Sıkılmıştım, içim sıkılmıştı. Yıllarımı geçirdiğim sokaklar yollar iyi kötü anılarla dolu olan her köşe başı ruhumu sıkıyordu. Gitmek istiyordum, derhal uzaklaşmak istiyordum bu şehirden. Benim için hiç bir anlamı kalmadığını farketmiştim çünkü, bilemiyordum belki de hiç bir zaman bir anlamı olmamıştı.... bir şehirde doğup büyümek o şehire o sokaklara ait olduğun anlamı taşır mıydı? ya da taşımalı mıydı? insan üzerinde muhakkak özel bir yeri, diğer şehirlerden bir farkı önemi olurdu, olmalıydı elbette kabul ediyordum ama ben de öyle değildi işte. Ya ben yanlıştım ya da doğduğum bu şehir... beni hiç bir zaman sarıp sarmalamayıp içine çekmediği gibi bir kenara tükürüp atamadı da... Ama bu sondu, son gelişim olacaktı inanıyordum buna. O beni atamamıştı ama ben onu tüm kalbimle reddediyordum. Ben buraya ait olamazdım.
"Emre"
mezarlıktan çıktıktan sonra ikimizde de nedensiz bir sessizlik oluşmuştu. kendi içlerimizdeki kalabalığın sesleriyle mücadele halindeydik belki, belki de sadece kendimizle konuşacak takatimiz kalmıştı. Onu bilmem ama bende öyleydi en azından, sadece kendimle konuşacak takatim vardı.
" Efendim canım"
Hayrettin Amca'nın ofisine doğru hızla yol alırken bir anlığına başını bana çevirdi ve tutku dolu gözleri gözlerimle buluştu.
" Hani insanlar başka şehirlerde ölünce doğduğu yere getirirler, aile kabristanı falan yaparlar ya?"
başımı yanımda akıp giden yola çevirmiş sakin sakin söylemek istediklerimi ona aktarırken, kapalı olan camda yansımasına rastladı gözlerim. Bakışları yeniden bana yönelmiş ve yeniden yola dönmüştü.
" Ben ölünce buraya gelmek istemiyorum. Nerede ölürsem orada o şehirde kalmak istiyorum."
Aramızda hüküm süren sessizlik sözlerimden sonra bir kaç dakika daha devam etti. Ben hâlâ dışarıyı seyrederken araba yolun sağına yanaştı ve durdu. Aynı anda ben de yönümü ona döndüm. Başımı da koltuğa yaslayıp istemsiz bir tükenmişlikle bakmaya başladım gözlerine.
" İyi değilsin biliyorum. Kafanı kurcalayan bilmediğim durumlar da var eminim. Ama atladığın bir şey var, artık yalnız değilsin... Biz artık arkadaş değiliz. Yalnız omuzlamayacaksın hiç bir zorluğu, ben gönüllüyüm senin yükünü sırtlanmaya. Şu güzelim gözlerin dolu dolu bakmasın artık gözlerime, hep tedirgin hep dalgın hep düşüncelisin... Bazı şeyler için çok erken biliyorum, hemen güvenemezsin belki bana, hemen paylaşamazsın herşeyini ama emin ol ölümü düşünmek için de çok erken... yapma be güzelim... Yüzün gibi kalbin gibi ruhun gibi dupduru tertemiz Işıl ışıl hayaller kur. İkimizin geleceğimizi, önümüzdeki mutlu huzurlu günlerimizi düşün, tatil planları yap mesela gitmek görmek istediğin yerleri söyle bana, senin için seni mutlu görebilmek için ne yapmam gerektiğini söyle bana, ölünce nereye gömülmek istediğini değil...
Öyle güzel öyle ikna dolu çıkmıştı ki kelimeler dudaklarından,sadece sesinin tonu bile tüm bedenimi baştan ayağa ürpertmişti. Ta ki son cümlesine kadar...
Kibirli, kınayıcı, yargılayıcı...
Haklıydı, düşünmem gereken daha yaşama dair daha yaşıma uygun daha coşkulu bir gelecek varken önümde, ben ölümü düşünüyordum... Aslında amacım, bir daha bu şehire ne ölü ne diri hiç bir şekilde gelmek istemediğimi anlatmaktı. Derdim daha henüz yaşadığımı bile anlamadan ölmek değildi elbette ama galiba yine yanlış olmuştu...
Yanlış anlatmış ya da yanlış anlaşılmıştım bilemiyordum uzatmak hiç istemiyordum, sustum..
O sözlerini tamamlar tamamlanmaz bana herhangi bir cevap hakkı tanımadan az kalan yoluna devam etti, ben de camdan dışarıyı seyretmeye...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIĞINTI
RomansaDoğdum, ailemin evine sığıntı oldum. Sevdim, sevdamın gönlüne sığıntı oldum... Yazgı mı, kader mi, çile mi? Bilmem... Bazı insanların alnına ' hiç mutlu olamamak' da yazılıyormuş meğer... Tüm hayallerime kavuştum, bu kez de hayata sığıntı oldum...