Kötü günde

1.3K 113 56
                                    

"Oğlum neredesin?" gözlerimi ovuşturarak suratına baktım. Neredeyse benzi atmıştı.

"Uyuyordum?" tüm gece tekrar eden kabuslardan dolayı ancak sabaha karşı uykuya dalmıştım. Onda da ara ara uyanmıştım. Kapının teklemenle sesine karışan zil sesiyle gözlerimi zorlukla aralamıştım.

"Gel hadi." kolumdan tutup beni salona sürükledi. Karşı çıkıp ne olduğunu soracak halim bile yoktu. Arkasından öyle boş adımlarla ilerledim ben de. Kötü bir haber verecekti. Bunu anlamak için müneccim olmaya da gerek yoktu. Ama artık bendeki etkisi çok fazla olmayacaktı.

Uyuşmuş hissediyordum. Sanki günlerce hiç kıpırdamadan yalnızca uyumuş ve sonrasında birden bire uyanıp dünyaya adapte olamıyormuşum gibi.

Ellerim uyuşmuştu. Bacaklarım da öyle. Beynimde kesintisiz bir uğultu vardı. Kulaklarımda ise boğuk boğuk sesler. Tekrardan yatağıma gidip yastığıma sarılmak ve mümkünse bir süre öylece kalmaktan başka hiçbir şey istemiyordum. Bunun sebebi yalnızca o değildi. Üçüncü günü geride bırakmıştık. Aramayacağını kabul etmiştim. Bu en kolay olandı. Aslında tam olarak emin olmasam da en kolayının yokluğu olması işime de geliyordu. Ama geride kalma hissi. Vazgeçilme hissi eski defterlerin sayfalarını önüme savurmuştu. Ve ben hatırlamak istemediğim o çatı katına öyle hızla tırmanmıştım ki, şimdi belki en kolay olanın yalnızca kendimi bırakmak olduğunu düşünmeye başlamıştım.

"Mehmet." omuzlarımdan tutup beni sarsıyordu kendime geldiğimde. Gülümsemeye çalıştım. Ama başaramadım. Yüzümdeki kaslar bile yorulmuştu sanki. Başka bir şeymiş gibi yapmaktan. Kendimi kasmaktan isyan etmeyen tek bir hücrem kalmamıştı.

Önümde dizlerinin üstüne çökmüş, üzgün bir şekilde ona odaklanmamı bekleyen arkadaşıma çevirdim bakışlarımı.

"Mehmet? İyi misin, beni dinle." başımı hafifçe salladım. Şu haber neyse verse de bitse diye geçiriyordum aklımdan.

"Ölmüş mü?" kupkuru dudaklarımı ıslatıp, bana vereceği alaycı cevabı bekledim. Ama onun göz bebeklerindeki büyüme benim uyuşuk bakışlarımdan bile kaçmayacak kadar derindi. Halbuki artık hiçbir şey hissetmemesi gereken kalbimin göğüs kafesimin içinde an ve an büyüdüğünü hissetmeye başladım sonra. Korkuyla karışık bir anksiyete karımdan yükselmeye başladığında elimi tuttu. "Yok. Ne saçmalıyorsun. Cengiz iyi." yine anlık bir rahatlama ile arkama yaslandım. Tabii ki iyiydi. Ne düşünmüştüm ki? Beni aramamasının en marjinal nedeni bir köşede gebermiş olması olurdu ama değil mi? Ne yazık ki hayatım sığ bir arabesk romana dönmüştü.

"Of. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum." gözlerimi kapatıp yorgun bir nefes bıraktım. Sanırım seksen saati aşkındır haber almıyordum. "Dümdüz söyle."

Sessizlik uzayınca tekrar gözlerimi açtım. Alt dudağını dişleyip yüzünü ovuşturdu. Sonra ellerini sertçe kaydırıp dizlerime tutundu.

"Anneannesi çok hastaymış."

"Tamam." anneannesinin olduğunu bile bilmiyordum. Gülümsedim. Bu sefer zorlanmadan.

"Hastanede şimdi." yavaşça başımı salladım. Uykum vardı. Beni rahat bırakması için ne söylemem gerekiyordu, beynim artık çalışmayı bıraktığı için ağzım bir kaç kere aralansa da hiçbir kelime çıkmadı.

"Mehmet, beni dinliyor musun?"

"Dinliyorum." gözlerimi kucağıma dikip daha güzel bir şey düşünmeye çalıştım. Başka türlü orada dik bir şekilde bile oturamayacaktım. Enerjim kalmamıştı. Beni ayakta tutup peşinden gitmemi gerektiren hiçbir şey kalmamıştı.

"Hastaneye gideceğiz şimdi tamam mı?" bacaklarımı yana çekerek bana tutunmasını engelledim. İçimden yükselen bir kahkahayı bastırmak için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Ama ne yazık ki omuzlarımı titretmesine engel olmak o kadar kolay olmamıştı.

A College DramaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin