-4

29 7 0
                                    

Tam 3 gündür bu zindandaydım. İlk günlerde bana ne yaptıklarını çözemediğim için bağırmaktan sesim gitmişti. Evet, kısılmamıştı. Sesim tamamen gitmişti. Bol su içip sesimi dinlendirmem gerekiyordu fakat günde 1 bardak su içebiliyordum. Odanın kapısı açılınca içeri vuran ışıkla gözlerimi kıstım. Kapının aralık olduğu o kısa sürede içimi tırmalayan çığlıkları duydum. Nefesimi kesiyordu bu sesler. Günün en berbat saniyeleri işkence gördüğüm anlar değil de benim gibilerin çığlıklarını duyduğum anlardı.

Eski terk edilmiş bir yıkıntı saraydayız. Terk edilmiş, yıkık dökük bir yer olsa da zindanları hala çok etkili. Müzik yapar gibi sırayla birimizi bağırttırıyorlar. Ben ve içerideki acısını paylaştığım insanlar umutsuz bir şekilde ölmeyi bekliyoruz. Bizi salmayacaklar, hayır. Kimse bu insan denilemeyecek heriflere yardım edip kendisi gibi olanların acı çekmesini, iyi bir ihtimalle de ölmesini istemiyor. Burada kaldığım süre boyunca gerçekten umut kırıntısı taşımaya başlamıştım. Kendim için değil. İnsanlık için.
Çünkü biz burada, kimse bizim burada olduğumuzu bilmezken, acı çekiyorduk. Kalanların saklanabildikleri süre boyunca huzurlu yaşaması için. Buradakiler tanımadığı insanlar için acı çekmeye boyun eğiyordu. Bu çok özeldi.

Anlatılamayacak kadar özeldi.

İçeri girenlere baktım. Tabii, bir de bunlar vardı. Bizim gibi yakalanmış ve gücü olmayan kız kardeşlerinin öldürülmemesi için askerlere çalışmayı kabul etmişlerdi. Duygularından arınmış bir komutan veyahut kaza anında duygularını bir kenara itmek zorunda kalan bir doktor gibi düşündüğümde önümdeki iki çocuğa ağız dolusu küfür etmem gerekirdi. Ancak bunu yapabilirdim çünkü bu halde.

Bir asker yüzlerce kişinin iyiliği için kendi canından da olsa 1 insanı feda edebilirdi. Doğru olan tabii ki bu değildi fakat tek yol bu ise yapardı.

Bir doktor kaza anında yüzlerce kişiyi kurtarabilecekken kendi kız kardeşi olduğu için tek bir insanı kurtarmayı seçip diğerlerini ölüme terk etmezdi. Bu mesleklere saygım sonsuzdu bu yüzden.

Karşımda gördüğüm iki kişi gibi, onlar da duyguları ile hareket etse zaten kopmuş olan kıyamet sessiz sakin gözükmek yerine kanlı bir vahşete dönerdi.

Birinin sağ gözü vardı, birinin sol gözü vardı sadece. El ele tutuşup girmişlerdi içeriye. Onlar için koyulmuş olan sandalyelere yerleştiler yine.
En nefret ettiğim saatler diğerlerinin çığlıklarını duyduğum anlar da olsa bu andan da nefret ediyordum. Korkuyla gözlerimi kapattım.

Başımda hissettiğim korkunç ağrıyla çığlık attım. Sesim kendine gelmemişti henüz, ilk başta sesim gür çıksa da saniye geçmeden gitmişti yine. Kulaklarımın duymadığı çığlığımı yüreğim duymuştu.

Askerler hızla koşarken gördüğüm buğday tanesiyle kaşlarımı çattım. Olamaz, olamazdı. Ben acı çekmekten bıkıp insanları satmış olamazdım. Bağırmak istedim, kaçın demek istedim. Sesim çıkmıyordu.
Yoğunlaşıp askerlerin görünmezliğini kaldırmak istedim, kameralara gözükmelerini istedim. Deniz'in onları suyunda boğmasını istedim. Yapamadım. Kontrol ben de değildi sanki. Askerler kapıdan içeri girip silahlarını doğrulttuklarında bana döndüler. Demin kontrol edemediğim bedenimi şu an kontrol edebiliyordum. Elim havaya kalktı. Üçten geriye saymaya başladım. Üç. İki.Bir.

MEH-RUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin