44. BÖLÜM

1.6K 71 10
                                    

1 YIL SONRA

Işıl ışıl sıcacık bir yaz sabahına dalga sesleriyle gözlerimi açmıştım yine. Yatağımdan kalkıp odamın denize bakan penceresini araladım, mis gibi deniz kokusu doldurdu odamı. Gözlerimi sıkıca kapayıp derin derin soludum tertemiz havayı. Mutluydum, hem de çok mutluydum ve artık korkmadan her ortamda dile getirebiliyordum mutluluğumu.

Yirmi yıllık hayatımın şu son bir yılını hiç bir şeye değişemeyecek kadar çok sevmiştim. Akıllanmıştım bir kere, olmayacağını bile bile kendimi ateşe atma huyumdan vazgeçmiştim. Kendime çok değer veriyor, kendimden daha önemli hiç bir şeyin olmadığını özümsüyordum.

Denizin muhteşem manzarasıyla ruhumu doyurduktan sonra aheste adımlarla mutfağa geçtim. Biraz da karnımı doyurmalıydım. Kendime mükellef bir kahvaltı hazırlayıp, masaya oturdum. Yine aheste aheste, keyfini çıkara çıkara kahvaltımı yaptım. Mutfağımı bir çırpıda toparlayıp boş günlerimde hep yaptığım gibi çayımı da yanıma alıp sahile indim.

Buraya geldiğim ilk andan itibaren resmen aşık olmuştum bu manzaraya. Denizi daha önce hiç görmemiştim, filmlerde falan gördüğümü saymazsak tabi. İlk zamanlar geceleri dalga sesleriyle uyumak pek kolay olmamıştı ama çabuk alışmıştım, ninni gibi geliyordu artık bana. Şimdilerde en çok keyif aldığım şey, işe gitmediğim günler keyif çayımı sahildeki bu bankta, denize karşı yudumlamaktı. Bazen kendi kendime şarkı bile mırıldanıyordum. Sesim dalga sesleriyle karışıp tatlı tatlı özgürce kıyıya vuruyordu.

Bazen başka koylara gidiyordum, daha uzaklara. Kayaların üzerine oturup seyrediyordum bu kez de çok sevdiğim denizi. Beni üzerinde kısa süreliğine misafir eden bu görkemli taşlar, ne kadar soğuk, ne kadar sert, ne kadar zor görünseler de, karşı koyamıyorlardı dalgaların hırçınlıklarına. O an sanki hiç bir şey olmamış gibi öylece sapasağlam durup, hallerinden memnun gibi göğüslüyorlardı o ayrılmaya güç yetiremedikleri serin suların taşkınlıklarını ama her darbede ufak ufak kendilerinden yitirdikleri, günün sonunda koca bir oyuk yada bir girinti olarak yer ediyordu benliklerine ve sonsuza kadar bu boşluklarla devam etmek zorundalardı varoluşlarına.

Ben de öyle hissediyordum bir zamanlar. Başıma gelen her şeyi gelip geçici görüyordum. Bana bir şey olmaz, alışkınım diyordum. Elbetteki yaşadıklarımız gelip geçici, hiç bir acı, hiç bir sevinç sonsuza kadar sürmüyor, süremiyor bir noktada mutlaka son buluyor fakat bir yerlerde izini bırakmadan terk etmiyordu bizi. O an farketmiyorsun belki ama bir süre sonra sende bıraktığı izin ne denli sancılı olduğunu anlıyorsun. Dokunmak bile istemiyorsun bazen çünkü dokunursan altından çıkacak olan pişmanlıklar, keşkeler, öfkeler ve yalanlarla yeniden karşı karşıya gelebilecek olmak gözünü fena halde korkutuyor. En iyisi görmezden gelmek diyor başka yere çeviriyorsun bakışlarını, ilgini alakanı... Ama yerini de sana hissettirdiklerini de hep biliyorsun. İşin en kötü yanı ise; ne yaparsan yap asla yok edemiyor, yok sayamıyorsun....

Tam bir yıl önce, iyisiyle kötüsüyle tüm geçmişimi ardımda bırakacağıma ve hiç hatırlamayacağıma kendi kendime yeminler ederek ardıma bir kez bile dönüp bakmadan adımlamıştım o uzun hastane koridorunu. O hırsla ve damarlarımda gürül gürül akan cesaretle hemen evime gidip hızla toparlanmıştım. Yanımda götürmek istediğim çok bir şeyim yoktu zaten. Amaç sıfırdan başlamaksa, geçmişe ait geçmişin kötü anılarını üzerinde taşıyan hiç bir detay olmamalıydı yanımda.

Hâlâ kokusunun üzerinde olduğu anneanneme ait bir eşarp, dedemin elinden hiç düşürmediği namaz tesbihi, bir kaç parça kıyafet ama sadece kendi kendime aldıklarım fazlasıyla yeterdi bana. Gözyaşlarım eşliğinde hazırladığım ufak çantamı sabah son kez çıkacağım kapının yanına hazır edip, yine gözyaşlarım eşliğinde uzunca sıcak bir duş almıştım. Alın yazıma, bahtsızlığıma, başıma gelenlere, şu yaşımda beni boyumdan büyük kararlar alıp, uygulamak zorunda bırakan, beni yaşımdan önce yaşlandıran, bana zorla yaşatılan her şeye, bom bok hayatıma ağladım. İçinde her tür insanı barındıran bu şehire küçücük bedenimi sığındıramadığıma ağladım. Hıçkırıklara boğularak, haykırarak, eğer içi çıkana kadar ağlamak dedikleri buysa, evet içim çıkana kadar ağladım.

SIĞINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin