"

" Sorma kardeşim ya, kafam bulanık şu sıralar biraz dağıtırım umuduyla gelip takılıyorum işte."

" Hmm. Ofise uğradım asıl ben, seni orada bulurum diye. Kemal amca varmış. Bi kahve ısmarladı bana, biraz sohbet ettik. Senin şu bulanıklık nasıl bir şeyse adamcağızı da bulandırmış. Burada olduğunu da o söyledi zaten. Ya oğlum kahveyle kafa mı dağıtılır ya? Kalk yürü gidelim, nasıl dağıtılır ben sana hatırlatayım. Unutmuşsun sen."

Üniversiteden en yakın arkadaşım Mert. Kafasına koyduğunu yapar, tuttuğunu kopartır. Çok sağlam bir arkadaştır. Evlendiğimi duyunca ziyaretimize gelmek istemişti aylar önce, durup durup bu zamanı bulmak tam bir talihsizlik.  Yani az daha dursa boşanmamıza yetişirmiş. Ne diyorum ben Allah aşkına, boşanmak yok. Boşanmak yok unutmam lazım düşünmem lazım!!!!!

Hafifçe gülümseyip hoş geldin diyerek sarıldım. Mert'i görmek şimdiden iyi gelmişti. Masaya bir miktar para bırakıp cüzdanımla telefonumu aldım. Çıkışa doğru adımladık birlikte. Zamanında az dağıtmamıştık, az dinlememişti beni, ama ben pek fazla anlatmayı sevmezdim, daha çok dinlerdim.  O günlerimiz aklıma gelince gülümsemem biraz daha genişledi.

" Güzel günlerdi be oğlum, sen yengeyi anlatırdın ben dinlerdim. Küfelik olana kadar içerdin bana da seni taşımak kalırdı. Herşeye rağmen güzeldi." Dedim.

" Tabi ya ne demezsin... Şimdi de sen anlatacaksın ben dinleyeceğim, hadi bakalım düş önüme. Yok mu buralarda hep gittiğimiz gibi bir meyhane?"

" Var abi var da, baştan söyleyeyim ben içmem. Söz verdim." Dedim ama daha lafımı tamamlamadan ağzıma tıkadı arkadaşım.

" Lan yürü, hele bi gidelim bakalım. Şimdiden pazarlık yapma."

" Hadi bakalım öyle olsun. Benim arabayla gidelim, seninki dursun burada. Aldırırım ben sonra." Dedim o da onaylayınca hemen yola çıktık. Gideceğimiz yer çok uzak değildi zaten. Birbirimizin biraz halini hatrını sorduk derken gelmiştik bile.

İçeri girip siparişlerimizi verdik. Daha yemeklerimiz gelmeden gözlerini gözlerime dikip " anlat" dedi Mert.

" Anlat bakalım ne bok yedin de evine gitmek yerine kafelerde vakit öldürüyorsun?"

O kadar belli oluyordu yani dışarıdan, bi bok yediğim? Hem ben bi tane yemedim ki ondan hangi birini anlatayım, hangisinden başlayayım? Başımı önüme eğdim, öylece bakıp kaldım  önümdeki masanın örtüsüne.

Asyam geldi aklıma... Dalıp giderdi sık sık. Bir noktaya takılırdı o güzelim gözleri bakardı da bakardı. Çok kızardım öyle yapınca, bir anlam veremezdim. Hatta yüzüne söylemiştim bir keresinde, resmen bu yaptığı için deli olduğunu ima etmiştim kıza. Şok olmuş gözlerinin feri sönmüştü karşımda. Hiç bir laf edememiş öylece bakmıştı bana. Üzüldüğünü bildiğim halde af bile dilememiş, üstüne üstlük terslenip kapıyı çarpıp çıkmıştım evden. O hali canlandı gözümün önünde, içim acıdı. Çok fena acıdı.

Masada bir hareketlilik fark ettim. Önüme uzatılan rakı kadehini gördüm sonra. Uzanıp hızla ağzıma götürdüm, bir solukta yarısı inmiştim mideye.

Mert oturduğu yerden uzanıp hemen aldı elimdeki yarısı boşalmış kadehi.

" Hoop hoop yavaş oğlum. Söz vermiş içmeyecek halin buysa, işimiz var seninle..."

SIĞINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin