BÖLÜM 4 - ANNELİK

11.1K 897 53
                                    

Hayat dediğimiz şey karmakarışıktı. Sürekli inişler ve çıkışlar yaşardınız. Sizin için hayatın bittiğini düşündüğünüz anda bambaşka bir şey karşınıza çıkar ve yine aynı döngüye girmek zorunda kalırdınız.

Benim hayatım da böyleydi. Tam öldüm derken başka bir dünyada başka bir evrende gözlerimi açmıştım. Daha tam alışamadan babam olacak yaşta bir adamla evlenmiş ve ona güvenmemeye karar vermiştim. Sonra romanın sadece yazılanlardan ibaret olmadığını anlamış ve sabah kalktığımda bir günlük bile sayılamayacak kocamın ölüm döşeğinde olduğunu öğrenmiştim. Ardından da ölmek üzereyken davranışlarımdan utanıp son zamanında yanında olmaya çalışmıştım.

Ve şimdi simsiyah giyinmiş hâlde tabutun önünde dururken bir gün bile evli kalamadan dul bir kadın olmuştum.

Etraf uğuldayan rüzgâr ve çıkan dalların sesi dışında tamamen sessizdi. Birkaç kişinin sahte gözyaşları ve hıçkırıkları dışında kimseden ses çıkmıyordu.

Grandük öleli bir gün olmuştu. Her şey birbirine girmiş ve ne yapacağımı bilmiyordum. Böyle bir dünyaya alışık değildim ve bakmam gereken beş çocuk vardı. Eninde sonunda olacağını biliyordum ama bu kadar ani olacağını beklememiştim. En azından biraz alışmayı ummuştum.

Grandük öldükten neredeyse bir saat sonra çocukları görmeye gitmiş ama odadan çığlıklarla kovulmuştum. En küçükleri Abel'in bakıcısı bana öldürücü bir bakış atmış sonra da kapıyı suratıma kapatmıştı. Bir şey de yapamamıştım.

Evde bir üstünlüğüm yoktu. Evdeki hizmetçilerin çoğu beni görmezden geliyor ve umursamıyordu. Kalpleri hâlâ merhum Grandüşes'e bağlıydı ve Grandük de ölünce her şeyin benim gibi genç yaşta birine kalmasından hiç memnun olmamışlardı. Özellikle de beni tanımıyorlarken.

Gerçek Breena olsaydı çocukları görmeye gitmez ve onlara asla bakmazdı ama ben bir karar vermiştim ve çocuklarla aramı iyi tutacaktım. Asla Mateo tarafından acılı bir şekilde öldürülmek istemiyordum.

Gözlerimi kapalı tabuttan kaldırıp gökyüzüne diktim. Tabut yakınlarının son kez vedalaşması için gömülmeden önce buraya getirilmişti. Herkesin benden bir hareket beklediğini biliyordum ama ne yapacağımdan emin değildim. Önceki hayatımda evlenmemiştim ve bu hayatımda da sadece bir gün evli kalabilmiştim. Bir kocaya sahip olmanın nasıl olduğunu bilmiyordum. Aynı şekilde bir babaya da.

Arkamdan gelen hışırtıyla oraya döndüm. Mateo başını dikmiş bir şekilde bana bakıyordu. Gözleri aynı babasınınkiler gibiydi ve ateş saçıyorlardı. Ona nazikçe gülümsedim ama bakışları yumuşamadı.

Bana dişlerini sıkarak bakarken konuşmaya başladı.

"Senin yerinde ben olmalıydım. Hepsi senin suçun. Eğer seninle evlenmeseydi son anlarında yanında ben olurdum. Sen değil. Sen bunu hak etmiyordun."

Sözleri yüzüme sert bir dalga misali çarparken nefesimi tuttum. Haklıydı. Sonuna kadar haklıydı. Onun yanında olması gereken ben değil çocuklarıydı ama istememişti. Aynısını ona söylemek için ağzımı açtım ama babasının onda kalan hatıralarını mahvetmek istemiyordum. Babasının son anlarında onu ve kardeşlerini yanında istemediğini bilmek ona zarar verebilirdi.

Sadece başımı salladım ve hüzünlü bir tebessüm gönderdim.

"Haklısın. Ben hak etmiyordum."

Mateo kısa bir süre daha bana baktıktan sonra arkasını dönerek kardeşlerinin yanına gitti. Sanırım içinde biriken sinirin bir kısmını atmak istemişti ve bana patlamıştı. Ben de bakışlarımı tabutu almaya gelen askerlere çevirdim.

GRANDÜŞES'İN İMTİHANIWhere stories live. Discover now