16.1K 641 152
                                    



Bazı duyguları hissetmek için bile hak sahibi olmak ne kadar da utanç vericiydi.

Atakan hissettiği bıkkınlık ve tükenmişlik hissini yaşamayı bile hak etmediğini düşünüyordu. Yıllarca o üniversite okuyabilsin diye üç kuruşluk yevmiyeyle çalışan annesi hiç yeter artık demiş miydi? Dememişti. Babası o okul ihtiyaçlarını alabilsin diye dedesinden kalan tarlayı sattığında oğluna kızmış mıydı? Hayır, kızmamıştı.

Atakan ailenin en küçük çocuğuydu. Ege bölgesinde bulunan bir ilin küçük bir köyünde dünyaya gelmişti. Ondan önce doğan iki ablası ve bir abisiyle aralarında epey bir yaş farkı vardı. Öyle ki herkes en büyük ablası Sevim'i onun annesi sanırdı. Diğer ablası Sevinç ise ailenin ikinci çocuğuydu. Atakan doğduğunda ikisi de evlenmiş, baba evinden ayrılmıştı. Bu yüzden genç çocuk onlarla aynı evde yaşama imkanı bulamamıştı ama abisi vardı. Aralarında tam 8 yaş olan abisi Salih, her zaman yanında olmuştu. O üniversite okuyabilsin diye kazandığı paranın yarısını her ay onun dershane ücretine harcamıştı. Hiç bunun lafını etmemişti. Atakan tüm bunların altında eziliyordu. Ailesine utanç kaynağı olmuştu.

"Oğlum, neden yemiyorsun?"

Sofrada her zaman oturduğu yerde oturuyordu. Annesinin tam yanında. Diğer tarafında da abisi Salih vardı.

"Acıkmamışım anne." Yalan söylüyordu. Açtı. Yine de o lokmalar boğazından geçmiyordu.

"Acıkmaz olur musun hiç?" Annesi Nuray hanım hemen çıkıştı küçük oğluna. Zaten üç aydır zayıflamış da zayıflamıştı. Gözlerinin önünde eriyordu yavrusu. "Beğenmedin mi yoksa? Tabi ben senin kadar güzel yapamam, Atakan'ım."

"Hayır." Hemen itiraz etti genç çocuk. Bu dünyada annesinden güzel yemek yapanını görmemişti. Annesi bugün özellikle onun en sevdiği yemeği yapmıştı. "Çok güzel olmuş, annem." Zeytinyağlı dolmasından kocaman bir kaşık alıp ağzına tıktı. "Hmm, harika." Ağzı dolu konuştuğu için sesi boğuk çıkmıştı. Abisi Salih, küçük kardeşinin sırtına vurdu. Boğulacaktı.

"Yavaş abim."

Atakan lokmasını zar zor yuttu. Annesini üzmek istemiyordu. Evlerinde son günüydü. Yaşadığı şehirdeki üniversitede gastronomi bölümünü 4 yıl önce bitirmişti. Daha sonra birkaç otelin mutfağında çalışmıştı ama hiçbirinde yer edinememişti. Atakan doğuştan yetenekli değildi ama çabalıyordu. Çalıştığı mutfaklarda elinden geleni yapmaya çalışıyordu ama kaygı bozukluğu vardı. Bir işi düzgün yapsa da her an berbat edeceği düşüncesi onu rahat bırakmıyordu.

Ya başarısız olursam, ya yine kovulursam. Ailemin emeklerini boşa çıkarırsam...

Daha nice sebebe sahipti. Kendisine hakim olamıyordu. En sonki işinden kovulması da bu yüzdendi. En uzun çalıştığı işti. Bu yüzden biraz rahatlamış hissediyordu ancak bir gün çalıştığı bölümün şefi olan aşçı ondan otelin ünlü tatlısının sosunu hazırlamasını istediğinde her şey berbat olmuştu. Atakan o sosu defalarca kez yapmıştı. Yine yapabilirdi ama olmamıştı. Elleri titreyerek hazırladığı sosu tutturamamış hissettiği gerginlik yüzünden mutfaktan kaçıp gitmişti. Daha sonra da kovulmuştu.

Aile evine geri dönmesi de böyle olmuştu. Ailesi ondaki bu durumdan habersizdi. Ona sonsuz güvenen kişilere yalan söylemişti. Ben kendim ayrıldım, demişti. Yalan söylüyordu, o kadar çok yalan söylüyordu ki doğruları söyleyecek duruma gelemiyordu.

"Ye oğlum ye. Yarın gittiğinde kim bilir ne zaman döneceksin?" Babasının yüzüne bakamadı. "Yarın İstanbul'a vardığında nereye gideceğini iyice anladın de mi oğlum?"

"Anladım baba."

İşsiz güçsüz bir şekilde tam 5 ay boyunca evde kalmıştı. Bu 5 ayda kendini geliştirmek için bir sürü online kursa katılmıştı. Kurs parasını kazanmak için de sürekli günlük işlere gitmişti ama değerdi. Meslektaşlarının arasında herkesin adını mutlaka duyduğu Tahir Zeybek'in kurslarına katılmıştı. Bu zaman aralığında kendisini biraz olsun geliştirebildiyse bu adam sayesindeydi.

Tahir Zeybek, ülkenin en iyi üniversitelerinden birinden mezun olmuş çok başarılı bir şefti. Üniversiteden mezun olur olmaz yurtdışında onlarca eğitim programına katılmıştı. Bu katıldığı programlar sayesinde de birden fazla kitap yazmıştı. Atakan onun adını ilk duyduğunda üniversite 1.sınıf öğrencisiydi. Bir gün bölümündeki hocalardan birinin önerdiği kitap sayesinde tanımıştı bu adamı. Kitabını okuduğunda öyle hayran kalmıştı ki Tahir Zeybek'in o kitabını defalarca kez okumuştu. Okuduğu kitabın yazarının ondan sadece 9 yaş büyük olduğunu gördüğünde ise hayatının şokunu yaşamıştı. Onların meslekte kimse bu kadar genç yaşta kitap yazamazdı. Tahir Zeybek yapmıştı.

"Orhan amcanı bulduğunda o sana yardımcı olacaktır."

Orhan Bey, babasının askerlik arkadaşıydı. Yıllar önceye dayanan dostlukları hiç bitmemişti. Öyle ki yıllardır birbirlerini sadece telefondan görmelerine rağmen Orhan Bey, arkadaşının hatırını kırmamış oğluna iş ayarlamıştı. Babasının söylediğine göre Orhan Bey yıllardır çalıştığı adamın lokantasında ona iş bulmuştu. Hatta iş bulmakla kalmayıp Atakan daha İstanbul'a gitmeden kalacak yerini bile hazır etmişti.

"Tamam baba, sen merak etme." Babası uzanıp oğlunun başını okşadı. En küçük çocuğunun onlardan kilometrelerce uzağa gidecek olmasına üzülüyordu üzülmesine ama onun iyiliğini de istiyordu. Atakan çekimser bir çocuktu. Kimsenin kalbini kırmak istemez, her denilene tamam derdi. Babası Hüseyin Bey en çok bundan korkuyordu.

"Ezdirme oralarda kendini. Senin arkanda baban var."

Sarışın çocuğun gözleri doldu. Annesi ondaki durumu fark ettiğinde dayanamayıp oğlundan önce ağlamaya başladığında Atakan hemen annesine sarıldı. Birbirlerine sarılıp ağlayan ikiliyi izleyen baba oğul birbirlerine bakıp gülümsediler. Atakan her zaman evin hiç büyümeyen küçük çocuğu olarak kalacaktı.












Selamlar

Atakan yazdığım karakterler arasında çok özel biri olacak şimdiden hissediyorum

-T

Sıfır HataHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin