BÖLÜM 42 - EŞİTSİZLİK

3.3K 358 67
                                    

Biri beni kolumdan tutarak geri çekti ve hareketiyle yumruk attığım adamın yüzündeki kanı gördüm.

Burnunu kırdığımdan bu kadar kan olması doğaldı. Sonuçta burnunu kırabilmem yumruğu fazlasıyla sert atmış olduğum anlamına gelirdi.

Elias görse bana muhtemelen gururla bakardı ama eğer o burada olsaydı ben yapmadan adamın yüzünü dağıtmış olacağından bu senaryo gerçekleşmezdi.

Kolumu tutan askerin tutuşundan kurtulup eski yerime döndüm ve bakışlarımı bana gözlerinde apaçık nefretle bakıp boş eliyle burnunu kapatan askere çevirdim.

"Orospu ne yaptığını sanıyorsun sen?"

Gözlerimi devirip dizlerimi kendime çektim ve sessiz kaldım. Onunla tartışmaya bile girmeyecektim.

"Sana diyorum! Ne hakla bana vurursun!"

Sinirle nefes alıp adamın gözlerinin içine baktım.

"Önce saygılı davranmayı öğren, sonra bana hesap sor."

Adam bana dalga mı geçiyorsun der gibi baktıktan sonra arkadaşlarının onu tutmasına izin vermeden ayağa fırladı.

Önüme gelip adımlarını durdurdu. Bir eli hâlâ burnundaydı ve kimse de adama yardım etmeye kalkmıyordu, gerek de yoktu.

"Seni sürtük! Sana mı saygılı olacağım! Önce bir erkekle konuşmayı öğren!"

Dediğiyle güldüm ve ayağa kalktım. Adamın gözlerinin içine bakarken ellerim iki yanımda yumruk şeklindeydi.

"İlk önce benimle konuşmayı öğren sonra bana ders ver. Bir erkekten özellikle de senin gibi bir erkekten öğrenecek bir şeyim yok."

Asker dudaklarını birbirine bastırdı ve boştaki eliyle hızla bileğimi yakaladı. Geri çekmeye çalıştım ama tutuşunu sıkılaştırdı.

"Senin gibi bir fahişe bana ders veremez, anladın mı?"

Sinirle güldüm ve bileğimi bir kez daha çekmeye çalıştım. Asker bırakmayınca yüzümü yüzüne yaklaştırıp "Buradan saraya geri döndüğümüzde ne olacak sanıyorsun? Sence kelleni aldıramaz mıyım? İmparatorun sağ kolu öz babamken sence söylediklerin cezasız kalır mı? Ben imparatorluktaki tek Grandüşesken sence gereksiz şeyler konuşmana neden olan dilini kestiremez miyim sanıyorsun?" dedim.

Sözlerim öyle doğal ve acımasızca çıkmıştı ki ben de şaşırmıştım.

Asker sözlerimle gerildi ve o an bileğimi tutuşundan kurtarabildim. Bileğimi kendime çektiğimde bölüğün başkanı yanımızda belirdi. Gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum ama umursamıyordum.

Başkanı takmadan geri yerime oturdum ve üzerimdeki bakışları görmezden geldim. Bakışların geldiği yöne baktığımda bütün askerler gözlerini kaçırdılar.

Ah, ne kadar iyiydi. Şimdi de asi ve uslanmaz diye adım çıkacaktı.

Umurumda olmamalıydı ama benim de bir sınırım vardı, ben de insandım.

Doğrusu rütbemi kullanma vaktim gelmiş de geçiyordu. Askerlere bakaraktan sadece çalışanlara üstünlük göstermenin işe yaramadığını anlamıştım. Bu dünyaya bir soylu olarak reenkarne olmuştum ve artık bunu doğru bir şekilde kullanacaktım. Breena zaten asıl versiyonda kötü kadındı. Ben çocuklarım ve sevdiklerim dışında kimseye iyi davranmak zorunda değildim ve artık davranmayacaktım da. Bana karşı tavırlarına ve düşüncelerine müsamaha gösterebilirdim ama hakaretlere sessiz kalmayacaktım.

Zaten askerler ne askerin sözünü kesmiş ne de müdahale etmişti. Bütün hepsi aynıydı işte. Hepsi tek bir düşünceyi benimsiyordu; Kadınlar zayıf ve cahillerdir. Evet, bu fiziki olarak hükmü olan bir şey değildi ama bütün insanların beyninde yer eden bir kanundu.

GRANDÜŞES'İN İMTİHANIWhere stories live. Discover now