BÖLÜM 40 - ANTRENMAN

3.5K 364 54
                                    

Hizmetçi kadın beni taht odasının girişine getirdikten sonra koşarak uzaklaştı ve gözden kayboldu.

Önümde duran iki muhafıza gergince baktım ve bir adım attım. Adım atınca ben bir şey demeden kapıya doğru dönüp kapıyı açmaya başladılar.

Yutkunup büyük kapının yavaşça açılmasını izledim. Muhtemelen Marki ben gelince beni içeri almalarını söylemişti.

Kapı tamamen açılınca kendimi rahatlatamaya çalışarak taht odasına adımladım. Gözlerim kocaman odada Marki'yi aradı ve onu tahtın yanı başında buldu.

Marki'nin bir eli tahtın kol kısmında geziniyordu. Hareketleri bir tür özlem içeriyor gibiydi, ürperdim. Bacaklarım zaten zayıftı, şimdi daha da titrek hâle gelmişlerdi.

Eli tahtın altın detaylarında gezinirken sırtı bana dönük şekilde duruyordu ama benim geldiğimi bildiğini biliyordum o yüzden de sessizce bekledim.

"Hizmetçiyi göndereli kırk dakika kadar oldu, geç kaldın."

Yutkundum ve duruşumu dikleştirmeye çalıştım. Marki'nin önünde zayıf görünmek istemiyordum.

"Haberi alır almaz geldim."

Marki kendi kendine bir şeyler mırıldandı ve başını salladı.

"O zaman hizmetçiye bir ders vermeliyim. Ona seni on dakika içinde görmek istediğimi söylemiştim."

Ellerimi yumruk yaptım ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. Bu haraket saygısızca görülebilirdi ama zaten saygı göstermeye çalışmıyordum.

"Çalışma sahasında olduğumdan dolayı beni bulamadı. Doğrusu çalışma sahası beni bulmak isteyen birinin aklına gelmez."

Marki söylediklerimle bana döndü ve gözlerini kısarak baktı. Taht pek uzağımda kalmıyordu ama yakın da değildi.

"Çalışma sahasında ne işin vardı?"

Çenemi kaldırıp olabildiğince gözlerinin içine baktım ve omuz silktim. Bu hareketim bile onu sinirlendirmeye yeterdi.

"Savaşa gidiyorum. İmparator beni savaşa gönderiyor. Bir şeyler öğrenemem gerek."

Marki bana gözlerini daha da kısarak bakarken dudaklarımın kıvrılmasına izin verdim.

"Yoksa kızının ölmesini mi istersin baba?"

Marki görülür şekilde irkilirken zafer kazanmış gibi hissettim. Marki beni savaşa gönderen asıl kişiydi. Oğlunu göndermek istememişti ve bana garip gelen de buydu.

Bana göre Marki oğlunun ün kazanması için oğlunu savaşa göndermeliydi ama bunu yapmamıştı. Yazılı yasa hâlinde olmasa da halkın dilinde bir yasa olan şeyi yoka saymıştı. Bir kadını savaşa göndermişti.

Tabii bunu kendi çıplak elleriyle yapmamıştı. Kendinden geçmiş, zayıf, aptal bir adam olan imparatoru kullanmıştı.

Kimse savaşa gönderme fikrinin ondan çıktığını bilmeyecekti. Bütün halk imparatoru aşağılayacaktı.

Tabii beni de ama benim yapabileceğim bir şey yoktu. Ne olursa olsun savaş alanına bir kez ayak basmak zorundaydım yoksa çocuklara zarar verirlerdi.

Marki tahttan uzaklaştı ve çok hızlı olmayan adımlarla yanıma geldi. Kendine güvenen biriydi, her planını kusursuz şekilde hazırladığından emindim. Benim onun açığını bulmuş olmama şaşırmış ve sinirlenmiş
olmalıydı.

Marki'nin gözleri etrafı taradı. Sanki kimsenin bizi dinlemediğinden emin olmak istiyordu.

"O lanet çeneni kapalı tut. İmparator bir emir verdiyse yerine getireceksin. O savaştan ölü ya da diri gelmen umurumda değil. Sen sadece kurtuluş planımda feda edilecek bir piyonsun."

GRANDÜŞES'İN İMTİHANIWhere stories live. Discover now