Dibe batış

1.4K 110 85
                                    

-Cengiz-


Bir insanın canı yaktığım için canımın yanacağını düşünmezdim hiç. Aşkın bu kadar lanet bir duygu olmaması gerekiyordu. Güçlü olmak gibi bir çabam yoktu. Neysem oydum. Ama şimdi hiç de öyle gelmiyordu. Sanki hayatım boyunca kendimle ilgili bildiğim her şey yanlışmış gibi. Güçsüz hissediyordum. Münferitlerim de kaidelerim de küçücük bir an içinde yıkılmıştı.

O arkasından sertçe kapattığı kapının sesi beynimde yankılanmaya devam ederken, ondan geriye kalan boşluktan gözlerimi çekemiyordum. O soğuktan titreyen sırılsıklam olmuş bedeni düşündükçe filizlenen öfke kalbimi sıkıştırıyordu. Her hücrem arkasından koşarak gitmem için çığlık atarken, adımlarımı bu odanın içinde nasıl tutmam gerektiğini bilmiyordum.

Kendimle şimdiye kadar vermediğim bir kavganın içindeydim artık. Hıncımı alamazdım. Doğru düzgün karşı koyamazdım. Elimde kendimi bile savunacak bir silahım yoktu. Hangi tarafa dönsem, başka bir enkaz vardı. Her şeyin kötüye gitmesinin vücut bulduğu bir sahneydi bu. Ve başkasına sahne olan şey benim hayatımın ta kendisiydi. Çıkamıyordum. Birini bu kadar severken, benim yüzümden başına bir şey gelme ihtimali ile çıkaracağım yangının içinde kendimle beraber tüm dünyayı yakarmışım gibi bir delirmenin dibiydi gördüğüm. Öyle bir kasırga olmuştu işte öfke ateşi. Ve başka bir his. Kök saldığını bile fark etmemiştim halbuki.

Ama korku ıssızca yayılmıştı zihnimin karanlık köşelerinde ve hangi tarafa dönersem döneyim, tüm hamlelerimi hesaplamak zorundaydım.

Bıkkınlığa yer yoktu. Boş vermeye yer yoktu. Hayatımı kendi istediğim gibi yaşamam için ne kadar sabretmem gerekiyordu peki? Bilmiyordum. Bu bilmezlik durumu beni eksiltirken de hiçbir şey yokmuş gibi, tamammışım gibi dimdik ayakta durmam gerekiyordu. Ama onu gördükçe sendelemeye başlıyor, duvarlara çarpıyordum. Kimin duvarları olduğunu bile bilmediğim, çıkar yol olmayan bir labirentti bu.

Onun mavi gözlerine baktıkça her şeyin daha güzel olacağına olan inandığım günler çok eskide kalmış gibi.

Sanki toprağın altına gömülen hayatımda canımdan çok sevdiğim anneannem değildi tek. Benim de kalbimi oraya gömmem, hatta daha da derine, sonra da bıraktığı boşlukta ciğerlerim patlayıncaya kadar aynı maratonu bilmem kaçıncı kez bitirmem gerekiyordu.

Ona verdiğim sözü düşündükçe en karanlık kuytulara düşüp duruyordum. Hayal kırıklığı mıydı o gözündeki ifade? Benden nefret mi ediyordu? Ya beni bir daha affetmezse?

Hayır. Kafamı iki yana sallayıp, arkamdaki koltuğa çöktüm. Tüm gücümün sanki göremediğim bir çatlaktan oluk oluk aktığını hissederken, yine de bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol bulmam gerekiyordu. Onun için, bizim için. Annem için.

Annem. Şimdi bir hastane odasında yatıyordu. İyi değildi. Çok zamandır yaşadığı strese yenik düşmüştü ve annesinin ölüm haberi ile de çökmüştü işte. Cenazede babamla yaptığım kısa konuşmada durumunun iyi olduğunu söylemişti ama onunla konuşmadan rahatlamayacaktım.

Bir sigara yakıp, arkama yaslandım. Nikotinin dilimin üstünde bıraktığı ziftimsi tadı yutkunarak üst üste derin nefesler çektim. Zehir ciğerlerime dokundukça beynim uyuşmaya başlamıştı. Günlerdir uyuyamıyordum ve daha yapacak çok işim vardı.

Koltuğun yanındaki telefonu alıp, Gürkan'a kısa bir mesaj attım. İlaç ve sıcak çorba götürmesini tembihledikten sonra, başka bir açıklama yapmadan kapattım ekranı. İyi olması yeterliydi. Bunun için elimden geleni yapacaktım.

Hem de onu kaybetme pahasına. Bu beni belki öldürecekti ama yine de onun kılına zarar gelmesine izin vermeyecektim.

Tekrar telefon çalınca, ekranda kayıtlı olmayan numaraya baktım. Alt dudağımı dişlerken, artık ağzıma kan tadı geliyordu. Son bir nefes körükleyip, izmariti kül tablasına bastırdım. Şimdi değil. Şimdi onlarla konuşacak halim yoktu.

A College DramaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin