Sabah gözlerini gök gürültüsüyle açmıştı. Sağanak yağmurun su taneleri, odasının camına vurduğu için çıkan ses onu uyandırmıştı. Uyanmak için güzel bir yoldu. Çoğu insanın aksine o yağmurlu havaları çok severdi. Böyle havalarda evde tüm gün oturmak ona keyif verirdi ama elbette bugün oturma sırası değildi.
Sabah uyandıktan sonra ilk iş kendine kahve yapmıştı. Dün gece sağlıklı bir uyku uyumamıştı. Uyuması da beklenemezdi. Tahir'le yaptıkları konuşmanın her kelimesini ezberinde tutmuştu. Keşke öyle demeseydim de böyle deseydim diye diye kendi uykusunu da kendisi kaçırmıştı. Bu huyunu hiç sevmiyordu.
Kahvesinden bir yudum alıp balkon kapısının önüne geçti. Gök bir kez daha bütün ihtişamıyla gürledi. Yağmur öyle çok yağıyordu ki bir yerde sel olmasından korktu.
"Günaydın."
Öztürk saçını karıştırarak mutfağa girdi. Atakan'ın onun hakkında öğrendiği şeylerden biri, sabah kalkar kalkmaz su içmesiydi.
"Günaydın." Daha fazla ayakta durmamak için kendisini rahat koltuğa attı. Kahvesinden bir yudum daha içti. Başı ağrıyordu.
"Nasıldı geçen gün?"
Öztürk elinde büyük su bardağıyla salona girip aynı Atakan gibi koltuğa yerleşti. Elinde telefonu vardı ve galiba biriyle mesajlaşıyordu.
"İyiydi. Değişik bir ortamdı."
"Mete abim nasıldı? Dün aradım ama açmadı."
"En son bıraktığımda iyilerdi. Yüzleri gülüyordu. Dün işte de iyiydi." Öztürk başını sallayıp telefonunu koltuğun kenarına bıraktı. Televizyonu açmak için kumanda arıyordu ama bulamıyordu. Atakan genelde televizyon izlemediği için kumandanın da nerede olduğunu bilmiyordu. "Bu arada takımı dün kuru temizlemeye bıraktım." Öztürk sonunda koltuğun kenarına sıkışmış kumandayı bulmuştu.
"Acelesi yok." Her zaman izlediği kanalı açtı. Borsayı takip etmeyi çok seviyordu bu çocuk. "Ulan, keşke dolar bozsaydım. Ben bozduğumda niye düşüyor bu ağzına sıçtığımın Benjamin Franklin'i?"
Öztürk kendi kendine küfretmeye devam ederken Atakan sessizce oturup dışarıyı izledi. Bugün işe gitmek istemiyordu. Daha doğrusu Tahir'i görmek istemiyordu. Ona nasıl onu idolü olarak aldığını söyleyebilmişti? Sanki ona yardım edecekti. Tahir kimseye yardım etmezdi. Atakan bir şeyleri başarmak istiyorsa tek başına yapmak zorundaydı. Sonuçta Tahir Zeybek'e de kimse yardım etmemişti.
"Kanka telefonun çalıyor."
Öztürk söylemese farkında bile değildi. Ayağa kalkıp odasındaki telefonu almak için koştu. O yetişemeden telefon kapanmıştı. Yabancı bir numaraydı. Belki önemlidir, diye düşünüp geri aradı. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldığında ilk Atakan konuştu.
"Beni aramışsınız."
"Benim." Duyduğu sesle doğru mu duyuyorum diye telefona baktı. "Tahir." Gerçekten Tahir'di.
"Efendim?" dedi ne diyeceğini bilemeyerek. "Bir şey mi oldu?"
"Evde misin?"
"Evet."
"Dünkü söylediklerinin hala arkasındaysan yarım saat içinde restoranda ol. Seni bekliyorum."
"Ben na-" Telefon suratına kapandı. Şok olmuş bir şekilde kaldı. Ciddi miydi? Gerçekten ona yardım edecek miydi?
Boş boş beklemeyi kesip elindeki telefonu yatağın üstüne fırlattı. Yolda bol bol düşünürdü. Şimdi hemen evden çıkması lazımdı. Hem nasıl yarım saatte yetişecekti? Tamam, ev restorana yakındı ama İstanbul'da nereye yarım saatte varabilirdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sıfır Hata
Jugendliteratur"Beceriksiz bir aşçı olduğunu kabul ediyor musun?" Kabul etmiyordu. Bu mesleği yapabilmek için ailesinin yaptığı fedakarlıkları göz ardı edemezdi ama karşısındaki adam onu mahvediyordu. Hissettiği duygular yüzünden canı yanıyordu. "Evet." "Evet ne...