31°

5.3K 554 218
                                    

Hayatınızın bazı döneminde şikayet ettiğiniz şeylere günü gelir hasret duyardınız. Elindeki telefondan konumu bir kez daha kontrol ederken bunu düşünüyordu. Herhalde yüzüncü defa falan olmuştu. Sabahtan beri öyle çok şey yaşamıştı ki hayatının monotonluğundan şikayet ettiği o günlerdeki akıl sağlığından şüphe ediyordu. Ne güzel hayatım varmış, diyordu. Şimdi ise 5 dakikadır falan dikildiği evin kapısının önünde kalp krizleri geçiriyordu. Bu zaman diliminde aklında iki soru dönüp duruyordu. Zile mi basmalıydı yoksa telefonla arayıp geldiğini mi söylemeliydi? İkisi de birbirinden cezbedici(!) iki şıktı.

İstanbul'a bu sabah erken saatlerde gelmişti. Ailesinden ayrıldığı için mutsuzdu ama gittiğinden farklı olarak içinde heyecan vardı. İçi içine sığmıyordu. İstediği şeyi elde etmişti ve şimdi onu kendine katkı sağlayacak şekilde kullanması gerekiyordu. Asıl sorun sonradan ortaya çıkmıştı. Sorun demek doğru muydu, emin değildi. Uzun lafın kısası, Atakan'ın İstanbul'a ne zaman geldiğini nasıl anladığını bilmediği Tahir Zeybek onu aramıştı. Telefonu çaldığında sarışın çocuk daha evine yeni girmiş ve sadece üzerini değiştirebilmişti. Telefonda arayanın annesi olduğunu düşünmüştü ama ekranda yazan isim beklenmedikti. Bu beklenmedik isim, onu evine çağırdığında ise olay bambaşka bir şeye evrilmişti.

Tahir Zeybek onu evine çağırmış ve yemek yapacaklarını söylemişti. Atakan tamam, demişti. Sonra da telefon kapanmıştı. 10 saniyelik konuşmanın ağırlığı 10 yıl gibiydi. Şimdi de Tahir'in ona attığı konumdan yararlanarak evine gelmişti. Müstakil evin bahçe kapısının önünde öylece bekliyordu.

"Aptal olmayı kes." Kendi kendine terapi seansı yapıyordu. "Hayalini kurduğun şey oldu. Sadece kapıyı çal." Derin bir nefes alıp verdikten sonra zile bastı. Birkaç saniye sonra demir kapı açılmıştı.

Kapıyı itip evin bahçesine adım attığında gözlerini etrafta dolaşıyordu. Öncelikle onu küçük bir bahçe karşılamıştı. Çimler gerçek olamayacak kadar yeşil durduğu için yapay olduklarını anlamıştı. Oyalanmadan yürümeye devam edip evin kapısının önüne geldi. Sol taraf boydan boya camdı ve bu yüzden evin içi gözüküyordu. O, salon olduğunu tahmin ettiği yere bakmaya devam ederken kapı açılıp sarışın adam karşısında belirdi. Atakan bakışlarını ona çevirdi. Üzerinde siyah kot pantolon ve koyu gri bir tişört vardı. Evinde kotla mı dolaşıyordu?

"İçeri geçecek misin yoksa daha böyle bekleyecek misin?" Asabi sesin sahibinden bir hoşgeldin beklemezdi ama onu buraya o çağırmıştı. Zorla gelmiş gibi davranmasa iyi olurdu. Zaten neden evde yaptıklarını da bilmiyordu. Çamlıca'da çalışırlar diye düşünmüştü.

"Geçeyim." Tahir onun geçmesi için boşluk açtığında eve girip ayakkabılarını çıkardı.

"Ceketini asarsın." Misafirperverlik buydu. Evinize ilk defa gelen kişiye nasıl davranılmaz adlı makaleyi Tahir yazabilirdi.

"Asayım." Ceketini çıkarıp portmantoya astı. Tahir dışarıdan gözüken salona doğru yürümüştü. Atakan da onun peşinden gitti.

"Mutfaktayım." Sesin geldiği yere doğru yürüdüğünde gördüğü mutfakla vay be, dedi. O kadar büyüktü ki Atakan'ın evinin toplamıyla kıyaslasalardı burası daha büyük çıkardı. "Yanıma gelir misin?" Atakan onun dediğini yapıp mutfağın girişinde beklemeyi bırakıp mutfağın ortasındaki ada tezgahta bir şeylerle uğraşan adamın yanına doğru yürüdü. "Bu sabah mı geldin?"

"Evet." İzni bu kadardı. Serra arayıp ne zaman dönmesi gerektiğini söylemişti. Serra'nın ses tonu hala aklındaydı. Şeflerinden birinin ondan habersiz izne ayrılması onu sinirlendirmiş olmalıydı. Atakan onu haklı buluyordu. "Ördek eti mi bu?" Tezgahın üzerindeki ördek bacaklarına baktı. Elbette ne eti olduğunu direkt anlamıştı ama yine de sorası gelmişti. Tüm bunların yanınada gerçekten de direkt yemek yapmaya geçeceklerdi. Atakan insan ilişkileri hakkında hiçbir şey bilmediğini düşünürdü ama Tahir ondan çok daha kötüydü.

Sıfır HataHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin