Elimi kaldırıp yüzüme vuran güneşi engellemeye çalıştım. Havadaydım. Bir şeyin üstünde. Hafifçe sarsılıyordum. Yüzüme vuran ışığın kesilmesiyle gülümseyip elimi çektim. Uykuya devam edebilirdim.
"Prenses uyanmış."
Bu Yalım olmalıydı. Sesler birbirine girdiği için çıkaramamıştım tam olarak. Gözümü açtığımda başımın üstünde süzülen kitabı gördüm. Güneşi kesen buydu. Kurtarıcım da kitabı uçuran Teoman'dı.
Doğrulup olduğum yeri anlamaya çalıştım. Bir yatağın üstündeydim. Tüm eşyalar uçuyordu, bazı insanlar uçan eşyaların üstündeyken bazıları yürümeyi tercih etmişti.
"Yolculuk nereye?"
Yalım yanıma geldi. "Sen keyifle uyurken Meva yerleyeksan oldu. Kalıntıları temizledik. Orası dümdüz bir vadi haline geldiğinde de yardım etmeyi teklif ettiğin 300 askerin ailesinin geneli inşaat işçisi çıkınca briket ev inşaa ettiler. Briket evler tamamlandı. Koruma kalkanımız olmasa da sosyal medya gücü var. Saldırılamaz haldeyiz. Şimdi de yeni alınan eşyaları yerleştirmeye gidiyoruz."
Ne çok şey olmuştu böyle. Tomris'in ihaneti çok kötü olmuştu. "Yaralanan olmadı mı?"
Yalım başını iki yana salladı. "Tomris'in hain olduğunu anlar anlamaz Pars buraya geldi. Herkesi çıkartmış içeriden."
Gülümsedim. Beynimde dönüp dolaşan düşünceyi söylerken korktuğum şey alacağım cevap değil de bunlara alışmış oluşumdu. Cevabı ne olursa olsun Yalım'ın o kadar üzülemeyecektim. Bir şeylere alışmak onların yaşanmasından daha ürkünçtü.
"Ölen oldu mu bizden?"
Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Sevinmiştim.
Ben çok küçükken ülkemizde bir insan öldürüldüğünde, tecavüze uğradığında veya zorla evlendirildiğinde bir iki ay herkes onu konuşurdu. Yazık oldu, ne hale gidiyoruz derlerdi.
Şimdi her gün onlarca insan ölüyor ve herkes yemek masasında ailesiyle sıradan bir şeyler konuşurken laf arasında birilerinin öldüğünü söylüyor. Yemeklerine devam ediyorlar çünkü alışmışlar.
Ben de sanırım ölüme alışmıştım.
Tek bir fark vardı arada. Biz öleceğimizi bilip bir yola baş koymuşken sıradan ölen insanlar belki de sadece dershaneden dönüyordu. Kimse bu şekilde ölmeyi hak etmemişti ve ölüm, ailemizden birini buluncaya dek 'alışmış, tepki veremez' halde dolaşacaktık.
Üzücüydü.
Yere inmek için hareketlendiğimde Deniz'in de uyuyor olduğunu gördüm. Biz bayılmıştık, Pars gitmişti ve işleri çok yorucu bir hale gelmiş olmalıydı. Bayılması normaldi.
Briket evler çok güzel olmuştu! Yalım ilk söylediğinde tek katlı, ruhsuz evler olacağını düşünsem de minik minik saraylar yapıp boyamışlardı. Eşyaları içeri taşıyan insanları gördüm. Bunlar Meva'dan değildi. Bunlar askerlerin aileleri olmalıydılar.
Birilerinin ismimi söylediğini duyuyordum. "Ne oluyor?"
Yalım'a döndüğümde sırıttı. "Pars, askerlerin kabul ettiği anlaşmayı ve senin insanları kurtardığını anlatınca herkes senin uyanmanı bekliyordu teşekkür etmek için."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEH-RU
FantasySığamıyorduk. Mutantlar olarak biz bu hayata sığamıyorduk. Sığdıramıyorlardı. Öfkeliydim. Öfkem bizi barındıramayan dünyaya değildi. Dünya tüm ihtişamıyla her gün dönmeye devam ediyordu. Güneş açıyordu. Öfkem insanlara da değildi, hayır. Benim öfke...