"Geldik son bölüme. Burası da baskı kısmı." Mürekkep, selülozun ve diğer kimyasalların beraber harmanlandığı solventli yoğun bir koku neredeyse her yerdeydi. İçimdeki heyecanı bastıramadan kafamı salladım."Ama bu kata inmem gerekmeyecek zaten," gözlerini odada gezdirdi. "Dua edelim de gerekmesin yani." diye tamamladı cümlesini.
Beni gezdiren kız tatlı biriydi. Adı Selen, beş senedir burada çalışıyormuş ve o da stajla başlamış. Bir saatte bana tüm departmanları gezdirmişti. Part-time işime kültür-sanat sayfasında başlayacaktım. İşim daha çok getir götür, fotokopi çek, saçma sapan koştur olacaktı ama olsun. Aslında hala inanamıyordum. Kontenjanın dolu olduğunu duymuştum. Yani kabul edilmem bir mucizeydi. Kendi başıma başarmış olmanın gururunun yanı sıra biraz da tedirgindim. Ama ne olursa olsun ne kadar yerinde bir karar verdiklerini ispatlayacaktım herkese.
İkinci kattaki, çalışacağım bölüme geldiğimizde, bana sağ taraftaki ufak masayı gösterdi. Açık ofis çalışma alanıydı. Küçük paravanlarla bölünmüştü masalar. Ama insanların yüzünü göremeyeceğimiz kadar yüksek olmayan boardlar vardı. Ayrıca cam kenarında renkli çiçekler, kapının yan tarafında kahve makinası ve bardakların dizildiği bir raf, duvarda değişik tarihlere ait, çok önemli haberlerin artık sararmış kağıtlardaki manşetleri. Bir nevi cennette gibiydim. Hemen hemen tüm ekiple tanışmıştım. Bölüm müdürü Suna Hanım çok tatlı biriydi. Ellili yaşlarının sonunda. İşini ciddiye aldığı kadar, diğer insanlara da önem veren biri olduğunu fısıldamışlardı bana.
Gülümseyerek masama geçtim. Bir kaç blok not, kalemlik ve en yüksek tirajı yakalamış eski sayılar. Hatta ufak bir takvim. Üzerinde İzzet Keribar'ın siyah beyaz baskıları. Her şey o kadar retro görünüyordu ki, sanal dünyaya meydan okuyan analog bir savaş vardı sanki ve içeriden bakıldığında kazanan mutlak burası derdiniz.
"Bir şeye ihtiyacın olursa beni nerede bulacağını biliyorsun." gülümseyerek teşekkür ettim. Ağzımı toparlayamıyordum zaten.
"Mehmet!?" daha yeni masama oturmuştum ki, arkamdan duyduğum neredeyse tanıdık sesle, kafamı çevirdim. Anlık bir şaşkınlık ve yüzümün düşmesine engel olamamıştım. Rüya. O kızın burada ne işi vardı? Tam da her şey güzel gitmeye başlamışken. "İnanamıyorum?!" mutlu mutlu gelip, kollarını boynuma sarmasına hiçbir tepki veremedim çünkü beynim inkar modunda takılmıştı.
İki kolumdan tutup beni sarsarken ben hala şaşkın şaşkın suratına bakıyordum. "Of harika oldu. Birlikte çalışacağız!" gerçekten kafadan kontaktı. "Benim masam hemen şurası!" sesi kulaklarımı yırtmak üzereydi. Ben iki dakikada katlanamayacak duruma gelmiştim, böyle bir deli enerjisi olamaz. Hele düşündükçe, ruhsuz birileri bunu nasıl çekiyordu acaba?
"Çok sevindim Mehmet. Bir ara kutlama yapalım muhakkak. Ama şimdi işe dönmem lazım." kafamı salladım. Yüzüme bakıp sırıtmaya devam ediyor ama masasına geçmiyordu. "Bir şey mi var?" elim suratıma gitti, yüzümde bir şey mi vardı?
"Bir ara dilini yuttuğunu sandım ama iyiymişsin." hala otuz iki diş sırıtıyordu. Zorla gülümsedim. Rahatsız olduğum her halimden belliydi. Beni o an gören herkes de söylerdi. Ama sanki salak kız rahatsızlığımı fark etmiyormuş gibi benim suratım zoraki gülümsemekten şekilden şekle girerken, onun yüzü memnuniyetle aydınlanıyor, içten bir şekilde aptal aptal sırıtmaya devam ediyordu. Çatmıştık resmen.
Çıkış saatine kadar tam yedi kere yanıma geldi. Yedi kere!!! Gerçekten bu kızın aklından zoru vardı. Galiba Cengiz ondan hoşlandığı için değil ama tutsağı olduğu için onu yanında tutuyordu. Onun düşüncesini hızla kovdum aklımdan. Zaten kendimi çok iyi hissetmiyordum. Ara ara soğuk bir his midemi baskılıyordu sanki. Ama öyle bir heyecanın dibine düşmüştüm ki, o an için bunu yalnızca geçiştirmekle yetindim.
![](https://img.wattpad.com/cover/311611684-288-k997247.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A College Drama
RomanceCengiz ve Mehmet'in hikayesi... HSD'nin spin off'u niteliğindedir. Bağımsız okunabilir. Texting içermektedir.