Babasının Prensesi

5.5K 52 13
                                    


İlk bölüme hoşgeldiniz :)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İlk bölüme hoşgeldiniz :)

Spotify listemde en sevdiğim şarkılardan biri gelince, arabaya bağladığım müzik sisteminin sesini sonuna kadar açtım.

Ahh İstanbul'u ne kadar da özlemişim. Çalan şarkı "Freed from Desire"'ın Remix versiyonuydu.

Daha fazlasını iste... Özgürlük ve aşk onun aradığı...

Yani benim sahip olmadığım ve olamayacağım iki şey. Ne özgürlük, ne de aşk...

Şarkıyı dinlerken düşündüğüm bir diğer şey ise yarınki nişanımda hangi ayakkabıları giyeceğimdi. Son 7 yılımı yatılı okulda geçirdikten sonra evime henüz daha yeni dönmüştüm. Babam lise mezuniyetime bile gelmemişti ama onun için ben, her istediğini yaptığı, yere göğe sığdıramadığı prensesiydim. Oysaki okul birinciliği konuşmamı yaparken orada ailemden biri olsun ve beni gururla alkışlasın istemiştim.

"Öncelikle bu konuşmayı yaptığım için çok onur duyduğumu belirtmek isterim...

....Son olarak burada bulunan ve okulun bir parçası olan herkese, öğretmenlerime ve arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Bugün mezun olurken dileğim yaşamak istediğimiz dünyayı yaratmaya çalışmamız. Vay canına, sonunda mezun oluyoruz!"

Peki ya kendi dileğimi kendim gerçekleştirebilecek gücüm var mı?

Daha önce babam ile yaptığımız anlaşma oldukça açıktı. Eğitimime devam etmeme izin verecekti. Üstelik hangi üniversitede, ne bölüm okuyacağıma da kendim karar verebilirdim ama o kimi seçerse onunla evlenmek zorundaydım. Neyseki üniversiteden mezun olduktan sonra... Yarın da onun seçtiği kişi ile nişanlanacaktım.

Gerçekten hayatım böyle mi olacak? Annem hayatta olsaydı da böyle mi olurdu?

Annemi kaybettikten sonra babam beni İsviçre'de yatılı okula göndermişti. Bazı açılardan yatılı okulda okumak burada babamla yaşamaktan çok daha kolaydı. Babam istediği her şeye sahip, sonsuz güç ve parası olan bir adamdı. Duygusal anlamda ise boka batmış durumdaydı. Çok sevdiği eşi öldükten sonra yalnızca daha çok para kazanmak için yaşamaya yemin etmiş olmalıydı. Tek kızının ise babasının sonsuz parası ile her istediği alındıktan sonra ne durumda olduğu pek önemli değildi. 

Yatılı okulda geçen 7 senede hayatım bu güne kadar oldukça sıradandı: Her gün aynı saatte uyan, yatağını topla, kahvaltını et, derse katıl, yemek ye, spor yap, tekrar yemek ye ve uyu. Aileni yılda sadece bir kez görebilirsin ve okuldaki herkesin türlü sebeplerden dolayı psikolojisi bozuktur. Buna ben de dahildim. Annemi kaybedip yatılı okula gönderildikten sonra uzun bir süre depresyon belirtileri gösterdim. Psikiyatristimin söylediğine göre hastalığımın adı Duygusal Yeme Bozukluğu'ydu. O kadar zayıflamıştım ki herkes öleceğime inanıyordu. Babamın hastalığımdan haberi vardı ama bunun benim uydurduğum bir şey olduğuna inanıyordu. Ben hastalığımın en ağır zamanlarını geçirirken o kredi kartı limitlerimi kaldırılmıştı ve henüz ehliyetim bile olmamasına rağmen babam bana bir Mercedes-G almıştı. Psikiyatristim, öğretmenlerim ve yakın arkadaşlarım sayesinde hayatta kaldığımı söyleyebilirim. Babam ise muhtemelen kendi tedavi yönetiminin işe yaradığını düşünüyordu.

İstanbul'da hava klasik bir yaz günü gibi güneşli ve açıktı. Gümüş rengi mercedesimle asfaltta akıp gidiyordum. Eğer o akşam ve sonrasında başıma gelecekleri bilmesem mutlu hissettiğimi bile söyleyebilirdim. Babam seçtiği kişiyle beni bu akşam tanıştıracaktı. Müstakbel nişanlımı yarınki nişanımızdan sadece 24 saat önce görecektim.

Belki de korktuğum kadar kötü biri değildir. Ayrıca üniversite planlarıma saygı gösterdiğine göre babam, modern birini seçmiş olmalı. Acaba kaç yaşında? Ben 18 yaşındayım, o da herhalde 25-26'dır.

Aklımdan geçen düşüncelerle içimdeki korkuları bastırmak için elimden geleni yapıyordum. Ne olursa olsun bundan kaçışım yoktu. Babam ne derse o olacaktı. Ona karşı çıkma ihtimalim yoktu. Yarın babamın benim için (ya da kendi işleri için desem daha doğru olabilir) uygun gördüğü adamla nişanlanacaktım. Okulum biter bitmez ise onunla evlenecektim. Zaten 18 yıldır bunun için yetiştirilmiyor muydum? Ailem için kendimi feda edeceğim, uzun zamandır beklenen o gün gelmişti.

"Hayatının en önemli gecesi canım kızım." Babam benim için seçtiği adamla nişanlanacağımı söylediğinde bu sözleri seçmişti. Hayatımın en önemli gecesi olduğunu sanmıyordum ama en zor gecesi olduğuna emindim. Eğer annem yanımda olsaydı hayatımın en zor gecesi bu kadar zor olmazdı. Annemi düşünürken gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Ne kadar hızlı gittiğimin hiç farkında değildim. Kendi şeritlerindeki iki arabanın arasından hızlıca geçince arkada duran araç büyük ihtimalle sinirlenerek kornaya bastı. Çıkan sesle irkildim. Hemen ardında da kırmızı ışığa denk gelince sert bir fren yapmak zorunda kaldım.

Başka bir araç ışıklarda yanımda durdu. Siyah, alçak, spor bir arabaydı. Sanırım bir Maserati olmalıydı. Öyle tahmin ettim çünkü çok benzeri amcamda da vardı. Sürücü camını indirdi. İçinden bir silüet elini bana doğru sallayarak konuşmaya başladı. Önce müziğin sesini kapattım. Sonra da yolcu koltuğunun camını indirip ne söylediğine kulak verdim.

"Senin derdin ne? Birini mi öldürmek istiyorsun?"

Benim aracım SUV olduğu için ona göre daha yüksekte kalıyordum. Kafamı benimle konuşan adamı görmek için biraz aşağıya eğdim. Gözlerim yan arabadan bana bir şeyler söyleyen keskin bakışlı adamla buluştuğunda içimde bir ürperti hissettim. "Pardon da sen trafik polisi misin?"

"Kadın olduğunu fark etmemiştim." Buradaki bu ataerkil boklardan gerçekten bıktım. Arabayı kullanan kadın olunca ne oluyordu ki? Bu daha önce de birkaç defa başıma gelmişti. Genelde arabayı kullananın ben olduğumu gördüklerinde trafikte asılmaya başlıyorlardı. Numaramı isteyenler, bir şeyler içmek için ısrar edenler ve hatta hayır dememe rağmen beni takip edenler bile oluyordu. Başımdan atamadıklarım için genelde babamın özel güvenliklerinden yardım istiyordum. Yolda benimle buluşup arkamdaki araca gereken dersi veriyordu. Ayrıntıları ben de çok bilmiyorum.

Maseratideki adam konuşmasına devam etti. "Yine de yaptığın hareketler çok tehlikeli. Oradaki adamı biçiyordun." Araçtaki adam trafikte bana asılan diğerlerinin tersine, orada durmuş resmen beni azarlıyordu. Ama azarlayıcı konuşmasının aksine sesinde çok farklı bir tılsım vardı. Otoriter sesi sinir bozucu değildi. Aksine tehlikeli ve çekici geliyordu. Saçları siyah, teni güneşten bronzlaşmış gibiydi. Üzerindeki beyaz gömlek dirseklerinin altında kıvrılmıştı. Gömleğin kolları adamın kollarını sıkıca sarıyordu. İyi bir spor hayatı olduğu belliydi. Bu sıcakta bu gömlekle ne yapıyor ki? İş adamı heralde.

Dudağı belki daha önce karıştığı bir kavga yüzünden patlamıştı ya da sevgilisi ateşli bir anda ısırmış olabilirdi. Benden büyüktü. En az beş yaş, belki de on yaş... Ama daha fazla değildi.

"Ama bir şey olmadı değil mi? Yani sorun yok." Daha fazla dayanamayarak bakışlarımı karşımdaki trafik ışıklarına çevirdim. Şansıma saniyeler içinde yeşile döndü. Önüm açıktı. Ben de 3 saniyede 240 km hıza çıkarak bulunduğum yerden uzaklaştım. Dikiz aynasından arkamda kalan Maserati'ye baktığımda oldukça uzakta görünüyordu. Nedense bir yanım beni takip etmesini istedi. Bir yanım o adamı tekrar görmek ve onunla biraz daha konuşmak istedi. Belki bu sefer güvenlikten yardım istemeyebilirdim. Ama hedefim açık ve net bir şekilde belliydi: akşam nişanlımla tanışacağım yemekten önce nişan törenimde giyeceğim mükemmel ayakkabıları bulmak.

-----------------------

Afra'yı nasıl buldunuz?? :)

Annesini kaybetmiş çok yazık... Yatılı okulda yaşadığı psikolojik sorunlara da gireceğim. Ben de onun gibi bazı obsesif kompulsif problemlerle mücadele ettim. Daha fazlasını Afra'dan duymak ister misiniz? 

AfrâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin