OY ATIN 😽 [45]

1.9K 138 25
                                    

Bu bölümü ne zaman paylaşırım bilmemekle beraber kısa bir duyuru:

Öncelikle, artık bölümler belli bir okunma ve oy sayısına ulaşmadan yeni bölüm yayımlamama kararı aldım. Bunun sebebi kitabı ilk yazdığımda tek günde yayımlamış olduğum 30 bölüm. Kitabın bölüm sayısıyla okunma sayısı inanılmaz orantısız gidiyor. Taslaktaki bütün bölümleri tekte yayımla sebebim kitabı tamamen taşşağına ve eğlencesine yazıyor olmuş olmam. Fakat şimdi bölümlere bakınca belli bir yol kat edilmiş olduğunu görüyorum ve bu beni sevindiriyor açıkçası. O yüzden, biraz daha ciddileşme vakti aşklarım. Şaka, ciddi olabilecek son insanım teşekkürler. Bir de yine gece 5te yazıyorum. Dediğim gibi ilham perilerim yaşlı dayılardan oluşuyor. Buradanda yüz kelime çıkardığımıza göre konumuza dönebiliriz.

...

Okuldaki vaktimin neredeyse tamamını düşünerek geçirdim. Ve bu inanılmaz anksyete çukurunun dibi yoktu anlaşılan. Dakikada bir duygu durumum değişiyordu düşündüğüm hale göre. Endişelenmeli miydim, sevinmeli mi, yada ne düşünmeliydi böyle bir durumda onu düşünmeye çalışıyordum. Ama olmuyordu. Bu belirsizlik gerçekten yormaya başladığı sırada son dersin zili çaldı.

Derslerde hatta tenefüslerde olan durgunluğumu Toprak ve Deniz fark etmişti. Bir kaç kez ne olduğunu öğrenmeye çalışmışlar fakat benden gelen inanılmaz ters cevapların her biri onları bu gün beni rahat bırakmaları gerektiği konusunda uyarmıştı. Bu yüzden zil çaldığı an dakikalar öncesinden hazırlamış olduğum çantayı sırtıma atıp sınıf kapısına büyük adımlarla yürüdüğümde de beni fazla sorgulamamışlardı. Belki de uğraşmak istemiyorlardı.

Okuldan çıkıp neredeyse koşarcasına terasa doğru ilerliyordum. Sadece bir gün süren bu belirsizlik benim hayatımdan on yılı götürmüştü bile. Telefondan sorabilirdim fakat istemiyordum. Yüz yüze konuşmayı istiyordum. Belki de endişelendiğim kadar önemli değildi, basit bir şeydi. Fakat öyle olsa bile, yüz yüze gelmek ve benimle gözlerime bakarak konuşmasını istiyordum. Ki basit bir şey olması çok zor geliyordu bu durumda. Daha önce böyle bir mesaj attığı olmamıştı. Attığı tek cümlelik mesajın beni nasıl bir çukura düşürdüğünü tekrar tekrar aklımda evirip çevirirken çoktan binanın önüne varmıştım. Ceplerimi karıştırıp hala bende olduğu için şükrettiğim anahtarı çıkarıp dış kapıyı açtım ve beş katı tırmanmaya başladım.

Sonunda beşinci kata vardığımda bir kaç saniye soluklandım. Ve kapıyı çalmadan anahtarla içeri girdim. Her seferinde beni büyülemeyi başaran bir manzarası vardı. Kucağında bu sefer akustik yerine beyaz fender vardı. Ve tahminimce akortunu yapıyordu. Bazen bir gitar olmak istersin. Çok mu şey istemiş oluyorum acaba. Bir kaç saniye, tamam belki bir kaç saniyeden fazla Kuzey'i süzdükten ve üstüne giydiği düz tişört eşofmanın bile onun üzerinde ne kadar nizami durduğunu düşündüm bir süre. Ben onu süzerken o da gitardan kafasını kaldırıp neden hala kapıda soluk soluğa beklediğimi çözmeye çalışıyor gibiydi.

"Sabaha kadar orada mı dikileceksin?"

Yüzündeki hafif sırtışla söylediği sözleri beni kendime getiren şey olmuştu. Hafif affalamış ifademi düzeltip kapıyı arkamdan kapayarak yanına geçtim. O sırada dikkatimi çeken bir kaç şeyde kurulmuş olan bateri ve duvardan kalkan posterlerin yerine geçmiş olan yalıtım süngerleri olmuştu. Camekan dışında kalan bütün duvarlara neredeyse yalıtım yapılmıştı. Ve ben bunu hangi ara yaptıklarını sorgularken bulmuştum kendimi.

Soracağım soruları bir kenara ittim ve sonunda onu görmüş olmanın verdiği mutlulukla ellerimi yanaklarına yerleştirdim. Ve suratını bana çevirip dudaklarımı onları yeterince özlemiş olanlara bastırdım. Karşılık vermesiyle derinleşen öpücük nefesimizin kesilmesi ve ayrılmamızla son bulmuştu. Gözlerinin içine son bir kez bakıp ellerimi yüzünden ayırdım.

"Gerçekten bu işte ciddisiniz."

Demiştim tek günde bu kadar hızlı bir şekilde level atlamalarını ima ederek.

"Yani."

Evet biliyorum dercesine dudaklarını büzmüştü. Kısa süreli sessizlikten sonra kucağındaki gitarı koltuğun kenarına koyup sırtını geriye yaslamıştı. İnanılmaz stresli fakat tamamen sorun yokmuş gibi rahat durmaya çalışıyormuş gibi duruyordu. Ellerini cebine sokup derin bir iç çekişin ardından konuştu.

"Okulu bıraktım."

Sorularıma benden önce cevap vermişti. Şaşırmıştım açıkçası. Ve tam anlamıyla sebebini merak ediyordum ve bu beni endişelendiriyordu. Vücudumu tamamen ona çevirdim ve kaşlarımı hafif çatarak konuştum.

"Neden? Yani belli bir sebebi mi yoksa bir çok sebebi mi var?"

Kaşlarını hafif bıkkınlıkla kaldırdı ve tekrar iç çekerek cevap verdi.

"Yani babamla olan mevzuları biliyorsun zaten. Artık yirmi yaşındayım oğlum. Okumak için okumaktan bıktım usandım. Dünde bir sıçmadığı kalmıştı ağzıma, saçma sapan konuşup durdu."

Havadaki stresi sezmiştim ve çatık olan kaşlarım iyice çatılmaya başlamıştı.

"Ne gibi?"

Sormamı isteyeceği son şey olduğunu biliyordum fakat sorun neyse, bilmeliydim. Öbür türlü nasıl ona destek olabilirdim ki

"Bir yere gelemezsem evlendireceğinden falan bahsetti. Korkmadım diyemem. Fakat olacağına ihtimal vermiyorum. Klasik babam işte. Tehdit savurup duruyor. Oğlunun hayatını sikmek en büyük hobisi sonuçta ne diyebilirim. Ah birde nerdeyse bir yemek takımı kırıldı evde. Her neyse. Sorun bu değil."

"Sorun bu değil mi?" Kendisine verdiği, ah pardon kendisine asla değer vermediği için sinirlenmiştim ve sesimi istemsiz olarak yükseltmiştim.

"Ah hadi ama, durup kıyamam baba problemi var kötü çocukluk yaşamış zart zurt falan diyip acıyacak mısın bana. Acınacak haldeki son kişiyim ben merak etme."

Gerçekten kendisi hakkında kurduğu her kelime beni üzüyordu.

"Gerçekten, sadece bir kaç dakika, mümümkünse bir kaç saat şu demirden duvarlarını indirir misin? Kaldıramayacağın bir yük var sırtında ve inatla tek başına kaldırmaya çalışıyorsun. Bana bak," elimi hafif sertçe çenesine götürüp kendi suratıma çevirmiştim. Gözlerime bakmamak için kaçırmıştı kendi gözlerini. "Birincisi, asla o dediği şey gerçekleşemez, mümkünse seni kaçırırım, ikincisi sana hiç bir zaman acımadım acımam da. Ama seni seviyorum. Seni seviyorum ve bu yüzden senin için üzülüyorum. Sende üzülüyorsun bunu da biliyorum. Çünkü seni seviyorum."

Gözlerini kısıp kaçırdığı gözlerini sonunda benim yeşillerime sabitledi. Saniyelik bakışmamızın ardından yüzünü elimden kurtardı ve tekrardan koltuğa yasladı. Gözlerini kapayıp derin bir iç çekerken ekledi.

"Sikeyim seni Doğukan."

Duygularıyla başa çıkma yöntemi inanılmazdı.

"Emin ol, ne kadar istediğimi ne sen sor ne ben söyleyeyim."

Gözlerini açmadan söylediğim cümleye sırıtmıştı. Ve bu şimdiden aramızdaki elektriklenmeyi tetikliyordu.

"Beni seviyor musun?"

Sorumun anlamsızlığına ilk başta şaşırmış, daha sonrasında gözlerini açıp bir kaç saniye suratıma bakarak ciddiyetimi süzmüştü.

"Hayırdır şüphen varsa gidereyim aslan parçası."

Sinirli surat ifadesi bana onu ilk gördüğüm anı anımsattığından sırıtmadan edemedim. Elimi beline yerleştirip suratımı onunkine yakınlaştırırken konuştum.

"Gidermene ihtiyacım olan başka konular var."

Cevap vermesine fırsat vermemiş ve dudaklarına çoktan yapışmıştım bile. İlk başta ağır olan öpücük vücut ağırlığımı tamamen ona vermem ve boşta kalan elimle önce eşofmanından daha sonra boxerından girmesiyle beraber hızlanmıştı. Nefes almak için dudaklarımızı ayırdığımızda fırsattan yararlanıp iki elimide beline yerleştirdim ve koltuğa uzanmasını sağladım. Beklemiyor olacaktı ki saniyelik şaşkın bakışları gözümden kaçmamıştı. Tekrardan dudaklarımızı birleştirmiştim. Daha sonrasında boynuna kayan öpücüklerim tişörtünü çıkarmamla daha da derinleşmeye devam ediyordu. Daha sonrasında yerle buluşan pantolon ve ve geri kalan çamaşırlarla beraber ikimizin de uzun süredir arzuladığı şeye sonunda  kavuşmuştuk.

...


EYNO / GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin