Apartmanın önünde durup kalbimin biraz durulması için nefeslenmeye çalıştım. Parmaklarımın arasında tuttuğum poşet avuç içimi terletiyordu. Cenazeden yeni gelmiştik ve ben onun yanına yaklaşamamıştım bile.
İki kere aramıştım, ikisine de cevap vermemişti ve Gürkan büyük ihtimal beni rahatlatmak için telefonuna bakmadığını, sessizde bıraktığını söylemişti. Dolu gözlerimi sonuna kadar açıp göz yaşlarımın geri gitmesini umarak sesli sesli üfledim içimdeki havayı. Ne kadar yorulursam yorulayım sonunda beni bir şekilde içeri alacağını ummaktan başka çarem yoktu. Aynı benim yaptığım gibi.
Yağmurdan sırılsıklam olmuştum. Serin rüzgarın çarptığı bedenim üşümenin aksine cayır cayır yanıyordu. Ciğerlerimdeki havayı tamamen salıp, merdivenlere yöneldim. Ne durumda olduğunu bilmiyordum. Evde olduğundan bile emin değildim. Çünkü beni zorla da olsa erkenden çıkarmışlardı mezarlıktan. Halbuki tek yaptığım onu uzaktan izlemekti. Şimdi bunları düşünmek istemiyordum.
Kapısının önüne doğru adımlarken hafiften titremeye başlamıştım. Onun karşısında aciz görünmek istemiyordum. Ama bunu durdurmak için de elimden bir şey gelmiyordu. Gürkan kendini bırakma deyip duruyordu. Simay her şeyin iyi olacağına yemin ediyordu. Berrin ve diğer tüm çocukların üzerimdeki bakışlarından bile tam bir zavallı durumuna düştüğümü görüyordum. Bu yanlıştı. Böyle yapmamam gerekiyordu. Ama mani de olamıyordum.
Üstünü gitme demişlerdi. Ben de öyle yapmıştım zaten. Daha ne bekliyorlardı benden? Sanki onu sevmiyormuşum gibi, alelade biri gibi başın sağ olsun deyip kendi köşeme mi çekilmem gerekiyordu? Daha mı havalı olacaktım öyle olunca?
Aklım almıyordu. Sevdiğim adamın gözümün önünde acı çekmesine karşı elimin kolumun bağlı olmasından nefret ediyordum. Zira beni istememesinin bile şu an için hiçbir önemi yoktu.
Yavaşça kapıyı çaldım. İki gündür benim de boğazımdan doğru düzgün bir şey geçmemişti dolayısıyla onun halini düşünemiyordum bile. Anneannesinin onun için ne kadar önemli olduğunu Gürkan'dan dinlemiştim. Lisedeyken dilinden asla düşürmediği kadını kaybetmişti sonunda. Ailesini.
Adım seslerini duyduğumda içime dolan kaygıyı bastırmaya çalışıp dikleştim. Kapıyı hafifçe araladı. Zorlukla gülümseye çalıştım ben de.
"Merhaba."
Kafasını hafifçe sallayıp, elime baktı.
"Ben açsındır diye düşündüm." ne kadar canlı olmaya çalışırsam çalışayım sanki olmuyordu. Elimdeki poşeti salladım. "Dürüm kola aldım."
"Aç değilim Mehmet."
"Ama ben açım. İkimize de aldım." aslında ne sevdiğini bilmediğim için bir tane de hamburger yaptırmıştım. Hiç istemememe rağmen sırf o yesin diye ben de yiyebilirdim şimdi. Sonra kusma pahasına. Çünkü son günlerde ağzıma attığım en ufak lokmanın hepsi boğazımdan geri çıkıyordu.
"Gerçekten aç değilim."
Aralık tuttuğu kapıya uzanıp itmeye çalıştım. Onun gücüne karşı duracağımdan değil de işte, beni itemezdi sonuçta. Galiba buna güveniyordum. Son günlerde yaşadığım her şey bunun aksini gösterse de dayanamazdı bana. Gözümün içine bakarken titreyen o adamı eninde sonunda geri getirecektim. Ama şimdi önemli olan onun iyi olmasıydı.
"Mehmet, yapma."
Biraz daha gücümü verdiğimde bıkkınca kolu aşağı düştü. Kenara çekilip içeri girmeme izin verdiğinde kendimi hiç de zafer kazanmış gibi hissetmiyordum. Ama bu da normaldi. Çünkü tüm duygularımızın alt üst olduğu zamanlardan geçiyorduk. Yıpranmıştık. Bunların hepsi geçecekti. Önemli olan buydu.
Koluna tutundum. "Hadi gel." içeri onu sürüklememe izin verdi. Sessizce beni takip ederken bir an duraksadım. Arkamı dönüp ona sarılmak istiyordum. Bir süre bırakmamak. Kalbimdeki sızı öyle yoğunlaşmıştı ki, bunu ona dokunmadan aşamayacakmışım gibi. Ama o durmadı. Zaten gevşek tuttuğum kıskacımdan kurtulup önümden geçip, salona girdi. Bir kaç saniye öyle dikilip onu takip ettim.
Bu eve ilk taşındığında benim taşıdığım tekli koltuğa oturmuş, dizlerinin üstüne eğilmişti. Yüzünü göremiyordum. Avuçlarının arkasına saklanmıştı. Titrek bir şekilde ona doğru yürüdüm. Sonra poşeti yanındaki sehpaya bırakıp tam önüne oturdum. Alnımı dizine yasladığımda sıcak bir dalga yüzüme çarptı. İçime kadar dolan kokusu beynimi uyuşturuyordu. Kendini geri çekerek derin bir nefes bıraktı.
"Mehmet, neden böyle yapıyorsun?"
Kafamı kaldırmadım. "Ne yapıyorum?" artık sınıra dayanmış göz yaşlarımın akmaması için dudaklarımı çiğniyordum. Ağzıma yayılan kan tadı bile beni durdurmadı. Ama bir kaç saniye sonra tek bir damlanın serbest kalmasıyla peş peşe akmaya başlayan yaşlar da durmadı.
Hayalet bir hissin saçlarımın üstünden geçtiğini sandım. Artık aklım bana oyunlar oynamaya başlamıştı. Yüzümü avuçlarımın arasına saklayarak yaşları temizledim. Sonra buğulanmış görüntüyü netleştiremeden kaldırdım kafamı. Bana bakıyordu.
Yorgun ifadesinden ne okumam gerektiğini anlayamıyordum.
"Neden beni istemiyorsun Cengiz?" oflayak kafasını yana çevirdi. Yine yaşlar serbest kalıp akmaya başladığında gözlerimi kucağıma diktim. Ellerimin üstüne düşen damlaları izlerken tek istediğim şey bana sarılmasıydı.
"Ben yalnızca," burnumu çekerek devam ettim. "Senin yanında olmak istiyorum." konuşmadı. Kıpırdamadı bile.
"Herkese izin verdin." gözlerim omzuma silip, dudaklarımı birbirine bastırdım. Boğazım yanıyordu. "Ben hariç herkesin yanında olmasına izin verdin."
"Mehmet,"
"Hadi Gürkan'ı anlarım. Anladım. Ona bir şey demiyorum zaten."
"Mehmet."
"Ama Rüya'ya bile izin verdin."
"Of."
"Seni üzmek istemiyorum. Yalnızca yanında olmak istedim ben."
Hızla ayağa kalktı. Geriye doğru savrulduğumu bile anlamadım. Büyüyen gözlerle salonun ortasında volta atan bedenine bakarken, bir an beni gerçekten istemiyor olabilir mi diye düşünmeye başladım.
"Oğlum neden ısrar ediyorsun işte. Her şey bok." anlamadan bakmaya devam ettim.
"Azcık ulan azcık uzak dursan olmaz mı?" bir kere yakınına almadan şimdi bana azcık uzak dur diyordu. Beni içeri almadan kovuyordu. Kalbimi paramparça ettiğinin farkında bile değildi sanki.
"Sen beni sevmiyorsun."
"Bu mu yani? Bu mu Mehmet? Her şey seninle mi ilgili? Sevmiyorum seni öyle mi? Sevmiyorum lan." gözlerimden yine boşalmaya başlayan yaşları iplemeden hırsla ayağa kalktım. Aynı hırsla omuzlarından sertçe geriye ittiğimde arkaya doğru sendeledi. "Tekrar et!" bakışlarının yumuşadığını gördüm ama yine de durmadım. Göğsüne vurup onun her geri adımında üstünü yürümeye devam ettim. "Bir daha söylesene pislik herif!" bileklerimden tutup kollarımı aşağı çekti.
Kollarımı pençesinden kurtarmaya çalışsam da bırakmayan şimdi oydu. "Korkak herif."
"Mehmet, öyle demek istemediğimi bili-"
"Hayır bilmiyorum! hiçbir bok bilmiyorum şerefsiz!"
"Tamam sakin ol." artık kayış kopmuştu. Delirmenin en dibini görmüştüm. Hem de en yanlış günde. Cenaze gününde. Serbest kollarımla onu bir kere daha itip, arkamı döndüm.
Arkamdan seslense de adımlarımı durdurmadım. Ben durunca ve ona her yaklaştığımda o gidecekti. Bunu biliyordum. Benim daha önce yaptığım gibi. Yaptığım şeyle beni cezalandıracaktı. Hem de istemeden. Çünkü belki de yanlış olan en baştan yalnızca bizdik.
Ne zamanlamaydı, ne başka bir şey. Ama bunun hakkında düşünemeyecek kadar yorgun hissediyordum. O yüzden açtığım kapıyı sertçe arkamdan çarptım. Midemdeki asitli sıvı boğazıma kadar yükseldiği için, içimdeki tüm bu küçük düşürülmüş olma hissini kusmam önceliğimdi.
***
Dert babasıyım🥺
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A College Drama
RomansaCengiz ve Mehmet'in hikayesi... HSD'nin spin off'u niteliğindedir. Bağımsız okunabilir. Texting içermektedir.