Önce - Damlaya damlaya

2.3K 175 92
                                    

Cengiz-
Bir hafta sonra...


Sanki bana bir seçenek sunmuşlardı da ben  de sevinçle kabul etmiştim. Kimse bilmiyordu tabii. Ne bu ülkeye, ne bu şehre, ne bu okula, onun dibine dönmek benim kararım değildi. Hatta burada okuduğunu gelişimden bir ay önceye kadar bilmiyordum.

Üç tane devlet okulu arasından en iyisini seçmiştim ve Gürkan'ın burada olması da bir nevi güvencemdi. En azından onu geride bıraktığım için en kötü ne olabilir diye düşünmüştüm.

"Seni dipsiz kuyulardan çekip çıkarayım mı kanka?"

Önümde açık olan bilgisayarın kapağını aşağı doğru indirdim. Bana gönderdiği evlerden birini seçmem gerekti artık. Yeterince yük olmuştum Gürkan'a. En azından çok gösterişli evleri beraber elemiştik. Onları pahalı olduğu için değil, bana göre olmadıkları için elediğime inanmakta da zorluk çekmemişti, neyse ki.

"Karar verdin mi?"

"Bilmiyorum." ekranı tekrar kaldırıp, açık olan iki ayrı penceredeki evlere baktı. Dudaklarını birbirine bastırırken ne düşündüğünü anlamak hiç de zor olmuyordu.

"Yani Cengiz, biliyorum endişelerini de, kanka yani bence burası tam senlik." gösterdiği eve tekrar baktım. Bir artı bir. Ufak bir mutfak, ufak bir oturma odası. Temiz bir banyo. Ayrıca güneş alıyordu. Mahalle kötü sayılmazdı. Ve bunların hepsinden daha önemlisi, banka hesabımdaki kısıtlı para bunu karşılayabilecekti.

"Oğlum, dertli dertli ekrana bakıyorsun. Bana bak," sandalyeden kalkıp, koltuğa geçtim. Kendimi aşağı çekip yayılarak oturduğum koltukta gözlerimi kapattım derin bir of çektim. "Oğlum gitmek zorunda değilsin işte, kal burada?" yüzümü ovuşturup, gözlerimi araladığımda, karşıma geçmiş dikiliyordu.

"Ne olacak yani, bu acelen ne anlamadım ki ben?"

"Acelem?" zoraki gülüp tekrar kafamı arkaya yasladım. Sikik tavana bakarak konuşmak yüzüne bakarak bir sorun yokmuş gibi davranmaktan daha kolaydı.

"Aynen acelen. Sanki yabancıymışım gibi. Burada kal işte. Ne güzel gül gibi yaşayıp gidiyoruz işte."

"Rahat değilim burada." buz gibi çıkmıştı sesim. Ama anladığı dil buydu. Sonuçta en yakın arkadaşımı kandırmak için yapmacık bir şekilde sırıtmak işe yaramıyordu. Onun aksine. Ki onu  düşünmek istemiyordum. Bin tane derdim varken bir de onun gönderdiği karmaşık sinyallerle uğraşamazdım.

"Kır kalbimi lan. Sen de kır."

"Karar verdim ben." kafamı kaldırıp, suratına baktım. Kaşları havalanmış, devam etmemi bekliyordu. "Öbür ev olsun. Küçük olan."

"Kafayı yedin herhalde Cengiz. Kapkaranlık ev. Hemen hemen aynı para?!"

"Karar verdim. Tartışmayalım."

"Oğlum manyak mısın? Bu ne büyük husumetmiş aranızdaki amına koyayım. Ben Mehmet'e söylerim. Takmaz o."

Koca okulda aynı sınıfa düştük diye deliren çocuk bir de komşusu olmama mı takmayacaktı? İşte bu karnımdan yükselen kahkahanın sesli bir şekilde odaya dolmasına neden oldu. Ben deli gibi gülerken, o bana manyakmışım gibi bakıyordu.

"Tamam kabul ediyorum belki biraz takar." o da sırıtıyordu. Sonra geçip yan tarafa oturdu. Dizlerinin üzerine eğilip, ciddileşmeye çalıştı. "Abi apartman sahibi mi bu ona göre karar vereceğiz. Ulan böyle söylediğimi Mehmet'e söylersen seni döverim." yan gözle suratına kısa bir bakış attığımda hemen sırıttı. "Tamam dövmem belki ama dırdırımın yıldırıcı olduğunu söylerler kanka. Erkek dırdırı. Sen düşün."

A College DramaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin